EdebiyatKitap Tanıtımı

YAZAR-ŞAİR RUHİ TÜRKYILMAZ Kültür ve sanata yoğun izler bırakan bir isim

 

Ruhi Türkyılmaz, iki ayrı ülkede, Almanya ile Türkiye’de yaşamanın, iki dili konuşmanın ve iki ayrı kültürün kazanımlarıyla yazmanın bir yazarın ufkunu genişlettiği gibi evrensel düşünceyi de güçlendirdiğinin güzel bir örneğidir. 2021 yılına kadar 22 kitap yayınladı. Ruhi Türkyılmaz Trabzon’da doğdu. Uzun yıllar Almanya’da çalıştı. Emekli Emekli oldu. Almanya ve Türkiye’de yaşıyor ve yazıyor.Trabzon’da Ruhi Türkyılmaz Sanatevi’ni kurdu. Kendi adına “Ruhi Türkyılmaz Sanatevi Şiir Ödülü” düzenlendi. Her yıl bu ödül veriliyor. Türkiye’den Almanya’ya iş gücü göçünün 60. Yılı vesilesiyle Ruhi Türkyılmaz ile yaptığım söyleşiyi aynen yayınlıyorum.

Ruhi Türkyılmaz

Kemal Yalçın: Yazarlık ve şairlik serüveniniz nasıl başladı? Neden yazmaya başladınız?

Ruhi Türkyılmaz: Benim yazarlık ve şairlik serüvenim, uzun bir geçmişten başlayıp çileli dönemeçlerden geçerek bugüne gelmiştir. Sorunuz beni çocukluk yaşantımın izleklerine kadar götürdü. İzin verirseniz bu izleklere içimi dökerek sorunuzu yanıtlayım. 1939’da Erzincan depreminde yerle bir olan Askeri Lise’den sağ olarak kurtulan ve Cumhuriyetin ilk subaylarından biri olan ağabeyim Ankara’ya tayin olmuştu.

Babam beni ortaokula başlamak için bindiğimiz ilkel bir otobüsü ite-kalka ve günlerce süren bir yolculuktan sonra Trabzon’dan Ankara’ya, ağabeyimin yanına götürdü. Kısa zamanda kaydımın yapıldığı Cebeci Ortaokulu’na başladım. Türkçe hocam Nafiz Tüzün “İstiklal Marşı’nın on kıtasını bilen var mı?”  diye sordu, 70 kişilik sınıfta bir tek benim parmağım yukarı dikilmişti. Ben Pervane İlkokulu’nda 2. sınıfta iken idare lambası denen gaz lambasının ışığında İstiklal Marşı’nı bir gecede ezberlemiştim.

Ankara’da üst düzey memur çocuklarının bulunduğu bir sınıfta Karadeniz’in köy okulundan gelen bir çocuk olarak İstiklal Marşı’nın on kıtasını kürsüden coşkulu bir sesle okudum. O yıllarda Karadeniz’in bin bir renkli doğasından ayrılıp Anadolu’nun kıraç doğasına gelmek beni son derece etkiledi. Garipsediğim bu doğa değişiminden anne-babama, kardeşlerime yazdığım duygusal mektuplar farkında olmadan şiirleşiyor ve beni başka bir yerlere taşıyordu. Ankara’da oturduğumuz yere yakın olan Yıldırım Beyazıt Ortaokulu’na nakledilmiştim. Okulun duvar gazetesinde ilk şiirimi okuyan müdür, gazetenin devamlı yazarı gibi benim şiirlerimi, kompozisyonlarımı okulun duvar gazetesinde yayımlıyordu.

Yüce büyüğümüz ve varlığımızı borçlu olduğumuz Atatürk’ün naaşı Ankara Etnografya Müzesi’nden alınıp görkemli evrensel bir törenle Anıtkabir’e götürülürken okul müdürü koluma, üzerinde öğrenci basın sözcüsü yazılı kırmızı bir bant taktı. Bu bantla ben gazetecilerin öğrencilere soracakları sorulara, sıra bozulmadan düzgün yanıt vermekle görevlendirilmiş oluyordum. O gün 10 Kasım 1953 günü Atatürk’ün yolunda girdiğim yazın yaşantımın ve şairliğimin tescil edildiği gündür.  Ankara Gazi Lisesi’nde, Cahit Külebi, Arif Nihat Asya, Recai Zade Mahmut Ekrem ailesinden Piraye Hanım edebiyat hocam oldu. Bu hocalarım şiirlerimi beğenip ödüllendirdiler. Umarım ilk sorunuz yanıtını buldu.

Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız?

Bugüne kadar yazının değişik türlerinde ve değişik yayınevlerinde 22 kitabım yayımlandı. Bu yıl biri anılarım diğeri şiir iki kitabım daha yayımlanacak. Bunların çoğu şiir türündedir. Şiirlerimde uzun bir zaman sürecinde değişen ekollerin izleklerine rastlanmaktadır. Şiirin güzel sanatların bir yıldızı gibi estetik güzelliğinin parlamasına özen gösterdim. Başka bir deyişle şiirin şairden beklediğini özenle vermeye çalıştım. Yazın serüvenimdeki uğraşlarım sadece yayımlanmış yapıtlarımdan ibaret değildir. Türkiye ile Almanya arasında kurduğum sanat köprüsünden geçen çağdaş içerikli yazılarım Karadeniz gazetesinin Satırbaşı sütununda 19 yıl boyunca yayımlandı. TRT televizyon ve radyoları şiirlerimi ve öykülerimi İngilizceye ve Almancaya çevirerek yayımladı.

“Yırtılan Dünya” kitabını yazma ve yayınlama süreci kaç yıl sürdü?

İkinci Dünya Savaşı’nın destanı olan Yırtılan Dünya’yı yazmaya karar verişim, bu kitap için biriken bilgi donanımı belleğimden taşmaya başladığı an yazımına başladım. Leverkusen Bayer firmasındaki iş arkadaşlarımın birçoğu İkinci Dünya Savaşı’na katılmışlardı. Onlar bu savaşı çıkaran ırkçılığın Almanya’da yasaklandığını bildikleri için savaş anılarını anlatmaktan sakınıyorlardı. Ancak iş bitiminden sonra birahaneye gittiğimizde, birbirleriyle şakalaşan Almanların sırları dökülüyordu masaya. Eski tarihsel olaylara gönderme yaparak biri ötekini kızdırmaya çakışıyordu. “Senin yatak odandaki insan derisinden yapılan abajur iyi yanıyor mu?” diye soruyordu biri.  Öteki bu sözün altında kalmıyordu. “Senin banyondaki sabunun hangi kemikten yapıldığını ben iyi bilirim,” diyordu. Biri, ben askerde subaydım diyor, öteki senin gibi kara koyunun subay olduğuna şeytanlar bile güler, senin cephede vurulan subayın ceketini giyip fotoğraf çektirdiğini söylüyor arkadaşların. Bu sözleri belleğimin şablonuna kayıt ettiğimden onların haberi yoktu.

Benim çalıştığım bölümde askerlikten ayrılan teknik bir eleman işe başlamıştı. İlerleyen günlerde Klaus’la aramızda iyi bir diyalog oluştu. Ben ona bir şişe rakı armağan etmiştim. O da bana İkinci Dünya Savaşı’nı milimetrik anlatan ve içinde savaşın zulmünü gösteren fotoğraflar olan büyük boy bir kitap armağan etti. O kitap savaşın aynası gibi belleğimden taşmaya başladı. Almanlardan sözlü, kitaptan yazılı edindiğim donanımla Yırtılan Dünya’yı yazmaya başladım. Ancak tarihin konusu olan ve dünyanın bildiği bir konuyu şiirin sanat estetiğini bozmadan yazmak çok zor bir işti. Kitabın yazımı bu yüzden çok zaman aldı. Yazıldıktan sonra Almanların tarihte kanayan yarasını yeniden gündeme getirmenin ikilemi içinde kitabın basımını bekletiyordum. Bu dosyayı gören yazın dostlarım Yırtılan Dünya’nın hemen yayınlanmasını söylediler. Edebiyatın ana rahminde bekleyen bu kitap yirmi beş yıl sonra dünyaya geldi.

Nasıl yazıyorsunuz? Evde mi, otelde mi, tek başına mı?

Bu soruya her yerde diyerek giriş yapmak isterim. Yazdıklarımın birçoğu gözleme dayandığından, gittiğim her yerde yazmaya değer bulduğun konuların notlarını alırım. Kimi zaman ceplerim kütüphane rafı gibi karalama kâğıtlarıyla dolar. Aile kalabalık olmadığından evin birinci katındaki geniş çalışma odamda büyük bir kütüphanem, yazın dostlarımla oturup sohbet ettiğim on kişilik kulis masam ve dolaplarım vardır. Yazmak için gereken rahatlığı ve sıcaklığı başka yerde bulamam.

Kimi değerli yazarların otel odalarında yazdığını biliyorum. Ancak benim harmanladığım kitaplarımda, evimdeki çalışma odamın ve masamın üstündeki kahvemin kokusu vardır.

Mesleğiniz şair olmanızı etkiledi mi?                                                                    

Mesleğimin yazın yaşamımı olumlu etkilediğini söyleyebilirim. Yırtılan Dünya yazılırken Alman meslektaşlarımdan duyduklarım benim için önemli kazanımlardı. Yazarın ufkunu genişleten olaylara gözlemle, duyumla tanık olmak, onları şiirin estetik buketinde harmanlayıp sunmak şiiri ve şairi bambaşka dünyalara götürür. Özellikle roman ve öykü konularında yazar insanlarla iç içedir. Bu anlamda yazar-şair, başkalarının göremediğini gören ve gördüklerine kendi fantezisini da katarak topluma veren sanatçıdır diyebiliriz. Edebiyatla uğraşan bir kişi şair olmadığı gibi, mesleği doktorluk olan birinin şair olduğu bilinir. Konuya bu anlamda bakıldığında şiirin doğum sancısı nerde ne zaman ve kime geleceği önceden belli değildir.

Duisburg Fakir Baykurt Edebiyat Kahvesi Üyeleri Soldan Sağa: Erol Yıldırım, Şair Selahattin, İlyas Emre, Kemal Yalçın, Mevlüt Asar, Ruhi Türkyılmaz ve Mevlüt Koca, Duisburg, Aralık, 2002

Almanya’da yaşıyorsunuz fakat şiirlerdeki semboller dünyası genellikle Türkiye’den. İki vatanda yaşamak senin şiir dünyanı nasıl etkiliyor?                   

Yaşamımı Almanya’da sürdürmeme karşın, yapıtlarımı yazın dünyasına ana dilimle yazarak sundum. Sembollerin, sözcüklerin çağrışımlarının da Türkiye’den olması doğal bir olgudur. Bu özgür düşüncenin seçtiği bir sorgulama sahasıdır. Buna karşın yapıtların konuları ve anlamları Türkiye ile Almanya arasında kurduğumuz sanat köprüsünde buluşuyor. Bu bizim hem oralı, hem buralı olduğumuzu kanıtlıyor. Bu yöntemle Avrupa’dan Türkiye’ye çağdaşlık, Türkiye’den Avrupa’ya insancıl duygusallık taşıyorum. İki ayrı ülkede yaşamak, iki dili konuşmak ve iki ayrı kültürün kazanımlarıyla yazmak, yazarın ufkunu genişlettiği gibi evrensel düşünceyi de güçlendiriyor. Bu anlamda asıl olan sanatın hangi sembollerle, hangi dilde yapıldığı değil, sanatın evrensel olmasıdır.

Şiir, öykü, roman yazıyorsunuz. Almanya’da mı Türkiye’de mi daha verimli, daha üretken oluyorsunuz?                                                                                       

Yazdığım yapıtların sayısına bakılırsa Türkiye’de beş kitap yazmışım, Bunlardan dördü şiir, biri Kırantaş romanıdır.

Diğer kitaplarımı Almanya’da yazdım. Türk toplumunda yaşam biçemi kalabalık aileden başlayıp, akrabalık ve dostlukla büyüyerek geniş bir çevreye yayılıyor. Bu yaşam düzeninde bizim Türkiye’de kalış süremiz daha çok özlem gidermekle geçiyor. Koşullar böyle gelişince biz de doğal olarak yazmaya değer bulduğumuz olayları daha çok vaktimizin olduğu Almanya’da değerlendiriyoruz.                                                                    Bu bizim Almanya’da daha uzun süre yaşamış ve yazmak için daha çok vakit bulmuş olmamızdan kaynaklanıyor. Yapıtlarımı edebiyat türü olarak sıraladığımda büyük bir bölümün şiir olduğu görülür.

İzin verirseniz bir televizyon programında sunucunun bana sorduğu soruyu yanıtlayarak sizin sorunuza yaklaşayım. Sunucu: “Karadeniz Bölgesi’nden şair ve ressam çok çıkmasına karşın, romancıların daha az oluşunu nasıl değerlendirirsiniz?” dedi.

“Göç veren bölge olduğumuz için romancılarımız da İstanbul’a göç etmiştir. Ayrıca Karadenizlinin uzun yazmaya tahammülü yoktur,” dedim. “Bizim doğamız tablo, sözümüz şiirdir,” diyerek soruyu yanıtlamıştım. Biz nerede olursak olalım şiir ayrılmaz bir parçamız olarak bizimle iç içedir.

Avrupa’da yaşayan yazarlar: Mola Demirel, Nihat Kemal ateş, Ruhi Türkyılmaz ve Murat Tuncel, 2010                                                                        

Almanya sizin edebiyat dünyanızı nasıl etkiledi.

İnsanların yaratıcı hayal gücünü yaşadıkları doğanın güzellikleri etkiler. Biz doğa güzelliğini Türkiye’den çağdaşlığı Avrupa’dan alarak sanat denizinde kulaç atmaya çalışıyoruz. Almanya düşüncenin suç olmadığı bir ülkedir. İnsanlığa yön ve hizmet veren tüm buluşlar özgür düşüncenin ürünüdür. Biz de yapıtlarımızda okura özgür düşüncenin genişlettiği ufuklardan sesleniyoruz

Almanya’ya gelirken Türkiye’den bedensel olarak ayrılsam da kimi değerlerimden ayrılmam sözkonusu değildi. Bu düşsel ve düşünsel olarak ayrılamadığım ülkede yazdığım beş kitabın dosyasını da kendimden ayırmamıştım. Koşullar elverdiğinde onları yayımlayacaktım. Almanya’ya gelişim bu kitapların yayımlanma sürecini etkiledi. Diğer taraftan Almanya Türkiye’ye bir sanatevi, bir de sanat ve edebiyat müzesi kazandırmama olanak sağladı. Şimdi sanat ve edebiyata yalnız yazdıklarımla değil, yaptıklarımla da hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Yeni çalışmalarınız nelerdir?

Bu yıl iki kitabım basılacak, bunlardan biri şiir, diğeri anılarım kitabıdır. Yukarıda şiir ayrılmaz bir parçamız olduğunu söylemiştim. Her sabah uyandığımda dizelerin belleğimde dans ettiğini algılıyorum. Hiçbir zaman onları küstürmedim. Şu anda şiir kitabım yayınevinde.

Yaşarken adınıza konan şiir ödülünü nasıl yorumlarsınız?                                      

Almanya’da uzun süre yaşayıp ömrünün doruklarına gelmiş, Türk dili ve edebiyatına sınırların ötesinde hizmet veren bir şair-yazarın adına konulmuş şiir ödülünden söz ediyoruz. Trabzon’da yayımlanan Kıyı dergisinin yazarları, Almanya’da ve Türkiye’de edebiyata verdiğimiz hizmetleri görmüş, kendi özgür düşünceleriyle adımıza bir şiir ödülü verilmesine karar vermişlerdi. Böyle bir oluşumun da, edebiyata ve sanata hizmetin amaçladığı biliniyordu. Bu yöntemle değerli seçici kurul üyeleri her yıl düzenlenen ödül töreniyle edebiyatımıza yeni bir şair katmış oluyordu. On yıldan beri verilen bu ödül, Kıyı dergisinin kapanmasıyla, Ruhi Türkyılmaz Sanatevi Şiir Ödülü olarak devam etmektedir.

Kamu yararına hizmet veren, şair dostunuz Ömer Turan’ın yönettiği sanatevini yeterli bulmayıp bir sanat ve edebiyat müzesi açmaya neden gerek gördünüz?  

Yukarıda belirttiğim gibi bedenimiz Almanya’da aklımız, fikrimiz, düşlerimiz Türkiye’deydi. Bundan iki yıl önce Kızım Aytüre, Damadım Peter Türkiye gezisine çıkacaklarını söylediler, “Ben de geliyorum,” dedim.

“Biz Türkiye’nin dağını taşını gezeceğiz, sen yorulursun,” dediler. “Bu benim yıllarca düşündüğüm bir gezi, bu fırsatı kaçırmak istemiyorum,” diyerek onlara katıldım. Ege sahillerinden başlayıp, Akdeniz Bölgesi’ni, İç Anadolu’yu ve Karadeniz Bölgesi’nde yaşanmış tarihsel uygarlıkların kalıtlarını, müzeleri ve ulusal parklarını gezdim. Binlerce yüzyıl uygarlıktan bugüne neyin kaldığını yerinde gördüm. Kentlerdeki bugünkü yapılar yüzyıllara dayanıklı değildi. Kayalıkların içine oyulmuş kral mezarları sapasağlam zamana meydan okuyordu. Trabzon’un Pervane köyünde doğduğum baba evi dağ gibi bir kayaya bitişikti ve içinde yerden on metre yükseklikte bir mağara vardı. O mağarayı genişletip yüzyıllara dayanıklı bazalt taşlarından iki odalı bir edebiyat ve sanat müzesi yaptım. Kayalara, taşlara yazdırdım şiirleri, 2020’de açılışını yapmaya hazırlanırken, saldırgan bir virüsün saldırısına uğradı dünya. İlk fırsatta Sümela’nın küçük çocuğu olan bu eser Ruhi Türkyılmaz Sanat ve Edebiyat Müzesi olarak Türkiye’nin kültür ve sanat müzeleri arasında yerini alacaktır.

Bu söyleşi için size çok teşekkür ederim Sevgili Ruhi Türkyılmaz!

Ben de size çok teşekkür ederim Sevgili Kemal Yalçın.

5 Ocak 2021, Ruhi Türkyılmaz, Kemal Yalçın