1. Türkçe edebiyat:
Türkçe, Almanya’da Almancadan sonra en çok kullanılan ikinci bir dildir. İki buçuk milyon dolayında insan Türkçeyi günlük anlaşım dili ya da aile dili olarak kullanmaktadır.
Türkçe, sadece Türkiye’den göçmüş Türkler tarafından değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ya da Türkiye kökenli Alman vatandaşı olan Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Süryaniler, Gürcüler, Çerkezler tarafından da ortak anlaşım dili olarak kulanılmaktadır.
Ayrıca Türkçe, Yunanistan, Kıbrıs, Makedonya, Bulgaristan’dan gelmiş Türklerin de ortak anlaşım dilidir. Hatta Anadolu’dan dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerden, Rumlardan, Süryanilerden bazıları Arjantin’de, Amerika’da, İngiltere’de, Kanada’da, Fransa’da, İsviçre’de, Hollanda’da vbg. aile içinde hala Türkçe konuşmaktadır. Bu anlamda Türkçe, ortak coğrafi ve tarihi geçmişi olan çeşitli uluslardan insanlar arasında anlaşım sağlayan yaygın bir dildir. Avrupa’da ise toplam üç buçuk milyon dolayında insan Türkçeyi anlaşım dili olarak kullanmaktadır.
Türkçe Almanya’da ve genel olarak yurtdışında Türkiye kökenli yazar, şair, sanatçı vb. tarafından da bir kültür dili, bir edebiyat dili olarak kullanılıyor. Birçok Kürt yazarı eserlerini Türkçe yazıyor. Türkçe yazan Türk yazarlarından çoğu Alman vatandaşlığına geçmiştir.
Türkiye kökenli, çeşitli uluslardan, birinci ve ikinci nesilden okuyucuların çoğu Türkçe yazılmış eserleri tercih etmektedir.
Bu veriler ışığında Almanya’da ya da yurtdışında sadece “Türk edebiyatı”ndan söz etmek, Türkçenin kapsamını ve yaygınlığını daraltır. Bu düşüncelerle “Almanya’da Türk edebiyatı” kavramı yerine, “Almanya’da Türkçe edebiyat” kavramını kullanmanın daha doğru olacağı kanısındayım.
Fakat “Türkçe edebiyat” kavramı, “Türk edebiyatı” kavramının karşısına konmamalıdır. Bu iki kavram birbirini dıştalamaz. “Türk edebiyatı”nın varlığını tartışma konusu etmez. Burada esas konu, çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü Almanya’da ve birleşen Avrupa’da Türkçe ile üretilen edebiyata uygun bir kavram bulabilmektir.
2. Almanya’daki Türkçe edebiyatın varlık şartlarındaki değişimler
Kırk yıl önce, Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü başladığı yıllarda “Almanya’da Türk edebiyatı”ndan ya da “ Almanya’daki Türkçe edebiyat”tan söz edilemezdi. O yıllarda Türkçe edebiyatın varlık şartları oluşmamıştı. Belli bir dilde edebiyatın olabilmesi birçok şartın varolmasına bağlıdır. Zaman, çevre, dil şartlarının yanında bir edebiyat geleneğinin, yeterli kültürel birikimin oluşması gerekir. Böylesi birikimler kalıcı, yerleşik toplum yaşamını gerektirir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan
30 Ekim 1961 tarihli “İşgücü Alımına İlişkin Anlaşma” kalıcı bir göçten değil süreli, geçici bir işgücü alımından söz ediyordu. Türkiye’den Almanya’ya gelen işçilerin kültürel, dilsel ihtiyaçları düşünülmemişti.
Göçün geçiciliği, göç eden insanların kendileri tarafından da kabul ediliyordu. “Üç beş kuruş biriktirilip geri dönülecekti! Almanya acı vatandı! Almanya gurbeti bir gün sona erecekti!”
Bu “Acı vatan!” yaşamı “acı vatan edebiyatı”nı yarattı. Almanya türkülerine, öykülerine, romanlarına, sanatına gurbet acıları, gözyaşı, hasret, ayrılık, uyumsuzluk, aile dramları gibi konular damgasını vurdu. Türkiye’den gelen bazı yazarlar birkaç ay gezip gördükten sonra yazdıkları öykülerde, gazetelerde yayınlanan gezi yazılarında vb. aynı konulara değiniyorlardı.
Türkiye’den gelen yazarların çoğu, Türkiye’de edindikleri dünya görüşüyle Almanya’daki göçmenlik olayına ve sosyal gelişmelere bakıyordu. Başka türlüsü de pek olamazdı. Bu yazarların bazıları Almanya’ya göçmüş insanların Alman toplumunun ilerici değerleriyle kaynaşmasını, Almanlarla sosyal ve kültürel etkileşimi bile sakıncalı görüyordu.
2.1. Askeri darbelerin kültürel gelişmelere etkileri:
Türkiye’de onar yıl ara ile yapılan askeri darbeler ve kurulan askeri rejimler Almanya’daki Türkiyeli göçmen işçilerin sosyal ve kültürel gelişimlerini olumsuz yönde etkiledi. Yazarların, sanatçıların özgür yaratıcılığının gelişmesine zarar verdi. Türkiye’de kurulan askeri rejimler, olağan dışı hükümetler Almanya’daki vatandaşlarının kültürel, sanatsal, düşünsel gelişimlerini engelleyici politikalar uyguladı. Türkiye Cumhuriyeti resmi görevlileri, eğitim ateşeleri, seçilip gönderilen öğretmenlerin birçoğu Almanya’ya göçmüş işçilerin ilerici, barışçı, hoşgörülü, sosyal uyumu kolaylaştırıcı siyasal ve kültürel gelişimini engelleyen faaliyetlerle zaman geçirdiler. Milliyetçi, dinci, bağnaz siyasal görüşlerin, gerici anlayışların propagandasını ve ilerici, demokratik, sendikal mücadelelere katılan insanları izlemeyi, korkutmayı kendilerine görev edindiler. Kimi resmi görevliler Nazım Hikmet’e yer veren ders kitaplarını engellemek; derslerde Nazım Hikmet’i, Aziz Nesin’i, Yaşar Kemal’i vbg. işleyen öğretmenleri, sanatseverleri huzursuz etmek için uğraştılar.
Özellikle 1970 ve 1980 askeri darbelerinin demokrasi dışı uygulamalarından, can güvenliğinin olmamasından dolayı Almanya’ya göçmek, siyasal iltica talebinde bulunmak zorunda kalmış olan onlarca aydın, yazar, sanatçı, öğretmen, ressam vb. sürgün hayatının binbir türlü zorlukları içinde yaşamaya; edebiyat ve sanat ürünleri vermeye çalıştı. Kimi bir daha yurdunu göremeden, gözleri açık gitti. Sürgün ve göçmen kimi Türkiyeli yazarların şevki kırıldı. Kimi sürgünlük ve göçmenlik yaşamı içinde kendini yenileyemedi. Yeni ürünler veremedi. Birçok yazar, şair, sanatçı edebiyata, sanata ayıracağı zamanı Türkiye’deki demokratik gelişmelere katkıda bulunacak siyasal mücadelelere ayırmak zorunda kaldı.
Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da kültüre, bilime, sanata harcanacak emekler askeri rejimlerin demokrasi dışı uygulamalarıyla heba oldu. Nice değerli insan harcandı.
Bu olgulara bakıldığında Türkiye’deki siyasal olaylar ve siyasal iktidarların uygulamaları, kırk yıllık göç sürecinde Almanya’da Türk edebiyatının ve Türkçenin gelişmesini olumsuz yönde etkilediği görülebilir.
2.2. Geçicilikten kalıcılığa, göçebelikten yerleşik hayata geçiş:
Türkiye’den gelen işçilerin büyük bir kısmı Türkiye’den göçebe gibi gelmişler, mevsim değişince bavullarını toplayıp göçebe gibi geri döneceklerdi.
Birçokları eşini, çoluğunu çocuğunu, varını yoğunu Türkiye’de bırakmıştı. Almanya gelip geçici bir yurtyeriydi.
Bu yaşam tarzı ve düşünceler, 1980 sonrası değişmeye başladı. Geçici hayattan kalıcılığa, göçebelikten yerleşik hayata geçiş süreci hızlandı. Federal Almanya hükümetleri yerleşik hayata geçişi hızlandıracak politikaları planlı bir şekilde uygulamaya başladı.
Almanya’nın Türkiyeli işçilerin Türkiye’de kalan çocuklarına çocuk paralarının ödenmesini 1975’den itibaren bir yasa ile durdurması, aile birleşimini hızlandırdı. Binlerce çocuk, genç Almanya’ya anasının babasının yanına geldi. Alman okullarında Türkiye’den gelmiş öğrencilerin sayısı hızla arttı. Bu yıllar eğitim, öğretim ve yerleşim sorunlarının çok yoğun olduğu yıllardır.
Fakir Baykurt, Koca Ren, Barış Çöreği, Gece Vardiyası, Duisburg Treni, Yüksek Fırınlar gibi eserlerinde 1980’li yılların bu acılı, zorlu, sancılı olaylarını anlatmıştır. Yarım Ekmek adlı son romanında ise, göçebelikten yerleşikliğe doğru değişim izleyen göç sürecinin insanlarını çok güzel bir şekilde anlatmıştır.
2.3. Türkiyeli örgütlerin çalışmaları ve edebiyat:
Geçici göç yaşamı ve Türkiye’ye öncelik veren çalışma anlayışı, 1990’lara kadar Türkiyeli siyasal örgütler ve çevrelerde yaygındı. Bu anlayışlar Türkiye’deki partilerin, siyasal hareketlerin Almanya’daki uzantısı olan çevrelerin, derneklerin çalışmalarını yönlendiriyordu. Bu dernekler, siyasal hareketler Almanya’da yaşayıp Türkiye’deki siyasal gelişmelere kendi anlayışları doğrultusunda katkıda bulunmaya çalışıyorlardı.
Bu siyasal anlayış ve mücadeleler Almanya’da yaşayan Türkiyeli yazarların, sanatçıların çoğunu etkiledi. Bu yazarlar Almanya’da yaşayıp Türkiye’yi yazdılar; yazmak zorundaydılar. Çünkü idealleri, dünya görüşleri, ruhsal ve düşünsel yapıları Türkiye’de oluşmuştu. Özlemleri yarım kalmıştı.
Bu tür edebiyat eserleri, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal mücadeleye katkıda bulunmak isteyen çevrelerin beklentilerine uygun düşüyor, teşvik ediliyordu.
1989-1990 yıllarında dünyada meydana gelen büyük değişimler, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki siyasal ve toplumsal rejimlerin çöküşü Almanya’daki Türkiyelileri de derinden etkiledi. Bu siyasal gelişmeler, göçün kalıcılığa dönüşmesi Almanya’daki Türk edebiyatını da, Türkçe ile edebiyat ürünleri veren insanları da, okuyucuları da değişime uğrattı.
Günümüzde artık geri dönüş planları bitmiştir. 750 binden fazla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Alman vatandaşlığına geçmiştir. Bir o kadarı da sırada beklemektedir. Türkiye’ye yönelik çalışma yapan derneklerin, federasyonların çoğu kapanmıştır ya da eski güçleri kalmamıştır.
1990 sonrasında solcu örgütler güç kaybederlerken, milliyetçi, dinci örgütler hızla yayıldı. Bu süreç ilerici Türkçe edebiyatın gelişimini olumsuz yönde etkiledi.
2.4. Türkçe edebiyatın varlık şartlarındaki değişim:
Almanya’da doğup büyüyen, eğitimini Alman okullarında yapanların sayısı, Türkiye doğumlularınkini çoktan geçmiştir. Genç nesiller artık toplumsal, ekonomik, kültürel yaşamda ağırlıklı olarak Almancayı kullanıyorlar. Egemen dil, Almanya’daki azınlık dillerini her yönden etkiliyor. Dil etkileşimleri nedeniyle, Almanya Türkçesi, giderek Türkiye Türkçesinden farklılaşmaktadır. Bu süreç içinde Türkçenin bir kültür dili olarak varlığı zayıflamaktadır. Artık genç nesiller, Türkçe edebi bir eseri okuyup anlamakta zorluk çekiyorlar.
Alman okul sisteminde Türkçe Anadil Derslerine gerekli önemin verilmemesi, velilerin ve öğrencilerin Türkçe Anadil Derslerine ilgilerinin giderek azalması Türkçenin zayıflamasına yol açıyor. Bu süreç Almanya’daki Türkçe edebiyatın varlık şartlarını zayıflatıyor.
Türkçe televizyon kanalları, radyo yayınları Türkçenin günlük kullanım dili olarak yaşamasına katkıda bulunuyor. Ama bir dil, ancak bilimsel, sabırlı bir eğitimle kültür dili düzeyine çıkabilir.
Almanya’da eğitim görmüş Türkiye kökenli yazarların çoğu yazım dili olarak Almancayı kullanmaktadır. Bu eğilim, gelecek kuşaklarda daha da artacaktır.
Almanca yazmak, daha geniş, daha çeşitli okuyucu kitlesine ulaşma olanakları vermektedir.
Ayrıca, Almanca yazan Türkiye kökenli yazarlar genellikle Almanya yaşamını, Almanya’da geçen konuları ele alıp işliyorlar. Bu tutum daha sağlıklı, daha verimli olabilecek bir yol olarak görülüyor.
Değişen zaman, yeni toplumsal ve kültürel birikimler artık Almanya’da edebiyat yapan ister Türkçe, ister Almanca yazsın tüm Türkiye kökenli yazarları etkiliyor. Türkiye’de üretilen edebiyat ile Almanya’da üretilen edebiyat giderek konu, içerik, biçim, üslup yönlerinden birbirinden farklılaşıyor.
Bu farklılaşma aslında Türkçe edebiyatın geneli, bütünlüğü açısından bir zenginliktir. Almanya’daki ve Türkiye’deki edebiyat çevreleri aralarında sağlıklı, sürekli, tutarlı kültür köprüleri kurabilirlerse birbirini olumlu yönde etkileyebilirler.
3. Almanya’da ya da yurtdışında yaşamanın sağladığı olanaklar:
Türkiye’den ve Türkçenin canlı ortamından uzakta yaşayarak Türkçe ile edebiyat ürünleri vermenin birçok olumsuz etkileri vardır. Bu olumsuzlukları aşamayan bir yazar verimli olamaz.
Almanya’da ya da gelişmiş Avrupa ülkelerinde yaşamak olumsuzlukların yanında yazar ve sanatçılara verimli olabilmeleri, estetik değeri yüksek eserler verebilmeleri için çeşitli olanaklar da sunuyor.
Çok dilli, çok kültürlü, köklü felsefe ve edebiyat geleneği olan bir ülkede yaşamak insanlara kendi ulusunun tarihine, kültürel ve sanatsal mirasına, kendi halkının yaşam biçimine, dünya görüşüne daha mesafeli, daha eleştirel, daha geniş açılardan bakabilme olanaklarını veriyor.
Öğrenilen her dil, yazarlara kendi anadiliyle öğrendiği dilleri karşılaştırabilmeyi; bu dillerle yaratılmış kültür dünyalarına girebilmeyi sağlıyor.
Ayrıca yeterli gelir düzeyi insanlara araştırma, inceleme, dünyayı gezip görme olanakları yaratıyor.
Sanata ve edebiyata, yazara ve sanatçıya, yaratıcılığa değer verilen özgür ve huzurlu bir ortamda yaşamak insanın daha üretken olmasını teşvik ediyor.
Elbette her yazar ve sanatçı bu olanakları kendi özel yetenekleri, ilgileri çerçevesinde kullanabilir. Bu olanaklar açısından da Almanya ve yurtdışındaki Türkçe edebiyat, hem yaşanan ülke, hem de Türkiye için önemli bir zenginlik kaynağıdır.
4. Dinci, tarikatçı çevrelerde edebiyat
Almanya’daki Türkiye kökenli insanların yarıya yakını Sünni dinci örgütlerin, çeşitli tarikatlerin etkisi altındadır. Bu kesimlerde de Türkçe, yazım dili olarak kullanılmaktadır. Dinci, miliyetçi, tutucu görüşlerle birçok Türkçe dergi, gazete, kitap yayınlanıyor. Bu çevreler kitap fuarları, kitap günleri düzenliyor. Fakat bu kesimden insanlarla, örgütlerle Türkçe ya da Almanca yazan demokrat, ilerici yazarlar arasında hemen hemen hiçbir ilişki yoktur.
Son on yılda hızla örgütlenen Anadolu Alevileri, Almanya’daki ilerici Türkçe edebiyata ve sanata yardımcı oluyorlar. Alevi Kültür Dernekleri Türkiyeli yazarlara candan kucak açıyorlar.
5. Yayınevlerinin ve kitabevlerinin durumu
Almanya’da kala kala iki Türk yayınevi kaldı. Birkaç şehir dışında Türkçe kitaplar satan kitabevi artık yok. Türkçe edebiyat eserlerinin basım ve dağıtım olanakları hemen hemen yok gibi.
Türkiye’deki yayınevlerinin çoğu ise ya Almanya’daki, yurtdışındaki Türkçe edebiyatı küçümsüyor ya da gereken önemi vermiyor.
Almanya’da yaşayan yazarların, şairlerin eserlerini yayınlama ve okuyucuya ulaştırma olanakları giderek azalıyor. Zor şartlarda basılan eserler de okuyucu bulmakta güçlük çekiyor.
6. Yazar örgütlenmeleri
Almanya’daki Türkçe yazan yazarları, şairleri kapsayan bir örgütlenme yoktur. Duisburg’taki Fakir Baykurt Edebiyat İşliği kendi çapında, alçak gönüllü olarak on bir yıldan beri çalışmalarına devam ediyor.
Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu ise Fakir Baykurt’un vefatından sonra çalışmalarını sürdüremedi.
Almanya’daki Türkçe yazan yazarlarla, Türkiye kökenli Almanca yazan yazarlar arasında yakın ilişkiler yok denecek kadar az.
Bu örgütsüz ve birbirinden kopuk yaşamak Türkiyeli yazarların verimini düşüren sonuçlara yol açabiliyor.
7. Sonuç ve öneriler:
Türkiye’den Almanya’ya göç süreci acılı, sıkıntılı, zorlu süreçlerden geçerek bugünkü yerleşik, kalıcı duruma geldi. Bu süreç başlangıç yıllarında Almanya ve Türkiye’nin alması gereken bilinçli insani önlemlerle daha az sancılı olabilirdi. Artık ne Türkiyeli insanlar ne de Almanlar kırk yıl önceki insanlar değildir. Veliler, öğrenciler, öğretmenler değişmiştir ya da değişmek zorundadır.
Almanya’daki Türkçe, artık otuz kırk yıl öncesinin Türkçesi değildir. Önlemler alınmazsa, süreç kendine bırakılırsa zamanla Türkçe Anadil Dersleri okullardan kaldırılacaktır. Bu da Türkçenin, Türkçe edebiyatın varlık şartlarından en önemlisini yok edecektir. Türkçe okullardan kaldırılırsa, yeni nesiller artık Türkçeyi sadece günlük anlaşma dili olarak kullanacaklardır.
Halbuki Türkçe ve Türkçe edebiyat Almanya ve birleşen Avrupa için önemli bir kültürel, edebi zenginliktir. Aynı şekilde Almanya’da ya da yurtdışında Türkçe üretilen edebiyat Türkiye’deki kültür ve edebiyat dünyası için zenginliktir.
Bu zenginliğin yok olmaması, serpilip gelişmesi için sabırlı, bilinçli tavır alınmalıdır.
Neler yapılabilir? Bu konudaki önerilerim şunlardır:
– Türkçe yazan yazarlar eserlerindeki öz ve biçimlerde değişiklikler yapmalı; daha nitelikli, estetik değeri yüksek eserler vermeye çalışmalıdırlar.
– “Acı vatan edebiyatı”na artık son verilmelidir.
– Türkiye’deki edebiyat çevreleri ile ilişkiler geliştirilmelidir.
– Alman ve diğer uluslardan yazarlarla ilişkiler artırılmalıdır.
– Almanya’daki kültür dünyasının dışında kalınmamalıdır.
– İlgi duyan derneklerle Türkçenin, anadillerin, Türkçe edebiyatın sorunları derinlemesine konuşulmalı; bu derneklerle yazarlar arasındaki ilişkiler artırılmalıdır.
– Türkçe yazılan eserlerin Almancaya çevrilmesine çalışılmalıdır.
– Türkçe Anadil Dersleri ve genel olarak Anadil Dersleri savunulmalı; bu derslerin daha verimli, daha bilimsel olması için çaba gösterilmelidir.
– Türkçe Anadil Dersi öğretmenleri ile yazarlar arasında karşılıklı desteklemeler geliştirilmelidir.
– Türkçe kitap yayınlayan yayınevleri ile ilişkiler sıklaştırılmalıdır.
– Almanya’daki Türkçe basın ve yayın organları ile ilişkiler artırılmalıdır.
– Almanya’daki Türkçe edebiyatı ve Türkçenin bir kültür dili olarak gelişimini artırmak için düzenli edebiyat ödülleri verilmelidir.
Bochum, 25 Kasım 2003 Kemal Yalçın