Göç, insanların doğup büyüdükleri topraktan, toplumdan, kültürel dünyadan kopuş demektir. Göç, insanların gönüllü ya da gönülsüz iş için, yaşamı sürdürebilmek için başka bir yöreye, başka bir ülkeye gidip yerleşmeleri demektir.
Türkiye´den Almanya´ya ve dış ülkelere işçi göçü iyi planlanmadığından; insanlar bir makina parçası gibi görüldüğünden sancılı, zorlu, acılı olmuştur.
Türkiye´den gelen işçiler geri bir ekonomiden, geri bir üretim ilişkilerinden dünyanın gelişmiş, emek sömürüsü yoğunlaşmış, sanayileşmiş ülkelerine gelmişlerdi. Çoğunluk Almanya´da kalıcı olmayı düşünmüyordu. “Üç beş kuruş” biriktirip geri dönecekti. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Gerçekler hayalleri ve niyetleri yendi.
Döneriz, döneceğiz; bu gün yarın derken kırk yıl geçiverdi. Son yıllarda dönüşten pek sözedilmez oldu. 500 bin dolayında insanımız Alman vatandaşlığına geçti. Buraya yerleştik artık.
Her toplumsal haraket olumlu ve olumsuz gelişmeleri içinde barındırır. Almanya´ya göç bir çok aileyi parçalamış, dağıtmıştır. 30 – 40 yıl önce buraya sapasağlam gelen Anadolu´nun evlatları akar bantların başında, dönen çarkların dişlileri arasında suyu sıkılmış limona dönmüştür. Bu yönlerden göç acılarla doludur. Kazanılan her mark bazı yönlerden bir damla gözyaşı, bir damla alın teridir.
Öte yandan Almanya´ya göç hem Türkiye´yi, hem de Almanya´yı değiştirmiştir. Alman ekonomisi yoğun olarak sömürülen işçilerin, özellikle de Türkiye gibi geri ülkelerden gelen işçilerin emekleriyle yükselmiştir. Ama geri üretim ilişkilerinden gelen, sabanın kulpunu bırakıp gelen işçi, dev fabrikalarda üretim bandlarının başına geçmiş; her renkten, her dilden, her dinden, her ulustan işçilerle üretmesini, yaşamasını, daha iyi iş ve çalışma koşulları için birlikte örgütlenip, birlikte mücadele etmesini öğrenmiştir.
Türkiye´ye her yıl izine giden yüzbinlerce işçi sadece döviz değil, görüp yaşadığı, öğrendiği yaşam biçimlerini, mücadele anlayışlarını, davranış biçimlerini, özgürlük bilincini de götürmüştür; götürmektedir. Bu anlamda Avrupa´daki, Almanya´daki insanlar Türkiye ile gelişmiş ülkeler arasında bir köprü işlevi görmektedir.
Günümüzde 500 bin çocuğumuz, gencimiz Alman okullarında eğitim ve öğretim görüyor. Sadece yüksek öğretimdeki gençlerimizin sayısı 20 bin dolayındadır.
Her ne kadar gerici, köktendinci, ırkçı örgütler, partiler, tarikatlar insanlarımızın uyumunu, ilerici kültür dünyasıyla etkileşimini, kaynaşmasını engellese de, yavaşlatsa da gelişmeyi durduramazlar.
40 yıllık bir zaman göçmenlerin, hele hele farklı kültür, geri üretim ilişkileri, farklı dinden gelen insanların kaynaşmaları için yeterli olmasa da, önemli bir zamandır. Tüm zorluklara karşın geçen kırk yıl Türkiyeli göçmenler açısından daha verimli, daha sancısız, daha uyumlu olabilirdi. Böyle olmamasında hem Alman yöneticilerinin, hem de özellikle Türkiye´yi yönetenlerin sorumluluğu vardır. Türkiye´yi yönetenler Almanya´daki iki milyondan fazla vatandaşının haklarını yeterince aramamışlar, bizleri sadece bir döviz makinası olarak görmüşlerdir.
Ayrıca Türkiye 1960´dan bu yana üç sefer askeri darbe yaşamıştır. Türkiye´nin demokratikleşmesi, toplumsal ilerlemesi üç kez kesintiye uğramıştır. Türkiye´deki olumsuz siyasal gelişmeler buradaki insanlarımızı olumsuz etkilemiş, Almanya´daki toplumsal, siyasal yaşama uyumlarını zorlaştırmıştır.
Artık Almanya´ya yerleşmiş Türkiyeliler giderek Türkiye´deki gelişmelerden bağımsız hareket edebilir duruma gelmişlerdir. Almanya´da giderek kendine özgü göçmen bir Türk toplumu oluşuyor. Bu göçmen toplumun sanatçısı, yazarı, düşünürü, politikacısı, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, akademik kuruluşları oluşuyor.
Gelecek kırk yılın, geçmişten çok daha iyi olacağını söylemek boş bir hayal değil; toplumsal süreçlerin kaçınılmaz sonucudur.
İnsan yeşil bir çimen gibi… Nerede bir avuç toprak, nerede bir damla ışık, nerede sıcak bir sevgi bulsa kök salıyor, yeşeriyor, çiçekleniyor…
Bochum, 17.11. 2001 Kemal Yalçın