Geziler

Tayland-Vietnam Gezisi: Bölüm 7 – Vietnam Tarihi, Hanoi

Vietnam özgürlüğünü Fransa, Japonya ve ABD’ye karşı 30 yıl savaşarak kazanmış bir ülke! Vietnam yakılıp yıkılmış! Fakat özgürlüğüne susamış Vietnam halkı teslim olmamış, zafere ulaşmış! Vietnam halkı canı pahasına kazandığı özgürlüğün şerefini ve mutluluğunu yaşıyor şimdi!
Tayland-Vietnam gezisi izlenimleri.

Resim: Vietnam savaşında bir Amerikan saldırısı

 

Resim: Trang Bang köyünde napalm bombasıyla yanan kız çocuğu (Foto: Nick Ut)
Resim: Agent Orange yeşil öldüren kimyasal silah.

ABD Hava Kuvvetleri, 1962’den 1975’e kadar süren Vietnam savaşında 2. Dünya Savaşı’nda tüm savaş alanlarına atılan bomların üç katını Vietnam’a atmış. Toplam 7,5 milyon ton bomba! Ayrıca Vietnam’daki yeşil örtüyü yok edebilmek için 80 milyon litre biyolojik bomba atmış. Biyolojik ve kimyasal silahlardan 7 milyon insan etkilenmiş. Savaş biteli 42 yıl olmasına rağmen gerillanın saklandığı ormanlardakı yaprakların dökülmesini sağlayan kimyasalın etkisi devam hâlâ ediyor, hâlâ sakat çocuklar doğuyor. Kullanılan dioxin zehiri hâlâ etkisini gösteriyor, insanları kanser yapıyor. Savaşlarda yaklaşık 3,5 milyon sivil ve asker hayatını kaybetmiş.

Vietnam Savaşı 1960 sonrası Türkiye ve dünya sol hareketlerini derinden etkilemişti. 1968 öğrenci hareketlerinin temel sloganlarından bir: “Ho Ho Ho Şi Min, iki üç, daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam!” idi. ’68 Kuşağının beyninde, yüreğinde, kulaklarında hâlâ bu slogan çınlar! Ho Shi Minh, Ernesto Che Guevera, Fidel Castro dünyada emperyalizme karşı verilen bağımsızlık ve özgürlük savaşlarının sembolleri idiler. Artık onlar yüreklerimizde ve gençlik hatıralarımızda yaşıyorlar!

2016 yılında oğlum Şafak Kuzey ve Güney Vietnam’a gitmiş, Hanoi ve Ho Shi Minh şehirlerini görmüş ve çok etkilenmiş. “Baba Vietnam’ı senin de görmeni istiyorum! Vietnam ilginç bir ülke, seni de çok etkileyecektir!” demişti. “Ancak seninle birlikte gidebilirim. İngilizce tercümanlığımı sen yapacaksın!” dedim. Kabul etti. İşyerinden izin aldı. On gün Tayland’ı dolaştıktan sonra, 2 Ağustos 2017 günü Bangkok-Hanoi uçağına bindik. Uçağın penceresinden Vietnam seyrederek Hanoi Havaalanı’na indik.

Resim: Şehir merkezine yaklaştıkça bütün yollar motorsikletlerle dolmaya başladı.

 

Hanoi yaklaşık 3,5 milyon nüfuslu bir başkent. Havaalanı’ndan şehir merkezine giderken dükkânlara, yol kenarlarına, elektrik direklerine asılmış sarı yıldızlı kırmızı Vietnam bayrakları asılmış. Bazı binaların ön cephelerine büyük Ho Shi Minh resimleri var! Şehir merkezine yaklaştıkça bütün yollar motorsikletlerle dolmaya başladı. Tayland da bile bu kadar motorsiklet görmemiştim! Yüzlerce, binlerce motorsiklet!

Resim: Hanoi sokakları

 

Resim: Hanoi’de canlı gece hayatı

Otele yerleştik. Biraz dinlendikten sonra Ho Chi Minh Müzesi’ne gittik. Merdivenlerden çıkarak Ho Chi Minh heykelinin bulunduğu yuvarlak salona vardık! 50 yıl önce “Ho Ho Ho Şi Ming!” diye haykırdığım kahraman karşımdaydı! Tüylerim diken diken oldu! Saygı duruşuna geçtim! Türkiye’den, Almanya’dan dostlarım, Denizlili Süleyman Boz, Malatyalı Kâzım Güzel “Vietnam’a, Ho Amca’ya bizden selam söyle!” demişlerdi. Selamlarını Ho Shi Minh’e ilettim! Gülümsedi! Tanırım Türkiye’nin yiğit evlatlarını! Benim selamımı da Türkiye’ye, Türkiye’nin yiğit evlatlarına ilet lütfen!” dedi.

Resim: Ho Chi Minh müzesi

Ho Chi Minh Müzesi sadece Ho Chi Minh’i değil, tüm Vietnam halkının mücadelesini, Vietnam için mücadele etmiş insanların, kahramanların hayatlarını, hatıralarını da kucaklıyor. Kahramanlar kendi hayatlarını, mücadelelerini videolarla canlı olarak anlatıyorlar.

Birçok öğrenci tarih dersi için öğretmenleriyle birlikte müzeye geliyor. Müzenin dışında gaziler oturmuşlar. Kiminin kolu yok, kiminin bacağı! Ama gülümsüyorlar! Kazanmanın onurunu yaşıyorlar! Yaşlı biri eli olmayan birinin ayak tırnaklarını kesiyor!

Bir Türkiye’deyim bir Vietnam’da! Bir dünü yaşıyorum, bir bugünü! Gençlik yıllarım, İstanbul Üniversitesi’nde, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda geçen o müthiş, o heyecanlı, o umutlu zamanlar aklıma geliyor! Hep bir ağızdan haykırdığımız ideallerimiz, yeni bir dünya özlemimiz; ekmek, gül ve özgürlük şarkıları çınlıyor kulaklarımda! İçim içime sığmıyor! Ağlamak geliyor içimden! “Dur Kemal, dur! Şafak’ın yanında ağlama! Oğlunu üzme!” diyorum kendi, kendime! “Ağlamam, ağlamam ben!” diyerek dişimi sıkıyorum!

Resim: Müzede Ho Chi Minh çalışma odasında heykel

Müze’nin merdivenlerinden indik. Çok düzenli ve bakımlı parkın içinden geçerek Ho Chi Minh Anıt Kabiri’ne gidiyoruz! Duygusallığımı bastırabilmek için Şafak’ın resimlerini çekiyorum. Şafak da gülmüyor! “Oğlum biraz gülümse!” diyorum düğmeye basarken!

Resim: Ho Chi Minh müzesinin bahçesi
Resim: Hanoi Ho Chi Minh Anıtkabiri’nin önündeki büyük meydan

Ho Chi Minh Anıt Kabiri’ne vardık! Ağaçların arasından devrim şarkıları geliyor dalga dalga! Bağıra bağıra değil hafif hafif, rüzgâr esintisi gibi bir ses! Fakat sessizlik, çığlık etkisi yapıyor insanın üzerinde! Beyaz üniformalı askerler tek sıra halinde yürüyerek nöbet değiştiriyorlar! Ağaçlar, insanlar, dünya Ho Shi Minh’e duydukları saygıyla sessizleşmiş! Yanımızdan geçen çocuklar bile sessiz! Anıt Kabrin merdivenlerine kadar yaklaştık! Rengarenk çiçeklerin arasından bir ses geliyor, insanın yüreğine işliyor!

Resim: Ho Chi Minh Anıtkabir’i

O ses aldı götürdü beni Türkiye’ye, İstanbul’a… Yıl 1969, 1970! Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda Felsefe Mütalaa Salonu’ndayım! İbrahim Kaypakkaya orada. Elinde General Giap’ın kitabı! Hüseyin Aslantaş da orada! Onun da elinde Ho Shi Minh’in kitabı! Benim elimde Politzer’in yazdığı Felsefe’nin Temel İlkeleri. Felsefe bölümündeyim, felsefeyi öğrenmeye çalışıyorum. Vietnam savaşını konuşuyoruz. Hüseyin heyecanla Ho Chi Minh’i anlatıyor! İbrahim Kaypakkaya halk savaşından söz ediyor. Sonra Halit Koçer, İbrahim Özdemir katılıyor sohbetimize. Hepimiz tertemiz umutlarla heyecanlanıyoruz! Mümkün olsa uçup gideceğiz Vietnam’a!

Resim: Beyaz üniformalı askerler Anıtkabir önünde nöbet tutuyor. Ağaçların arasına yerleştirimiş hoparlörlerden devrim şarkıları geliyor dalga dalga!

Sonra şakalaşarak Sarı Yatakhane’ye gidiyoruz! Bir zaman geçiyor! Gün mü, yıl mı belli değil! Hüseyin benden üç ranza ötede üstte yatıyor. Yatmadan önce ezberinden Nazım’dan şiirler okuyor: Davet, Tahir ile Zühre, Karayılan, Hava Kurşun Gibi Ağır!

Sonra yatma vakti geldi! Ben aşağı kata çoraplarımı yıkamaya gidiyorum. Bir anda üç dört el silah sesi geliyor. Elimdeki ıslak çoraplarla kendimi dışarı atıyorum! Bağırış çığırış! Bir sessizlik oluyor! Yatakhaneye giriyorum! Uzun koridorda ölüm sessizliği var! Bizim koğuşun kapısına vardım! Hüseyin Aslantaş uzanmış yerde yatıyor! “Hüseyin! Hüseyin kalk!” diyorum. Hüseyin kalkmıyor! Başı sola yatmış, kan akıyor! Başını çevirmek için sol elimi uzatıyorum! Parmaklarım parçalanmış sıcacık beynine giriyor! Parçalanmış kemikleri iğne gibi parmaklarıma batıyor! “Hüseyin’i vurmuşlar! Vurmuşlar Hüseyin’i! Açın kapıyı, açın!”

Bir anda kapı açılıyor! Hepimiz şok geçiriyoruz! Halit Koçer içimizde en soğuk kanlımız! “Hüseyin ölmemiş! Hüseyin ölmez! Tutun hastaneye yetiştirelim!” diyor. Hüseyin’i kucaklayıp koşuyoruz! Çapa’nın demir kapısını zincirlemişler! Açacak kilidimiz yok! 20-30 genciz! Kapıyı yerinden söküp atıyoruz kenara! Hüseyin’in hastaneye yetiştiriyoruz!

Hüseyin Aslantaş üç gün daha yaşadı. İstanbul Üniversitesi bahçesinde tören düzenledik. 30 000 kadar genç marşlarla, sloganlarla uğurladık Hüseyin’i! Hüseyin’i Sirkeci’ye arabalı vapur iskelesine götürürken: “Ho Ho Ho Şi Ming, iki üç, daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam!” sloganlıyla inlettik İstanbul sokaklarını!

O yıllarda başlamıştı dinci, şeriatçı akımlar okullarda, üniversitelerde örgütlenmeye ve silahlanmaya. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu idaresi ve polis dincileri, şeriatçıları ve Türkeşçileri destekliyordu. Çapa’nın mescid odası silah deposu olarak kullanılıyordu. Öğrenciler sağcı, solcu, şeriatçı diye gruplara ayrılmıştı. 800 kadar yatılı öğrenciydik. Erkekler yatakhanesinin koğuşları solcu, ülkücü, şeriatçı diye ayrılmıştı. Biz solcular koğuşunda kalıyorduk. Bizim koğuşun karşısında şeriatçılarla Türkeşçiler birlikte kalıyordu. Hüseyin’i öldürenler bu yatakhanede kalanlardandı. Cinayeti görenler vardı. Fakat Hüseyin’i vuranlar belli olmadı. Hüseyin’i devrimcilerin öldürdüğünü iddia ederek, Hüseyin’in dört arkadaşını tutukladılar. Yargılamalar sonunda onlar da bırakıldı. Hüseyin kim vurduya gitti!

Dün gibi, bugün gibi aradan 50 yıl geçmiş! Ve ben Ho Shi Minh’in Anıt Kabri önündeyim! Hüseyin’in beynine giren parmaklarım titriyor! Hüseyin’in sesi, Hüseyin’i uğurlayan binlerce gencin sesi beynimin içinde çınlıyor, gözlerimden yaş olup akıyor!

“Baba, baba! Ağlama!” diyor oğlum!

“Hüseyin Aslantaş’ın beyninin sıcaklığı var elimde! Parçalanmış kafatası kemikleri batıyor hâlâ parmaklarıma!” diyebiliyorum.

Nefesim boğazıma düğümleniyor! Anlatamıyorum! 50 yıl sonra bunları mı anlatmalıydım oğluma? Oğluma, evlatlarımıza özgür, mutlu, refah bir ülke bırakamadığım, bırakamadığımız için hüzünleniyorum!

“Baba, sen görevini yaptın! Yapıyorsun! Yazıyorsun! Bunları da yaz!”

“Yazacağım oğlum! Elim kalem tuttukça yazacağım! Hüseyin’in, Hüseyinlerin ideallerini gerçekleştirmek için yazdım ve yazacağım!”