EdebiyatYazılar

Salkım Söğütlerin Gölgesinde: Ahıska Türkleri’nin 2. Dünya Savaşı sırasındaki tehcirinin romanı

Salkım Söğütlerin Gölgesinde, yüzyıllardan beri bir arada yaşamış, Gürcü, Ermeni, Yahudi, Türk, Rus, Azeri insanların arasındaki ilişkiler, dostluklar, aşklar, savaşın ortak acıları, umutlar, umutsuzluklar çok boyutlu, çok yönlü olarak anlatılıyor. Ama roman sadece bunlarla sınırlı değil. Bu romanda Rusya’daki 1917 devriminden günümüze kadarki dönemin siyasi gelişmeleri, insanların hayatlarını verdikleri idealleriyle hesaplaşmaları, dünle bugünü karşılaştırmaları da anlatılıyor. Salkım Söğütlerin Gölgesinde sadece tarihi bir roman değil, tarihin acı ve az bilinen bir dönemini bize yaşatan bir roman.

Fırat Sunel’in ilk romanı Salkım Söğütlerin Gölgesinde adıyla, İstanbul’da, Profil Yayınları tarafından, 2011 Ocak ayında yayınlandı ve çok kısa bir zaman içinde beş baskı yaptı. Fırat Sunel, bu ilk romanında bir diplomat, bir başkonsolos olarak değil, deneyimli bir yazar, usta bir kalem olarak karşımıza çıkıyor. Romanın kurgusu, üslubu, estetik güzelliği, tanımlamalar, tasvirler, tarihi gerçeklerin öyküleştirilmesi, anlatılan olayların inandırıcılığı yazarın ustalığını ve konuya hakimiyetini gösteriyor.

Salkım Söğütlerin Gölgesinde adlı bu kitapta, 2. Dünya Savaşı döneminde, 1944 Kasım ayında, savaşın bitimine az bir zaman kala, Gürcistan’ın Ahıska Bölgesi’nde yaşayan yüz bin kadar Ahıska Türkünün, bir gecede zorla toplanıp, karda kışta hayvan vagonlarıyla Özbekistan’ın Fergana Vadisi bölgesine tehcir edilmesi, 40 gün süren bu ölüm yolculuğu sırasında otuz bin insanın hayatını kaybetmesi; tehciri hazırlayan olaylar, tehcir sonrasındaki gelişmeler, Ahıska Bölgesi’nde yaşayan çeşitli milliyetlerden insanların aralarındaki ilişkiler, Stalin döneminin korku rejiminin işleyişi, rejimin yıkılışı ve 65 yıl sonra Ahıska’nın durumu romanlaştırılmış.

Roman’ın geçtiği mekanlar

Bu roman Kafkaslarda, Türkiye’nin komşusu Gürcistan’ın Ahıska Bölgesi’nde geçiyor. Yazar “Horozlar ötmeden” ve “Ahıska” adlı birinci ve ikinci bölümlerde olayların geçtiği mekanları, buralarda yaşayan insanları, halkları, dinleri önbilgi olarak okuyuculara veriyor. Okuyucuyu anlatacağı maceralara, olaylara hazırlıyor.

“Ahıska, Posof Çayı’nın Kür Çayı’na karışmadan hemen ikiye böldüğü toparlak, çorak tepelerle çevrili” bir şehirdir. Ahıska’nın ortasında Posof Çayı akar. Şehrin iki tarafını büyük bir köprü birbirine bağlar. Posof Çayı’nın sağındaki çıplak, sapsarı tepelerin üzerinde Müslüman, Hıristiyan, Yahudi mezarları yanyana yatar. Bu mezarlar Ahıska’ya tepeden bakarlar. Posof Çayı’nın solunda ise kayalık bir tepe vardır. Bu tepenin üzerinde yüzlerce yıllık surlarıyla Ahıska Kalesi bulunur. Ahıska Kalesi’nin içinde de cemaatsiz kalmış, minaresiz Ahmediye Camii ve Medresesi tarihe tanıklık ederler. Ahıska Kalesi’nin yukarısında ise girenin sağ çıkmadığı meşhur Ahıska Hapishanesi vardır.

Ahıska’da “kimi tek, kimi iki katlı kesme taşlardan yapılan evler, düzgün Arnavut kaldırımı sokakların iki yanına inci gibi dizilmişti. Evlerin giriş kapılarının üzerindeki üçgen sundurmaları, Ermeni demir ustalarının hünerlerini sergileyen çiçek, geyik ve kuş motifleriyle bezenmişti.  Tenekeden yağmur olukları bile özenle süslenmişti. Bu şehirde bir arada yaşayan kimi az, kimi çok Türk, Ermeni, Gürcü, Kürt, Azeri, Hemşinli, Acaralı, Terekeme, Urum ve Yahudiler kendi aralarında Osmanlı’nın mirası Anadolu Türkçesi’yle anlaşırlardı.” (s.19)

Roman, Ahıska Bölgesi’de birbirine yakın komşu iki köyde yoğunlaşır. Bu köylerden biri çoğunluğu Türk olan 65-70 hanelik  Orsep Köyü’dür. Orsep Köyü, civardaki köylere göre daha yüksek bir tepenin üzerine kurulmuştur, Köyün önünde geniş çayırlar bulunur. Köy sırtını zirvesine kadar koyu yeşil renkli ladin, köknar ve çam ağaçlarıyla kaplı yüksek bir dağa yaslamıştır.

Diğeri ise, Gürcü ve Türk ailelerin karışık yaşadığı Hevot Köyü’dür. Hevot Köyü’nün hemen altından, kenarında salkım söğütler bulunan Uravel Deresi akar. Kitaba adını veren salkım söğütler işte bu salkım söğütlerdir.

Roman gelişimi içinde Anadolu’ya, 1924 Türkiye-Yunanistan arasında Lozan’da imzalanmış Sözleşme ve Protokol’a göre yapılmış Türk ve Rum Nüfusun Mübadelesi ile yalnızlaşmış olan İzmir’in Urla ilçesine, Petrograt’a, Erivan’a ve sonunda Özbekistan’ın Fergana Vadisi’ne kadar uzanır.

Roman’ın kişileri

Roman kahramanı, Ahmet Ağa’dır. Ahmet Ağa’nın karısı Selvi Hanım sessiz durur, ama olayların gözyaşı, duygulu dünyasıdır. Ahmet Ağa’nın oğlu Mehmet, Nazi Barbarlarına karşı anavatanını savunmak için cephede bulunmaktadır. Ahmet Ağa’nın ikinci oğlu Cemil, Nino’ya aşkını söyleyemeden 17 yaşında askere alınmıştır. Zehra ise Ahmet Ağa’nın tek kızıdır. Kocası savaşın içindedir. Ahmet Ağa’nın elde kalan tek oğlu 10 yaşlarındaki Ömer’dir. Ömer ile Gürcü Nika kan kardeşi olmuşlardır.

Ömer ile Nika’nın kardeşliği Roman’ın kırmızı hatlarından biridir. Ahmet Ağa’nın Rusça “Köpekçik” anlamına gelen Sabaçka adlı köpeği de Romanda önemli bir kişilik olarak yer almaktadır.

Roman’ın kahramanlarında birisi de, Orsep Köyü’nün öğretmeni, Ermeni Vitali Aramyan’dır. Muallim Vitali Efendi, çok iyi Türkçe bilir. Babası Ermeni, annesi Rustur. Amcaları bir zamanlar Güney Amerika’ya gitmişler, bir daha geri gelmemişlerdir. Vitali Aramyan, Petrograt şehrinde 1917 Devrim günlerinde yer almış, “Yoldaş Aramyan”dır.  İnanmış, zeki, yetenekli, hitabet gücü yüksek bir komünisttir. İç savaş yıllarında Beyaz Ordu’ya karşı Kızıl Ordu saflarında propagandacı olarak önemli görevler yerine getirmiştir. Bu nedenle kendisine Sovyetlerin en büyük nişanı olan Lenin Nişanı verilmiştir.

Vitali Efendi ile Ahmet Ağa arasında içten, derinden gelen bir dostluk ve vefa vardır. Bu dostluk ve karşılıklı vefa romanın başından sonuna kadar akıp gidiyor. Vitali Aramyan ile Ahmet Ağa arasındaki vefa ve dostluk Türk Ermeni dostluğuna da bir örnek teşkil etmektedir. Bu kitapta Hıristiyanlar, Ermeniler, Gürcüler aleyhinde tek bir sözcük yoktur. Tam tersine acıları paylaşmada, sevinci artırmada birbirlerine sarılırlar. Acıları da, sevinçleri de ortaktır.

Salkım Söğütlerin Gölgesinde, adlı bu romanda Ahıska’nın sosyal dokusunu meydana getiren her milliyetten insanlar kendi tipleri, alışkanlıkları, düşleri, aşkları, sevdaları, vefaları, kederleri, gözyaşlarıyla yer almaktadır:

Bunlardan başlıcaları şunlardır: Yahudi Moşe Efendi, Singerci Ermeni Terzi, kederli Ermeni pazarcı kadın, Salkalı Rum Eleni ve Urlalı aşkı Yorgo, Kakhetyalı Giorgi, Gürcü Nika, Nika’nın babası Şota ve dünyalar güzeli kimsesiz Nino.

Bu insanlar birbirleri aleyhine tek söz etmezler. Cepheden evlat acısı haberi geldiğinde birlikte üzülürler, birlikte gözyaşı dökerler. Bu kitapta, karşılıklı hoşgörü, karşılıklı saygı ve sevgi esas alınmıştır. Kine, nefrete, ırkçılığa yer yoktur.

Roman’ın üslubu

Yazar Fırat Sunel, romanın içeriğine uygun biçimi ve üslubu bulmuş. Öz ve biçime uygun olarak Türkçeyi ustaca kullanıyor. Türkçe onun kaleminden berrak bir su gibi şırıl şırıl akıp gidiyor. Yazar genellikle kurallı cümle kullanıyor. Yer yer yerel deyimlere, destanlara, ata sözlerine, şiirlere de anlatım gücünü artırıcı edebi araçlar olarak romanında yer veriyor. Kafdağı destanı, Zümrütü

anka kuşu, mübadele öyküleri bunlara örnektir.

Yazar, hiçbir yerde kimliğini, kendi düşüncelerini, değer yargılarını, yorumlarını açıklamıyor. Roman, üçüncü tekil şahıs ağzından anlatılıyor.  Fakat bazen kişiler, “ben anlatıcı” olarak da konuşuyor. Salkım Söğütlerin Gölgesinde, adlı bu romanın gücü ve güzelliğini artıran etmenlerin başında inandırıcı, samimi anlatım tarzı geliyor.

Romanın kurgusu

Salkım Söğütlerin Gölgesinde, çeşitli başlıklar altında sunulan 26 bölümden meydana gelmiştir. Her bölüm kendi başına okunduğunda bütünlüklü bir öykü gibidir. Bu şekilde bölümler,  iyi pişirilmiş, usta elinden çıkmış sağlam, düzgün tuğlalara benziyor. Roman bu tuğlalarla, sistemli bir bütünlük içinde, iyi düşünülüp taşınılmış mantık zinciriyle meydana getirilmiştir. Her bölüm diğer bir bölüme içten içe bağlıdır. Olaylar sürükleyici, merak artırıcı bir biçimde anlatılmaktadır.

Yazar Sunel, bu ilk romanında kurguyu ustaca sergilemiş. Romanda heyecan ve gerilim yeterince var. İnsan kitaba daha ilk satırlardan itibaren kendini kaptırıyor. Romandaki akıcı, sürükleyici üslup insanı sarıp sarmalıyor. Okuyucu kendini olayların içinde hissediyor. Kitaba başladıktan sonra elden bırakmak mümkün olmuyor.

Salkım Söğütlerin Gölgesinde şu cümlelerle başlıyor:

“Tek katlı taş okulun kapısı yıkılacak gibi çaldığında gün daha ağarmamıştı. Vitali Efendi söylenerek mahmur gözlerle kapıyı açtı. Bu köyde hayat gece karanlığında başlıyordu. Horozlar bile ötmemişti.”

Son cümleler ise şunlar:

“Kahrol Stalin!”

Rahatlamıştı.  Başını kendinden de yaşlı ceviz ağacına dayadı. Gözlerini kapadı. İçini huzur kapladı. Aşağılarda, Uravel Deresi’nin kenarında, eğri salkım söğütlerin  gölgesinde birbirlerine su atarak oynayan iki çocuğu görüyor, neşeli gülüşlerini duyuyordu.”

Dönüş

Ahıska Türkleri, 1944 yılından itibaren darmadağın bir şekilde Orta Asya’da yaşadılar. O dönem sürgün edilen bütün halklar anayurtlarına geri döndüler, ancak Ahıska Türkleri hâlâ ata topraklarına dönmelerinin önünde engeller bulunmaktadır.

Ahıska Türkleri, tehcirin tüm acılarını, felaketlerini yaşadılar. Ama bir gün anayurtlarına geri dönme ümidini hiç kaybetmediler. Bir kısmı Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Ahıska’ya döndü. Ama Ahıska artık, 60 yıl önceki Ahıska değildi. Ahıskalıların bazıları da Türkiye’ye geldiler. Türkiye onları belli yerlere iskan etti. Ahıskalılar, 65 yıllık uzun bir dönem içinde kopmuş olan hayatlarını sıfırdan başlayarak yeniden kurmaya çalışıyorlar.

Bu roman, Türkiye’ye yakın zamanlarda gelip yerleşen, Ahıskalıları anlamak açısında da çok önemli bir işlevi yerine getiriyor.

Salkım Söğütlerin Gölgesinde adlı bu roman,  Nazi orduları tarafından işgal edilmiş anayurtlarını savunmak için 30 milyon fazla evladını savaşta kaybetmiş bir ülkenin ve evlatları cephelerde kalmış ana babaların, eşlerin, kardeşlerin dinmeyen acılarını saygıyla anlatıyor. Aynı zamanda, cephe gerisinde olup biten çok önemli, çok acı olayları da çekinmeden, dürüstçe anlatıyor. Bir Türk yazarın, komşu ülke Gürcistan’da, Kafkaslarda olup bitenleri böylesine hakim dille anlatması da takdire şayan bir özelliktir.

Fırat Sunel, bu romanında zor işi başarıyla tamamlamış. Kalemine, aklına, fikrine  sağlık Fırat Sunel!

Yeni kitaplarınızı, romanlarınızı merakla bekliyoruz.

Bochum, 29 Eylül 2012,                                  Kemal Yalçın

 

Özyaşam

Fırat Sunel, 21 Şubat 1966 yılında Ödemiş’te doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İzmir’de tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Daha sonra Almanya’da Ruhr Üniversitesi’nde master yaptı. Öğrencilik yıllarında bir dönem serbest gazetecilik yaptı.

Meslek hayatına Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nda başladı. Diplomat oldu. Bangkok, Bonn, Essen ve Tiflis’te çeşitli mevkilerde görevler yaptı.

Salkım Söğütlerin Gölgesinde adlı ilk romanını, dört yıl Müşteşar olarak çalıştığı Tiflis’te ve akabinde Kafkasya Daire Başkanlığı döneminde yazdı.

Evli, Deniz ve Ege isimli iki çocuk babası olan Fırat Sunel, halen Almanya’da Türkiye Cumhuriyeti Düsseldorf Başkonsolosu olarak çalışmaktadır.