Şeyh Bedreddin tekke köşelerinde post üstünde ömür tüketmiş şeyhlerden değildir. O, Osmanlı padişahlığının zulüm ve zorbalığına başkaldırmış; düşüncelerini eyleme dökmüş engin bir hukuk bilgini, büyük bir filozof ve idealleri uğruna canını vermiş büyük bir dava adamıdır. Bedreddin, ortaçağın karanlığında, feodal toplumun bağrında, Anadolu´da göğü fethetmeye kalkanların ilklerinden; toplumsal gelişim tarihimizin ve ilerici kültürümüzün temel taşlarından biridir. Şeyh Bedreddin´in felsefi görüşleri ve siyasal mücadelesi Türk düşünce tarihinde tamamlanmayan aydınlanma adımlarının en önemlilerindendir.
Bedreddin, baba tarafından savaşa ve bilime önem veren bir soydan gelir. Dedesi Abdülaziz Selçuklu vezilerindendir. Osmanlı hükümdarı Murad Bey´in Rumeli´yi fetih mücadelesinde Dimotoka´nın fethi için görevlendirilmiş; çataşmalarda pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Babasının ölümünden sonra görevi oğlu Gazi İsrail almıştır.
Gazi İsrail Konya´da hukuk eğitimi görmüştür. Daha sonra Semerkand´a giderek huhuk bilgini Abdülmelik´ten ders almıştır. Geniş hukuk bilgisine sahip Gazi İsrail Dimotoka´nın alınmasından sonra Edirne yakınlarındaki Sımavna Kal´asını da zapt etmiştir. Sımavna Bizans´ın bir tekfurluğu idi. Fetihten sonra tekfurluğun malları Gazi İsrail savaşçıları arasında paylaşıldı. Gazi İsrail tekfurun kızını kendisine ayırdı. Hıristiyan olan bu kız Müslüman olup Melek Hatun adını aldı. Gazi İsrail ile Melek Hatun´un evliliklerinden Bedreddin dünyaya geldi. Gazi İsrail uzun yıllar Sımavna´da çiftçilik ve kadılık yaptı.
Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, torunu Hafız Halil´in yazmış olduğu “Manakıb”a (1) göre1358-1359´da Edirne yakınlarındaki Sımavna´da doğmuş ve 20 Ocak 1415´de (bazı kaynaklara göre 1417 yada 1420´de) şimdiki adı Siroz olan Yunanistan´ın Mekadonya Bölgesi´ndeki Serez´de düşünceleri ve siyasal mücadelesi yüzünden “malı haram, kanı helaldir” fetvasıyla idam edilmiştir.
Eğitimi:
Şeyh Bedreddin, yaşadığı dönemin bilim ve kültür merkezleri olan Bursa, Konya, Kudüs ve Kahire´de öğrenim görmüştür. Kelam, sahihin, astronomi ve özellikle Kahire´de Mübarekşah Mantıki´den ilahiyat dersleri almıştır.
Mısır´da Memlük Sultanı Melik Zahir Berkuk tarafından davet edildiği bilimsel bir toplantıda Huseyn-i Ahlati ile tanışmış ve daha sonra ondan tasavvuf okumuştur. Bir ara Tebriz´e gidip Timur´un huzurunda yapılan bilimsel tartışmalara katılmıştır.
İran´dan döndükten sonra, Ahlati, Bedreddin´e hilafet verip kendi yerine Şeyh tayin etmiştir. Ahlati´nin 1397´de ölümü üzerine, Mısır´daki tekkesinde altı ay şeyhlik etmiş; fakat müridlerinin çekememezlikleri yüzünden şeyhliği terkedip Masır´dan ayrılmıştır. Bedreddin´in şeyhlik ünvanı buradan gelir. Fakat O, eserlerinde hiçbir zaman şeyh ünvanını kullanmamıştır. Bedreddin eğitimini tamamlamak, bilgisini artırmak için ayrıldığı Edirne´ye, 24 yıl sonra 1406´da dönebilmiştir.
Felsefi görüşleri:
Şeyh Beddreddin özgün felsefi görüşleri bulunan, ve bu görüşlerini kitaplaştırmış olan az sayıdaki Türk düşünüründen biridir. İdamından sonra, tüm Osmanlı devleti döneminde bir daha Bedreddin gibi bir düşünür gelmemiştir. Onun ve Seyyid Nesimi´nin 1420´de, Uluğ Bey`in Semerkand´da 1420´de katledilmesinden sonra Türk düşüncesinin can damarı, zenginlik kaynağı kurumuş gibidir.
Bedreddin Anadolu´nun ve Avrupa´nın çalkantılı, sancılı bir döneminde yaşamıştır. Doğduğunda Osmanlı devleti kurulalı henüz 60 yıl olmuştur. 40 yaşlarına geldiğinde 1402´de Osmanlı orduları Ankara önlerinde Timur´a yenilmiş; Yıldırım Beyazıt´ın dört oğlu arasında kanlı iktidar kavgası başlamıştır. Anadolu baştan sona yağmalanmış, halk perişan olmuştur.Tarihin akışı sanki anaforlamış gibidir. Taht için kardeşler birbirini boğazlamaktadır. Şeyh Bedreddin uzun bir yolcuk yaparak, geçtiği yerlerdeki Türk, Rum ve diğer halkların perişanlığı görüp sarsılarak 1406´da Edirne´ye dönebilmiştir. Taht kavgası veren kardeşlerden Musa Çelebi´nin tarafını tutmuştur. Musa Çelebi´nin kardeşini yenip tahtı ele geçirdiğinde Bedreddin´i Osmanlı Devleti´nin en üst bilim mertebesi olan Kadıaskerlik makamına atamıştır. Kadıasker olarak Musa Çelebi´nin yaptığı her savaşta yanında yer almıştır. Bu dönemde zamanın yargıçlarına kolaylık olması amacıyla bir medeni kanun niteliğindeki en önemli eserlerinde biri olan “Camü-ul Fusûleyn”i yazmıştır. Musa Çelebi´nin Bizans ve Sırp kırallığının desteğini alarak saldıran kardeşine yenilmesinden sonra Bedreddin İznik´e sürgün edilmiştir.
Sürgün döneminde “Teshil” adlı eserini yazıp 3 Eylül 1415`de bitirmiştir.
Bedreddin´in yaşadığı yüzyılda Avrupa´da şavaşlarla kaynamaktadır. Fransa ile İngiltere arasındaki Yüzyıl Savaşları 1337´de başlamıştır. Ama bu yüzyılda Avrupa´da bilim, sanat, teknik gelişim içindedir. 1200 yılında kurulan Paris Üniversitesi´ni çeşitli ülkelerde kurulan üniversiteler izlemiştir. Amerika henüz keşfedilmemiştir. Meksika´da Aztek Medeniyeti parlak dönemini yaşamaktadır. Doğu´da İpek ve Baharat Yolları canlılığını korumaktadır Timur İmparatorluğu´nun başkenti Semerkant Orta Asya´nın bilim, kültür ve ticaret merkezidir. Timur´un torunu Uluğ Bey, kendi adıyla anılan Medresesini ve Rasathanesini kurmuş; gözlemleriyle güneş sistemini keşfetmiştir. Şeyh Bedreddin´in Uluğ Bey bilimsel çalışmalarında, bulgularında haberi vardır.
Uğruna canını verdiği düşüncelerini ve “ kadınlar müstesna olmak üzerre, yiyecek, giyecek, hayvanlar ve toprak gibi şeylerin hepsinin toplumun ortak malı olduğu”; dinler ve halklar arasında kardeşliğin savunulduğu eşitlikçi bir toplumsal düzeni müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal 1414-1417 yılları arasında, Aydın yakınlarındaki, şimdiki Ortaklar´ın bulunduğu bölgede ve Manisa´da kurup hayata geçirmişlerdir.
Bu eşitlikçi toplum düzeni üç yıl kadar yaşayabilir. Önce Börklüce Mustafa kuvvetleri Padişah Mehmet Çelebi´nin görevlendirdiği İzmir Sancak Beyi Aleksandr kuvetlerinin saldırısını püskürtür. İsyanın büyümesi üzerine Vezir-i Azam ve Beylerbeyi Bayezid Paşa ile Şehzade Murat Trakya ordusu ve Anadolu´daki çeşitli kuvvetleri toplayarak tekrar Börlüce Mustafa güçlerine saldırır. Karaburun dağlarında yapılan savaşı kaybeden Bedreddin taraftarları kılıçtan geçirilir.
Bedreddin´nin savunduğu ve yaşama geçirdiği eşitlikçi toplumsal düzen; Batı´da İngiliz düşünürü Thomas More (1478-1535) tarafından yüz yıl kadar sonra bir ütopya olarak dile getirilmiştir.
Bedreddin´in savunduğu ve yaşama geçirdiği toplumsal ve siyasal görüşlerin nereden ve nasıl geldiğini anlamak için onun felsefi görüşlerini incelemek gerekir.
Şeyh Bedreddin´in felsefi görüşleri, Yunan felsefesinin İskenderiye, Hatay-Urfa-Harran felsefi okulları; Ortadoğu ve Anadolu halkları tarafından sürdürülüp getirilen felsefi düşünce zincirinin 14. ve 15. yüzyıldaki önemli bir halkası; antik felsefe, İran, Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu kültürlerinin bir sentezidir.
Onun bilinen ve bu güne kadar korunup Arapçadan türkçeye çevrilmiş olan felsefi eseri, 1407 yılında yazılmış olan Varidat´tır.
Sözcük anlamı tanrısal esinler, Tanrı tarafından kalbe doğan sözler olan Varidat´ta ele alınan konular; mutlak varlık, varlığın birliği, varlığın birliği ile cisimlerin çokluğu çelişkisi ve tümel-tekil karşıtlığıdır.
Şeyh Bedreddin´in felsefi görüşlerinin odak noktası varlığı birliği ile mutlak varlık anlayışıdır. O´na göre Mutlak Varlık (Tanrı) öz bakımından her şeyden arınmıştır, bağımsızdır. Ama görünmeye, görünüre çıkmaya özel bir eğilimi vardır. Bu görünme Mutlak Varlık´ın meydana çıkma, görünme, belli olmasını şart koşar. Görünmemesi mümkün değildir. Bu nedenle Mutlak Varlıkla, onun görünümü olan Alem, Mutlak Varlık´la beraber mevcuttur. Alem, Mutlak Varlık´ın yani Allah´ın suretidir, görünümüdür. Alemdeki her şey Allah´ın, Mutlak Varlık´ın niteliği ve görünümüdür. Allah her şeydir; her şey de ondadır. İnsanın organları nasıl ki insandan başka bir şey değilse; tek tek organlar, insan bütününün özelliklerinin bir kısmını taşıyor ve meydana getiriyorsa; bunun gibi bütün varlıklar da Tanrı´dır. Her şey Allah´tır. Bu bakımdan her hangi bir şey, bir varlık, bir insan “Ben Allah´ım!” diyebilir. Bu gerçek bakımından doğrudur. Mutlak Varlık´a, Allah´a oranla her şey Allah´ın nitlelikleriyle bezendiğinden her şey eşittir. İnsanlar eşittir.
Böylece Şeyh Bedreddin, varlığın birliği düşüncesinden,”İnsanlar eşittir!”sonucuna ulaşır. Bu düşünce O´nun siyasal mücadelesinin felsefi dayanağıdır.
Varlığın birliği teorisinden kalkarak, Bedreddin, Mutlak Varlık ile Alem ilişkisinin niteliğini açıklamaya çalışır. Evrenin bir yaratan tarafından yaratıldığını; bir gün yok olacağını savunan idealizm ve dinsel doğmaların tersine, Bedreddin´e göre; “evren sonradan yaratılmamıştır. Önüne ön yoktur, sonuna da son konamaz. bunun içindir ki, kıyamet kopmaz. Kıyamet ölümdür. (Varidat)
Bedreddin´in çözmeye çalıştığı, felsefi görüşlerinin merkezi haline getirdiği varlığın birliği ve düşünce ile varlığın ilişkisi sorunu bir çok felsefi sistemin; özellikle de modern felsefenin temel sorunlarındandır. Düşüncenin varlığa, ruhun doğaya ilişkisi sorunu çeşitli felsefe sistemleri tarafından çözülmeye çalışılmıştır. Bu sorun, kendini, İslam felsefesi ve özellikle tasavvuf felsefesinde varlığın birliği ve varlığın mutlaklığı temelinde gösterir. Dayanaklarını da Platon ve Aristoteles sistemlerinde bulur.
Platon´un iki ayrı dünya kavrayışını, Aristoteles birleştirmeye çalışır. Şeyh Bedreddin´in Mutlak Varlık ve varlığın birliği düşüncesi Aristoteles´inkine benzer. Aristoteles´de tek tek nesnelerin özü ve varoluş nedeni “idealar” iken; Bedreddin´de bu, tümellerin tümü olan mutlak varlık olmuştur.
Şeyh Bedreddin, ruh ile maddenin ilişkisi sorununu; ruhun meydana gelişini, doğrudan, maddede nedenlerin toplanması ile açıklayarak şöyle der: “… maddede, nedenlerin toplanması yüzünden ruha istidat (kazanılmasına doğal eğilim) hasıl olunca ve kabiliyeti tamamlanınca onda, … ruh zuhur eder.” (Varidat 33. paragraf)
Bedreddin bu görüşündan hareketle ruhun madde ile ilişkisinde ağırlığı maddeye verir. “Bütün mertebeler, cisimler aleminde mevcut olup, cisimler ortadan kalksa ruhlar ve mücerredattan olan başka şeyler de ortandan kalkar gider.” der (13. paragraf)
Bu nedenle maddesi ölen, yok olan ruhun Kur´an´da yazıldığı gibi yeniden dirilmesi; Hıristiyan inancına göre İsa´nın dirilip yeniden yeryüzüne dönmesinin beklenmesini saçma bulur. ”Bu beden ve bedenin parça buçukları için dağılıp yok olduktan sonra, evvel nasıl idiyse, o şekilde bir varoluş, bir dirilip vücuda geliş yoktur. (2. paragraf) Bedreddin düşüncesini daha da somutlayarak şöyle der: “… Peygamberlerin zamanından beri sekiz yüz yıl geçti de avamın hayal ettiği şeylerden hiçbiri zuhur etmedi; daha da binlerce yıl gelir geçer de, onların hayal ettikleri şeylerden hiçbiri olmaz; sandıkları gibi cesetler de haşredilmez. (dirilmez)” (74. pa-ragraf)
Şeyh Bedreddin´in 1407 yılarında, ruh ile madde ilişkisini, Kur´an´ın dediğinin tersine böylesine açık seçik koyabilmesi onun büyüklüğünü ve cesaretini gösterir. Ama O, bununla da kalmaz cennet, cehennem, ahiret, huri, melek gibi Müslümanlığın temel inançlarının tutarsızlığını da göstermeye çalışır:
“Bil ve şüphe etme ki, haberlerde gelen, eserlerle yayılan cennet, cehennem, köşkler, ağaçlar, meyveler, nehirler, azap ve bunlara benzer şeyler, bu sözlerin dış yüzündeki anlamından ibaret değildir. (1. paragraf) “Bil ki cennet dünyaya aid olsun, her yüce hale, her mertebeye ve durağa denir. … Artık uyan da cennet, cehennem, ateş, huriler, köşkler nelerdir anla.” (73. paragraf)
Bedreddin´in bu görüşlerini günümüzde bile açık açık dile getirmek zordur. Şeriaçı, doğmatik dinsel görüşlere açıktan cephe almayı gerektirir.
O´nun amacı insanları cennet, cehennem gibi boş, saçmakuruntu ve avuntular yerine içinde yaşadıkları gerçek dünyaya yöneltmektir. İnsanın Mutlak Varlık´a ulaşması için içten bir yönelim duymasını; bunun için harekete geçmesini, iş yapmasını ister. Bilgi ile eylemi bir bütün sayar. Görüşünü, “Amelsiz bilgi, inançsız amele benzer; yahut da ruhsuz beden gibidir.” (25. paragraf) sözleriyle açıklar.
Ayrıca, bilgi ile eylem arasındaki bütünlüğü sadece felsefe alanında değil; günlük hayatta, siyasi mücadelede ilke edinir. Bunun için felsefi açıklamalarının yanında, müridlerine nasıl haredet etmeleri konusunda öğütler de verir:
“Bizden ipucu gösterip ele vermek, dostardan da çalışmak. Gönül alemi sonsuzdur; her zaman, o zamana göre yüz gösterir; acele etmemek gerek. Her meyvanın bir vakti var; ama adamakıllı çalışmak gerek; tembellik etmek değil.” (34. paragraf)
Şeyh Bedreddin görüşlerini yaşadığı dönemin dinsel ideolojisinin kavramları, felsefi kategorileri ile açıklar. Başka türlüsü de olamazdı. Avrupa ortaçağın skolastik felsefesini henüz aşamamıştı. Yeni yeni rönesansın ön adımları atılıyordu. Dinsel doğmaların sarıp sarmaladığı felsefe adım adım, için için kendi kendisiyle hesaplaşmak; olumsuzun olumsuzlanmasıyla önünü açması gerekiyordu. O´nun felsefi görüşlerinin ilerici özü de buradadır. Bedreddin´i bu gün bile canlı kılan insanların eşit olduğu bir dünya için mücadelenin zorunluluğunu kavratan; ve yaşadığı dünyayı sırf kavratan değil, aynı zamanda değiştirmek için savaşan kişiliğidir.
Bu özelliği yüzünden tüm Osmanlı döneminde görüşleri ve kitapları yasaklanmış; Varidat toplattırılıp yakılmıştır. Elimizde olan el yazma nüshalar, çoğunlukla Bedreddin´in müridleri tarafından korunup bu günlere getirilmiştir.
Şeyh Bedreddin´in eserleri
Bedreddin´in torunu Hafız Halil´in yazmış olduğu “Manâkıp-ı Şeyh Bedrüddin İbni Kaadıy İsrail” adlı kitapda (İstanbul Belediyesi Kütüphanesi Muallim Cevdet Kitapları arasında K.157 numarada kayıtlıdır) tesbit edilmiş olan Bedreddin´in eserleri şunlardır:
1. Ukudü´l – Cevâhir
2. Letâif-ül İşârât
3. Camü-ul Fusûleyn
4. Teshil
5. Nûrü´l Kulûb Tefsiri
6. Vâridat
Ayrıca Şeyh Bedreddin´in hafız Halil´in sözetmediği, Çarâg al Futûh adlı gramer üzerine bir kitabı daha vardır. Tek nüsha elyazması, Bursa´da Ulucami Kütüphanesi´ndedir.
Bu güne kadar sadece Varidat´ın tamamı Türkçeye çevrilip yayınlanmıştır.
Bedreddin´in eserlerinin konuları:
Camü-ul Fusûleyn:
Şeyh Bedreddin, Edirne´de, Kadıaskerliğe atandıktan sonra, zamanın yargıçlarına yargılamada kolaylık olması amacıyla yazmıştır. “Medeni Kanun” niteliğindedir.
Letâif-ül İşârât:
Mevcuduna kitaplıklarımızda rastlanmamıştır. Menâkıbname´de verilen bilgilerden ve Teshil´in önsözünde Şeyh Bedreddin´in yapmış olduğu açıklamalardan bu eserin varlığını ve içeriğinde fıkhın Ahiret´e ve dünya işlerine ait yönlerinin ele alındığını öğrenebili-yoruz.
Teshil:
Bedreddin´in kendi verdiği bilgilere göre, 29 Aralık 1413´de Edirne´de yazılmaya başlanmış; 3 Eylül 1415´de, İznik´de sürgündeyken bitirilmiştir.
Teshil, Letâif-ül İşârât´ın anlaşılması güç bazı konularının şerhinden meydana gelmiştir. Bedreddin´in toplumsal ve hukuksal görüşlerini anlamamıza yardımcı olacak temel kaynaklardan biridir. Yalnızca önsözünün bir bölümü Türkçeye çevrilmiştir.
Camü-ul Fusûleyn ve Teshil´in her biri bin sayfadan fazladır. Bu iki eser de henüz tam olarak Türkçeye çevrilip yayınlanmamıştır.
Toplumsal Mücadele tarihimizin ve felsefi düşünce tarihimizin temel taşlarından olan Şeyh Bedredin´in tam ve doğru olarak anlaşılabilmesi için, bu değerli eserlerin Türkçeye çevrilip yayınlanması gerekmektedir.
Bu iki eserin çeşitli el yazma nüshaları bulunduğu kitaplıklar ve kayıt numaraları şunlardır:
——————————————————————————————————————————-
Eserin ismi Çoğaltma tarihi Bulunduğu kitaplık Kayıt numarası
——————————————————————————————————————————-
Camü-ul Fusûleyn 814 H/1411 Süleymaniye Damad İbrahim Paşa 505 / (?)
818 H/1415 “ Bağdatlı Vehbi Efendi 582/ 583
823 H/1420 “ Fatih 1558
864 H/1459 “ Damad İbrahim Paşa 504
865 H/1460 “ Damad İbrahim Paşa 503
868 H/1463 Kültür Bakanlığı Cebeci Halk Küt. 1904
874 H/1469 Süleymaniye Fatih 2288
903 H/1497 “ Damad İbrahim Paşa 502
945 H/1538 “ 418
976 H/1568 “ Lâleli 1252
– – “ Chr. 606
– – “ Hacı Mahmud Efendi 968/2
– – “ Hâlet Efendi 119
– – Bayezıd Devlet Küt. Veliyüd´din Ef. 1066
– – “ “ 1067
– – “ “ 1068
– – “ “ 1069
– – “ “ 1070
– – “ “ 1426
– – “ “ 1427
Teshil 818 H/1415 “ “ 1211
– – “ “ 1212
– – “ “ 2303
855 H/1451 Süleymaniye Fatih 1749
– – “ Damad İbrahim Paşa 2841/2
– – “ Şehid ali Paşa 837
——————————————————————————————————————————–
(Kaynak: Bütün Yönleriyle Bedreddîn, Necdet Kudakul, Döler Reklam Yayınları, s:146)
Şeyh Bedreddin´in kemiklerinin başına gelenler
Şeyh Bedreddin´i okuyup araştırırken O´ndan günümüze kalan izleri ve mezarını bulmaya çalıştım. İdam edildiği Serez´i ve türbesini merak ettim. Yunanistan´daki Bedreddin´i seven Türk ve Anadolu Rumu arkadaşlar 1986 yılında şimdiki adı Siroz olan Serez´e gittiler. Bedreddin´den iz aradılar. Birkaç cami ve türbe yıkıntısı dışında bir iz bulamadılar. Bedreddin´in türbesi yıkılmış, kaybolmuş.
Bedreddin´in kemiklerinin Türkiye yakasında başında gelenleri ise kendim araştırdım. Bulduğum bilgilerin özeti şöyle:
Şeyh Bedreddin´in Serez´deki mezarı, müridleri tarafından türbe haline getirilerek 1924 yılına kadar korunmuştur. 1924 yılında Lozan´da Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan Müslüman ve Ortodoks halkın zorunlu mübadele antlaşması gereğince Yunanistan´daki Müslüman ahali Türkiye´ye gelirken; Serezli Bedreddin Müridleri Bedreddin´in kemiklerini mezardan çıkararak İstanbul´a getirirler. Kemikleri İstanbul´daki türbelerden birine gömmek için Bakanlar Kurulu´ndan izin isterler. Fakat gerekli izin 1961 yıkına kadar verilmez. Bedreddin´in kemikleri bir çinko sandık içinde 37 yıl Sultan Ahmet Camii Mahfili´nde ve Topkapı Sarayı bodrumunda bekletilir. En sonunda Bakanlar Kurulu´ndan 23. 10. 1961 tarih ve 5-1840 sayılı izin kararı çıkar. 29. 11. 1961 günü gizlice Çemberlitaş´daki Sultan Mahmud Türbesi Haziresi´ne defnedilir. Kabirin etrafı elalade taşlarla çevrilir. Mezar yapılmaz. Taşı dikilmez, kitabesi yazılmaz!
1987 yılına kadar geçen 36 yıl içinde, Şeyh Bedreddin´e yakışır bir mezar yapılıp, başına kitabesi yazılı bir mezar taşı bile dikilmemiştir. Zamanla kabrin üstüne ayva, asma ağaçları dikilmiş, yeşil alan haline getirilerek Bedreddin´in mezarı bilinçlice kaybedilmiştir.
1990 sonrasında bazı dernekler Bedreddin´e mezar yaptırılması için girişimlerde bulundular. Sonuç alınamadı.
Ben de 1992´de dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar´a Şeyh Bedreddin´in kemiklerinin başına gelenleri anlatan bir mektupla başvurdum. Belge ve fotoğraflar gönderdim. Bedreddin´e yakışır bir bir mezar yaptırılmasını, başına kitabesinin diktirilmesini ve Camü-ul Fusûleyn, Teshil ve Çarâg al Futûh adlı elyazması eserlerin Türkçeye çevirtilerek yayınlatılmasını istedim. Yanıt alamayınca, tekrar tekrar yazdım. Dört yıl sonra 30 Ocak 1996 tarihli, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü adına Mehmet Özel imzalı bir yanıt aldım. Aynen şöyle deniliyordu:
“İlgi yazınız incelenmiş olup; Şeyh Bedreddin mezarı yapımı isteğiniz, 1996 mali yılı geçici bütçesinde anıt, şehitlik ve büst yapımları ile ilgili herhangi bir ödenek bulunmadığından verilmesi mümkün bulunmamaktadır.”
1998 Temmuz´unda Bedreddin´in kabrini görmeye gittim. Mezarın üstündeki otlar temizlenmiş; bir kaç köken gül ve ayakucuna bir karaselvi fidanı dikilmiş. Mezarın ortasına da “Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (K.S.) Doğum 1359, Serez´de idamı 1418, Ruhuma fatiha. Bu mezarda yatmaktadır” yazılı küçük bir mermer konmuş. Ama mezar yapılmamış.
Bu kadarına bile sevindim! Bu iyiliği kimin yaptığını öğrenemedim. Belki de 1998 bütçesinden, Bedreddin´in mezarına bir kitabe yazacak kadar para ayrılmış ve 37 yıl sonra Sultan Mahmud Türbesi Haziresi´nin köşesindeki mezarın kaybolması böylece önlenmiştir. Buna da şükür!
Bedreddin´in eserlerinin Türkçeye çevrilmesi konusunda ise; 2.2.1996 tarihli ve Kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı´ndan Bakan adına Pelin Altay tarafından imzalanmış bir yanıt aldım. Sevindirici yanıtın içeriği aynen şöyleydi:
“Şeyh Bedreddin´in “Camu-ul Fusuleyn”, “Teshil” ve “Çarag al Futuh” adlı elyazmalarının Türkçeye çevrilmesini de konu alan ilgi yazınız, Başkanlığımız ilgili kurullarına götürülmüş ve yayın tavsiyeniz olumlu bulunmuştur.
Bakanlığımızın yayın programı ve olanaklar ölçüsünde bu tavsiyeniz doğrultusunda adı geçen eserlerin Türkçeye çevrilerek yayınlanması konusu değerlendirilecektir.”
Bu konudaki gelişmeleri bir yıl sonra, 12. 11. 1997´de yazılı olarak sordum. Yanıt çabuk geldi. Kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı´nın Bakan adına Hasan Duman imzalı yazıda aynen şöyle deniliyordu:
“ Şeyh Bedreddin´in Arapça elyazması kitaplarının Türkçeye çevrilmesi konusuna ilişkin ilgi yazınız incelenmiştir.
Şeyh Bedreddin´in hangi eserlerinin Türkçeye çevrilmesinin yararlı olacağı hakkındaki görüşünüzü Bakanlığımız Yayımlar Dairesi Başkanlığı´na ilettiğiniz taktirde, söz konusu eserler ilgili yayın yönetmeliği çerçevesinde işleme alınacak ve yayın kurullarında görüşülecektir.”
Bir yıl önce aynı dairenin ilgili kurullarında görüşülüp olumlu bulunan konu unutulmuş gitmişti. Tekrar Şeyh Bedreddin´in Türkçeye çevrilmesi gereken eserlerini ilgili daireye bildirdim. Üç ay geçti. Henüz bir yanıt yok. 25.2.1992´den beri altı yıl geçti. Şeyh Bedreddin´e mezar yaptırılması ve eserlerinin yayınlanması konusunda somut bir adım atılmış değil.
Altı yüz yıldır neden bir filozof, dünya ölçeğinde bir bilim adamı çıkaramadık diye soruyoruz. Yanıtı kendi acı gerçekliğimizdedir.
Hallac-ı Mansur´dan Nazım Hikmet´e, Turan Dursun´a kadar Türk düşünce tarihimizin temel taşlarını oluşturan büyük insanların başlarına gelenleri bir anımsayalım. Kimini diri diri yakmışsız, kiminin diri diri derisini yüzmüşüz, kimini asmışız, kimini vurmuşuz. Kiminin başını ezmişiz, kimini zindanlarda çürütmüş sürgünlerde öldürmüşüz. Serez Çarşısında asılan Koca Bedreddin´e 1998 yılına kadar bir mezar bile yapmamışız.
Büyük düşünce ağacını dallanıp budaklanamadan, daha meyveye duramadan kurutmaya çalışmısız. Hâlâ da çalışıyorlar. Kolay mı yeni bir Bedreddin´in, Uluğ Bey´in, Nesimi´nin, Turan Dursun´un ortaya çıkması?
Derdin kökü derinde. Yüzyıllardır büğenen, anaforlayan nehrin önünü özgürlük ve aydınlanma ile açabiliriz. Bedreddinlerin bize verdiği son ders bu olmalı…
18 Eylül 2002, Bochum / Almanya Kemal Yalçın
Kaynaklar:
1. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Abdülbaki Göpınarlı, İsmet Sungurbey, Eti Yayınları, Ankara 1966
2. Varidat, Abdülbaki Gölpınarlı´ını çevirisi. Adı geçen kitabın 51-88 sayfalarındadır.
3. Manâkıb-ı Şeyh Bedrüddin İbni Kaadıy İsrâil, Abdülbaki Gölpınarlı´nın özetleyerek çevirdiği metin. Adı geçen kitabın 101-119 sayfalarındadır.
4. Sımavna kaadısı diye müştehir abd-i zaif Mahmud bin İsrail. Bütün Yönleriyle Bedreddîn, Necdet Kurdakul, Döler Reklam Yayınları, 1. Baskı Aralık 1977
5. Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, Çetin Yetkin, Say Yayınları, Eylül 1984
6. Schejch Bedr ed-dîn, der Sohn des Richters von Simaw, Ein Beitrag zur Geschichte des Sektenwesens im altosmanischen Reich, von Franz Babinger.
7. Das Grabmal des Sehejehs Bedr ed-Din zu Serrez, Der Islam, XI. Band
8. Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Namık Kemal, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1971
9. Varidat, Cemil Yener, Elif Yayınları, No.: 22, İstanbul 1970