Kitap Tanıtımı

Yazar ve Şair Mevlüt Asar ile söyleşi

MEVLÜT ASAR Almanya’daki Türk edebiyatının tanınmış yazar ve şairlerindendir. Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 60. Yılında Mevlüt Asar’la eserleri ve çevrileri üzerine bir söyleşi yaptım. Bu söyleşiyi aynen yayınlıyorum.

Mevlüt Asar ile 1992 yılında Fakir Baykurt’un yönettiği Kuzey Ren VestfalyaTürkiyeli Yazarlar Grubu’nun toplantısında tanıştım. O günden beri dostluğumuz, arkadaşlığımız devam ediyor. Mevlüt, tam 35 yıl Duisburg’da Türkçe öğretmenliği yaptı. Emekli oldu. Öğretmenlikten emekli olunur, yazarlıktan şairlikten olunmaz. Şiirler, öyküler, denemeler yazmaya ve yayınlamaya devam ediyor. Alman ve Türk edebiyatından çeviriler yapıyor.

Fakir Baykurt’un 1999 yılında vefat etmesinden sonra Yazarlar Grubu çalışmalarını sürdüremedi. Ancak, yine onun kurmuş olduğu “Duisburg Edebiyat Kahvesi”nin  adını Fakir Baykurt Edebiyat Kahvesi olarak değiştirdik. Duisburg, Bochum, Düsseldorf, Ratingen, Dortmund, Essen şehirlerinden edebiyat severler, yazarlar, şairler ayda iki sefer toplanıyorduk. İsteyenler önceden bildirerek şiirlerini, öykülerini, yazılarını okuyor; okunan metinler değerlendiriliyordu. Edebiyat işliğinin dili Türkçeydi, fakat isteyen ürünlerini Almanca da okuyup yazabiliyordu. Çalışmalarda karşılıklı saygı ve sevgi esas alınıyor; ırkçılık, milliyetçilik, şeriatçılık dışında her türlü düşünce ve eleştiriye yer veriliyordu. Mevlüt Asar, işte bu edebiyat işliğini maddi bir çıkar gözetmeden tam 10 yıl yönetti.

“Dergi” adlı edebiyat ve sanat dergisinin kuruluşundan kapanışına kadar on yıl kadar yazı kurlunda görev almıştı. Öğretmenlik hayatında Öğretmenler Sendikası (GEW) içinde önemli görevler üstlenmişti. Bir öğretmen, bir yazar, bir sendikacı olarak anadil eğitimine yıllarını verdi.

Kendisi ile edebiyat ve çeviri çalışmaları ile ilgili bir söyleşi yapmak isteğimi söyleyince memnuniyetle kabul etti. Kendisine yönelttiğim soruları içtenlikle yanıtladı.

K.Y. : Yazarlık serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladın?

M.A.: Benim edebiyata ilgi duymam orta okul yıllarında başladı. Okul kitaplığında ne bulduysam okumaya başladım. İlk şiir ve anlatı denemelerini yazmaya lisede başladım. Bu denemeler daha sonra oldukça hareketli geçen üniversite yıllarında (1969 – 1974) da yoğun olmasa da sürdü. Yazmak, benim için başlangıçta yaşadıklarımı, hissettiklerimi kâğıda dökmek arzusunun bir sonucu olarak başladı. Daha sonra bir göçmen ve öğretmen olarak düşüncelerimi, yaşadıklarımı deneyimlerimi başka insanlara aktarmak isteği buna eklendi.

K.Y. : Almanya’ya göç etmenin ve 12 Eylül’ün senin yazarlık hayatındaki yeri, etkisi nedir?

M.A.: Bir üniversite öğrencisi ve bir “DEV-GENÇ”li olarak yaşadığım 12 Mart askeri darbesi (1971) benim hayatımda derin izler bırakmakla kalmadı, hayatımın yönünü de etkiledi. O dönmemin tüm acılarını ve zorluklarını yaşadıktan ve zorunlu askerlik görevimi bitirdikten sonra, Almanya’ya eşimle birlikte 1977 sonunda doktora yapmak amacıyla geldim. Ancak  hem ekonomik hem siyasi hem de ailevi koşullar beni  Almanya’da kalmaya zorladı. Yabancı bir ülkede yabancı bir kültür ve dilde yeni bir hayat kurmak zorunda kaldım. “Göçmen” olarak edindiğim deneyimler, öğrendiğim dil, yaşadığım çok-dilli, çok-kültürlü toplum benim yazarlık hayatıma ortam ve “malzeme” sağladı.

12 Eylül’den, o dönemde artık Almanya’da yaşadığım için, doğrudan değil, dolaylı olarak etkilendim. Bu dolaylı etkinin hem olumlu hem de olumsuz yanları oldu. Olumsuz yanı benim Türkiye’ye dönme hayali bitirdi; olumlu yanı ise benim Almanya’da kalarak yeni bir hayata başlamamı sağlaması oldu. Bu yeni hayatın, beni hem öğretmen hem şair-yazar-çevirmen hem sendikacı yaptı.

Yazın işiyle ciddi anlamda uğraşmaya başlamam 1980’den yani 12 Eylülden sonra oldu. 12 Eylül fırtınasının yarattığı siyasi mülteci akını sonunda Duisburg’a ve diğer yakın kentlere birçok aydın, sanatçı ve yazar yerleşti. Bu durum göçmenlerin kültür-sanat ve edebiyat yaşamına büyük bir canlılık ve gelişme yarattı. Gazeteler, dergiler çıkmaya, tiyatro, müzik, folklor ve  edebiyat grupları, dernekleri kurulmaya başladı.

Benim Duisburg’da Türkçe öğretmeni ve çevirmen olarak görev yapmam, aynı zamanda aynı kentte yaşayan ve eğitim alanında çalışan Fakir Baykurt ile olan özel ilişkilerim benim “yazar” olmamda çok önemli rol oynadı. Fakir Ağabeyin benim yaşamımda oldukça önemli bir yeri vardır. Ta gençliğimden, öğrenciliğimden itibaren kendime örnek aldığım bir yazar, bir sendikacı ve bir eğitimci olmuştur. Onunla Duisburg’da yolumuzun kesişmesi aynı alanda çalışıyor olmamız, aramızda oluşan yakın ilişki benim için büyük bir şans oldu. Eğer onunla yolum kesişmemiş olsaydı, büyük olasılıkla çok daha az yazacak, yazmak benim için sıradan bir yan uğraşı olarak kalacaktı.

K.Y.: Yazarlık hayatına şiirle mi, düzyazıyla mı başladın? Neden?

M.A.: Ben de Türkiye’deki eski bir geleneğe uyarak, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt… gibi işe şiir yazmakla başladım. Aslında işe şiirle başlamamın bilinçli bir tercih olduğunu sanmıyorum. Her şeyden önce şiir “duygular”a dayanan ve duygulara seslenen bir edebi türdür. İnsan en duygusal, coşkulu ve heyecanlı ve hayalperest olduğu zamanlar da delikanlılık ve gençlik dönemidir. Yani bu dönemde insanın dile getirmek, anlatmak istediklerine en uygun edebi tür şiirdir. Ayrıca bizi anadilimizi sevdiren ve öğreten çocukken dinlediğimiz, ninniler, şarkılar, türkülerdir, yani “şiir”dir. O nedenle ilk edebi birikimlerimiz “şiir” alanındadır.  Bunun da önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.

Ancak Almanya’ya yerleştikten ve yazma işini daha ciddiye almaya başladıktan sonra durum değişti. Almanya’da  bir süre sonra yazmak istediklerimin tümünü şiire dökemeyeceğimi fark ederek bilinçli bir şekilde düz yazıya yöneldim. Öyküler, denemeler yazmaya başladım.

K.Y.: Roman çevirmekle, şiir çevirmek arasında ne gibi farklar vardır?

M.A.: Aslında edebi çeviri en zor çeviri türlerinden biridir. Çünkü edebiyat günlük dile dayanır, fakat onu aşan yaratıcı bir dil ile yapılır. Yani aslında aynı dilde yazıyor olsalar da her yazarın farklı bir dili vardır, zorluk da buradan kaynaklanır. Ayrıca her dilin kendine özgü dilsel, kültürel, sosyal, tarihi bir arka planı vardır. Bunu bilmeden iyi bir çeviri yapılması mümkün değildir. Bu da çevirinin ikinci zor yanıdır. Şiir çevirmek ise başlı başına bir “ağır işçilik”tir. Çünkü şiir düzyazıya kıyasla çok farklı bir yapıya, yoğunluğa ve musikiye sahiptir Onun içine girmek ve çözümlemek çok daha derin bir dil ve edebiyat birikimi gerektir. O nedenle edebi çevirmenler, genellikle şiir çevirmekten korkar ve kaçarlar. En iyi şiiri çevirileri yapanlar aynı zamanda kendileri de şair olan çevirmenlerdir.

K.Y.: Alman Edebiyatından Esintiler kitabındaki şiirleri kaç yılda çevirdin?

M.A.: İzninle önce bir açıklama yapayım. “Alman Edebiyatından Esintiler” adını yadırgayanlar oldu. Madem şiir kitabı, adı “Alman Edebiyatından Şiirler” olsaydı gibi eleştiriler aldım. Oysa kitapta sadece şiirler değil,  şairlerin yaşamı ve şiir anlayışı hakkında da bilgiler yer alıyor. Yani sadece bir şiir kitabı değil bir “edebiyat kitabı”. Ancak kitap çok köklü ve derin bir edebiyatın temsilcilerinden seçilmiş renkli bir “demet”. Ben bu “demet” ile Türkiyeli şiirseverlere bir “esinti” sunmak istedim.

Şimdi gelelim asıl soruna. Kitapta yer alan şiirler aşağı yukarı 30 yıl süresince çevirmiş şiirlerden yapılmış bir seçkidir. Şiirlerin bir kısmı Almanya’da ve Türkiye’de çıkan bazı edebiyat dergilerinde de yayınlandı. Aslında çekmecemde bu kapsamda ikinci bir kitap oluşturacak kadar daha şiir çevirisi var.

 

K.Y.: Nasıl yazıyorsun? Evde mi, otelde mi? Türkiye’de kitap yazabiliyor musun?

M.A.: Yazılarımı genellikle evde, yazmaya, düşünmeye uygun olan çatı katındaki çalışma odamda yazıyorum. Güncel konulara ilişkin deneme, makale gibi yazılarımı öncelikle kafamda kuruyor, sonra doğrudan bilgisayara aktarıyorum.

Şiir ve öyküler de durum biraz farklı, onlar daha uzun bir süreçten geçiyor. İlk çekirdek metini ya da ilk dizeleri genellikle kağıtlara ya da bir deftere not ediyorum.  Daha sonra belli aralıklarla onları tekrar gözden geçiriyor, yeni notlar ya da dizeler ekliyorum. “Olgunlaşma” aşamasına geldiklerinde bilgisayara geçiyorum. Bir süre beklettikten ve tekrar göz attıktan sonra kağıda yazdırıyor, kağıt üzerinde son düzeltmeleri veya değişiklikleri yaparak tekrar bilgisayara veriyorum.

Eskiden kitap projelerimi de evde tamamlardım, ancak emekli olduktan sonra bu işi daha çok Ayvalık’taki yazlık dairemizde yapıyorum. Kalabalık ve gürültüden uzak olmak istediğim için, genellikle sezon dışı zamanları yani ilk ya da sonbaharı tercih ediyorum. Kitap projeleri  daha kesintisiz ve yoğun bir çalışmayı aynı zamanda da dinlemeyi gerektiriyor. Ben en iyi şekilde, sahilde, kırlarda yürüyüşler yaparak, bir kıyı ya da bir kır kahvesinde oturarak dinleniyorum. Bu olanağı Ayvalık’ta buluyorum. Son çıkardığım kitapların neredeyse hepsini orada tamamlayıp, yayınevine gönderdim.

K.Y.: Genç şairlere neleri önerirsin?

M.A.: Şairliğin ya da yazarlığın okulu yok derler, kanımca bu doğru bir saptamadır. Bu doğuştan gelen yeteneğin önemini vurgular. Ancak yazar ya da şair olmak için hiç bir şey bilmek ya da öğrenmek gerekmediği anlamına da kesinlikle gelmez. Ortalama bir şair ya da yazar olabilmek için bile bir çok şeyi öğrenmek şarttır.

Bir genç şairin her şeyden önce şiir yazdığı dili ve o dilin şiir birikimini çok iyi bilmesi gerekir. Dile  hakim olmayan, kendi ülkesinin şiirini, şiir kaynaklarını ve az da olsa dünya şiirini tanımayanlar, şiire özgün ya da yeni bir şey katamazlar.

Şiir diğer edebiyat türlerine göre daha  titiz ve yoğun bir çalışma gerektiren bir türdür. Bir kuyumcu gibi sabırlı olmak gerekir. Aceleye gelmiş, aklın ve şiir sanatının süzgecinden geçmemiş şiirler kalıcı değildir. Saman alevi gibi parlar ve sönerler.

Genç bir şair için en önemli hedef, “kendi sesi”ni bulmaktır. Sevdiğimiz güçlü şairlere özenmemiz, onlardan etkilenmemiz çok doğaldır. Ancak bu “taklit” etmek tehlikesini de birlikte getirir. Buna çok dikkat etmek gerekir.

Son olarak şunu da anımsatmak gerekir belki: Tüm sanatlar gibi şiir sanatı da kendine “ortak” istemez. Süreklilik, yoğunluk ve tutku gerektirir. Arada bir ya da boş zamanlarda şiir yazılarak gerçek ve iyi bir şair olunamaz. Gerçek bir şair, 24 saat şiir düşünür, şiirle yatar, şiirle kalkar…

K.Y.: Çok teşekkür ederim Sevgili Mevlüt! Şiir yazan ellerin dert görmesin.

M.A.: Ben de sana çok teşekkür ederim Kemal.

Duisburg, 12 Ocak 2021

 

Mevlüt Asar

Özgeçmiş

1951 yılında Konya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1974’de mezun oldu. 1977’de Federal Almanya’ya geldi. Bir süre Düsseldorf Başkonsolosluğu’nda çalıştı. 1980 yılında istifa ederek, Duisburg kentinde öğretmen ve eğitim danışmanı olarak göreve başladı. 2010 yılında bu görevinden emekli oldu.

Çevirmenlik ve “Metin Yazarlığı” sertifikaları olan Mevlüt Asar, Fakir Baykurt’un ölümünden sonra “Duisburg Edebiyat Kahvesi”ni üstlenerek “Fakir Baykurt Edebiyat İşliği” adıyla yönetti. Alman Yazarlar Birliği üyesi olan Mevlüt Asar, 2012 yılında oluşan “Avrupa Türkiyeli Yazarlar Girişimi”nin de sözcüsüdür.

Türkiye’de çıkan Kurşun Kalem, Kıyı, Öykü Teknesi, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü gibi dergilerde şiirleri, öyküleri ve çevirileri de yayımlanan Mevlüt Asar’a, çok kültürlü yaşama ve halklar arasındaki kaynaşmaya yaptığı katkılardan dolayı Duisburg (Almanya) Belediyesi tarafından 2016 yılı Fakir Baykurt Kültür Ödülü verilmiştir.

Almanya’da Yayınlanmış Kitapları:

Dilemma der Fremde/Gurbet İkilemi (şiir) Ortadoğu Verlag, 1986; Spuren im Herzen-Yürekte Kalan İzler (öykü)  Verlag Anadolu, 2008; Lyrik und Hoffnung, (şiir) Books on Demand, 2016; Verlorenes Meer (öykü) Sonderpunkt Verlag, 2017

Türkiye’de Yayımlanmış Kitapları:

Aynadaki Kelebek, öykü, Nezih-Er Yayınları 2014, Denizini Yitiren Martı, şiir, Nezih-Er Yayınları 2015; Aşkın Halleri, öykü-deneme, Nezih-Er Yayınları 2016;  İki Ülke – İki Lisan – Bir İnsan, Denemeler-Makaleler-Söyleşiler, Kibele Yayınları, 2018; Alman Edebiyatından Esintiler, çeviri şiirler, Kanguru Yayınları, 2019; Gün Gelir, şiir, Kanguru Yayınları, 2019