Edebiyat

KILIÇ VE KIRBAÇ üzerine Yazar Murat Tuncel ile söyleşi

Osmanlılar nehir romanlarının üçüncüsü

KILIÇ VE KIRBAÇ

Yazar Murat Tuncel tarihi nehir roman yazma teknikleri ve anlatım tarzı konusunda Türk edebiyatına önemli yenilikler getirdi. Murat Tuncel makro ve mikro tarihi romanlaştırıyor. Dünyayı çok yönlü ele alıyor. Murat Tuncel’in yazar olarak duruşu dürüst, tutarlı ve tarafsız. Türkleri tutup, Sırpları kötülemiyor. Bizansı kötüleyip Osmanlıyı yüceltmiyor. Böyle romanlar kolay yazılır. Tarihi kafandaki önermelere ve şekillere uydurmak okuyucuların doğru bilgilere ulaşmasını önler ya da zorlaştırır.  Bu tür taraflı romanlarla tarih ve toplum doğru anlaşılamaz.

Murat Tuncel zor olanı, fakat doğru olanı yapıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde yaşadığı dünyanın ve coğrafyanın 500 yıllık tarihini, sosyal ilişkilerini, insanların yaşam tarzlarını, düşünce ve davranış tarzları ayrıntılara girerek anlatıyor.

Bunu nasıl yapıyor? Nasıl başarıyor? Bu genel soruları anlayabilmek için Murat Tucel ile bir söyleşi yaptım. Aldığım cevaplar bana çok ilginç ve öğretici geldi. Bu nedenle sizlerle paylaşmak için aynen yayınlıyorum.

MURAT TUNCEL

            Kemal Yalçın Soru 1:   Sayın Tuncel, tarih içerikli seri romanlarınızın İlk ikisini severek ve zevkle okumuştum. Fakat seri romanlarınızın üçüncüsü olan  “Osmanlılar III/ Kılıç ve Kırbaç,” adlı romanınızda başka bir edebi lezzet var. Lütfen önceki romanlarınız da, siz de kıskanmayın ama bu romanınızdaki dil ustalığı, kurgu ve estetik ölçülerin seviyesinin yüksek olmasının sebebi ya da sebepleri sizce nedir?

Murat Tuncel cevap 1: Sayın Yalçın,  her çocuk önce emeklemeyi, sonra da yürümeyi öğreniyor. Hızlı yürümeyi ve koşmayı öğrenmesi ise zaman alıyor. Yazmakta böyle bir şey. Ne ilk başladığınız gibi kalıyor, ne de bir önceki yapıtınızdan geriye gidiyorsunuz.  Dil öğreniminiz ve öğrendiğiniz edebiyat kuramlarını zamanla yazma becerinize daha çok yansıtıyorsunuz. Beni edebiyat çevreleri toplumcu gerçekçi ürünlerimle tanıdı. Tarihi olayları konu edinen bu nehir romanlar serisi beni başka bir sosyal alana çekti. Yeni tanıştığım bu alanı tanımak ve bilgilenmek için hayli uğraştım. Bilgilendikten sonra da kurgulayarak yazmaya başladım. İlk yapıtlar bu zorlu sürecin ilk ürünleri olduğu için bazı eksikleriyle bana yeni romanımı yazmada yol gösterici oldular. O nedenle Kılıç ve Kırbaç daha eksiksiz ve edebi kurallarla donatıldı.  Bir de iyi bir dil işçiliği ve kurgu olunca romanın estetik değeri de yükseldi.

Soru 2: Neden üçüncü kitabınıza “Kılıç ve Kırbaç” adını verdiniz?

Dönemin (1398-1416) tarihi olaylarını inceleyen herkes kaynaklarda Yıldırım Bayezid ve Timur Gürgan’ın birbirine yazdıkları mektuplarla da mutlaka karşılaşacaklardır. İşte o mektupların çoğunda Yıldırım Bayezid’in “Tanrının kılıcı,” Timur’un da “Tanrının kırbacı” unvanlarıyla kendilerini tanımladıkları açıkça yazılıdır.  Kılıç ve kırbaç aslında iki araç adıdır fakat devrin kendilerini yenilmez sanan iki hükümdarının da mecazi simgeleridir. Ben de bu tarihi olaya dikkat çekmek için bu adı koydum romana.

Soru 3: “Trakya Güneşi” ve “Tuna’dan Fırat’a” kitaplarında 1300-1400 yıllarındaki 100 yılı anlatmıştınız. “Kılıç ve Kırbaç ”ta Osmanlı tarihinin kısa bir dönemini, 1398-1416 arasındaki 18 yılı romanlaştırmışsınız. Bu yoğunlaşmanın sebebi nedir?

Bu romandaki zaman diğerlerine göre çok kısa. Fakat bu kısa zamanda o kadar çok ayrıntı var ki, insan hangi birine romanda yer vereceğini şaşırıyor. Bu dönem bilindiği gibi Timur’un Yeni Delhi’den başlattığı yıkımların Anadolu’ya yönelmesi ve 1402’deki Ankara Savaşı’yla tüm Anadolu’yu ele geçirmesiyle son buluyor. Daha sonra da Cengiz Han’dan da büyük olma hırsına kapılıp Çin seferi için yola çıkmasıyla sona eriyor. Onun Anadolu’yu yani Yıldırım Bayezid’in beyliğinin topraklarını terk etmesiyle de Yıldırım Bayezid’in oğullarının hükümranlık savaşları başlıyor. Yani kardeşin kardeşe kıydığı  “fetret” devri denilen o kanlı devir başlıyor. Evet zaman ölçü birimine göre işlenen zaman kısa bir zamandır ama bu kısa zamana Bayezid’in, Timur’un ve torunu Muhammed Sultan’ın, Süleyman, İsa ve Musa çelebilerin iktidar uğruna ölümleri de, Mehmed Çelebi’nin onlarca kez yaralanıp ölümlerden dönüşü de bu kısa zamana sığmıştır. Ayrıca da kimilerinin düzmece dediği Mustafa Çelebi’nin Mehmed Çelebi’ye rakip olarak ortaya çıkması, Şeyh Bedreddin Mahmud olayları, Karamanoğlu Mehmed’lerin türlü oyunları, Bizans İmparatoru İkinci Manuel’in kendisine emanet edilen Osmanlı çelebilerini bir bir isyana teşvik etmesi, Sırp krallarının, Eflak derebeylerinin olayları da işte bu kısa zamanda yaşanmıştır. Yani kısa bir zamandır fakat olaylar açısından yüz yıla bedel bir zamandır. Yoğunluk da buradan ileri gelmektedir.

Soru 4: Moğol İmparatoru Timur’un Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmasının esas sebebi nedir? Mesele İpek Yolu’na tek başına sahip olmak mı?

Bizdeki bazı kaynaklarda da Timur, Moğol hükümdarı olarak gösteriliyor fakat bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Timur, Harezm Devletinin son hükümdarını hileyle öldürterek onun Cengiz Han soyundan gelen Kazan Han’ın kızı olan eşi Saraymülk Hatun’la evlenerek kendisinin kurduğu devletin Cengiz Han’ın Moğol İmparatorluğu’nun devamı olarak kabullendirmeye çalışmıştır. Onun Moğol olmasının kısa hikayesi budur.  Bazı Özbek kaynaklarında da böyle gösterilmeye çalışılmıştır ama doğrusu Timur, şu anda Özbekistan’daki Şehr-i Şebz (Akşehir) doğumlu bir tatardır.

Timur’un Osmanlı Beyliği’nin topraklarına savaş açmasının nedeni sadece  ipek yoluna hakim olmak değildi. En büyük amaç Konstantiniyye’ye kadar olan ipek yolunun sahibi olmaktı, fakat bundan başka iki önemli neden daha vardı. Birincisi tüm İslam ülkelerinin hâkimi olmak, ikincisi de kazandığı zaferleri “gaza” zaferi saydırmak. Çünkü o güne kadar kazandığı zaferleri hep İslam toplumlarıyla savaşarak kazandığı için zaferleri “gaza” zaferi sayılmıyordu.

Soru 5: Fetret Devri adı verilen dört kardeş arasındaki bu savaşlar kaçınılmaz mıydı? Neden kardeşler anlaşma yerine birbirini öldürdü?

Burada bir düzelti yapmak isterim, fetret devri dört değil, Süleyman, İsa, Musa, Mustafa, Kasım ve Mehmed olmak üzere altı kardeş arasında olmuştur. Bazı tarihçiler İsa Çelebi’yi unutur, bazıları Mustafa “düzmeceydi” derler, bazıları da en küçük sanırım da üvey olan Kasım’ın olayını atlarlar. Ama gerçek o ki, bu altı kardeş de beylik postu için kardeşlerini ortadan kaldırmak için her yolu denemiştir.

İsmail Hami Danişmend’in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı altı ciltlik yapıtında ve batı tarihçilerinin eserlerinde olaylar da isimler de açık açık görülebilir. Elbette kardeşlerin birbiriyle savaşmaları zorunlu değildi. Fakat o zamana kadar Osmanlı Beyliği’nde kimin baba yerine bey olacağını belirleyen bir yasa maddesi de yoktu. Bundan başka Ankara Savaşı’ndan sonra her çelebinin yanında, yakınında beyleri ve lalaları vardı. Fetret döneminin savaşları biraz da bu bey ve lalaların kendi “çelebilerinin” bey olmasını istemelerinden kaynaklanıyordu. Çünkü çelebisi bey olan lala büyük ihtimalle başvezir, beyleri de diğer önemli görevlere sahip olacaklardı.

Soru 6: Musa Çelebi ile Sımavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Mahmud arasındaki ilişki tesadüf müdür? Şeyh Bedreddin neden diğer kardeşlerle değil de Musa Çelebi ile beraber oluyor?  Musa Çelebi’nin diğer 3 kardeşten farkı nedir?

Musa Çelebi ile Şeyh Bedreddin Mahmud’un ilişkileri tesadüfi değil, ortak ideallerin ilişkisidir.  Abdulgani Geylani’nin düşüncelerinin sürdürümcüsü olan Şeyh Hüseyin ile Kahire’de karşılaşıp, onu dinledikten sonra medreselerde öğrendiği tüm bilgileri içeren sandıklar dolusu kitaplarını Nil Nehri’ne atan Şeyh Bedreddin, el aldığı Şeyh Hüseyin’in ölümünden sonra onun ardılı seçilince Anadolu’ya “adil ve paylaşımcı bir düzen” düşüncesini yaymak için gelmiş, sonra da Sarı Saltuk’un müritlerinin yaşadığı Balkanlara gitmişti.

Bir eşkıya çetesinin reisiyken Şeyh Bedreddin’le karşılaşmasından sonra eşkıyalıktan vazgeçip adamlarıyla birlikte Musa Çelebi’nin hizmetine girip, başvezir olan Şahmelik’in davetiyle Musa ile görüşen ve kazasker görevini kabul etmesi istenen Şeyh Bedreddin, Musa Çelebi’nin ideallerinin de kendi ideallerine benzediğini anlayınca verilen görevi kabul etmiş ve Musa Çelebi’nin yanında yer almıştır.

Soru 7: Diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitapta da çok ince ayrıntılara giriyor, sanki oradaymışsın gibi canlı tasvirler, inandırıcı anlatımlar yapıyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun?

Bildiğiniz gibi ben bu romanları yazarken kaynaklara çok önem veriyorum ve her olayı Osmanlı tarihçilerinin yapıtlarından ve yabancı tarihçilerin yapıtlarından okuduktan sonra bir de olayların geçtiği savaş alanlarına ve kalelere geziler yapıyorum. O zamanın savaş taktiklerine ya da kale savunmalarına ait de okumalar yaparak ziyaretlerimi gerçekleştirerek çevreyi inceliyorum. O ziyaretlerden sonra da o canlı betimlemeler yazılıyor.

Soru 8: Osmanlılar seri romanlarında yer isimlerini o günlerin, o zamanların orijinal yer isimlerini kullanıyorsun. Oysa biz tarih derslerinde orijinal yer isimlerini değil, Türkçeleştirilen yer isimlerini öğrenmiştik. Neden yer isimlerinin orijinalini kullanıyorsun?

Bu romanlarla ben bir anlamda zamanın romanını yazıyorum. Eğer tarih derslerindeki gibi yer adlarını değiştirecek olsam hem bu iddiam ortadan kalkar hem de romanlarımın zamanının dışına çıktığım için inandırıcı olamam. O nedenle de kaynaklardan olayların geçtiği mekânın, olayın geçtiği zamandaki adını bulmaya çalışıyorum. Bir de yer adlarını değiştirmek bizim ülkemize has bir özellik. Gezi yaptığım ülkelerin çoğunda mekân adlarının hemen hemen hiç değişmediğini görüyorum.

Soru 9: “Trakya Güneşi” ve “Tuna’dan Fırat’a” kitapları Türkiye’de nasıl karşılandı? Gelen yankılardan memnun musun?

Her iki kitapta bir yazarın yüzünü güldürecek bir ilgiyle karşılandı. Tabii on bin, yüz bin baskıları olmadı ama basıldıkları kadar da okuyucusu oldu her iki kitabın da.  Yazın insanları tarafından her iki kitap içinde, değerlendirme, eleştiri, tanıtım yazıları yazıldığı gibi söyleşililer de yapılarak edebiyat dergilerinde yayınlandı. Çoğu okuyucum da, bu kitaplardan “çok şey” öğrendiklerini çeşitli yerlerde ve çeşitli şekillerde dile getirdiler. Bu bir yazar için en büyük mutluluk, kitaplar için de kalıcılıktır sanırım.

Soru 10: Birbirinin kanını içmeye yemin etmiş kardeşlerin dünya görüşleri, devlet yönetim anlayışları bakımından aralarında farklar var mıydı? Örneğin Musa Çelebi kazansaydı, tarih başka türlü akardı, diyebilir miyiz?

Yıldırım Bayezid’in altı oğlu da hem ayrı ayrı karakterlere sahipti, hem de yaşam anlayışları farklıydı. Hemen hemen hiçbirisi de yalnız başına bir beyliği yönetecek kadar güçlü değildi. Mehmed Çelebi’nin tüm kardeşlerini alt etmesindeki en büyük neden lalası ve yanındaki beylerin zamanı iyi değerlendirmeleri ve olayları iyi yönetmeleriyle eş değerli.

Musa Çelebi aşırı hırslı ve Şeyh Bedreddin’in dışındaki yöneticilerine tepeden bakan biri olduğu için deneyimli vezir ve beylerden hiçbiri yanında kalmamıştı. Bunlardan biri de devlet yönetiminde hayli deneyimli olan vezir Çandarlı İbrahim Paşa’dır. O da Edirne’den Konstantiniyye’ye Musa’nın elçisi olarak gitmesine karşın, geri dönmeyerek Bursa’daki Mehmed Çelebi’nin yanına gidiyor.

Soru 11: “Kılıç ve Kırbaç”ta çok az yazım yanlışı var. Dildeki ve yazımdaki temizliği nasıl sağlıyorsun?

Dil konusunda ben çok titiz davranıyorum. Benim gibi editör ve düzeltmen arkadaşlarım da benim kadar özen gösterince romanlar da en az hatayla yayınlanıyor.

Soru 12: Kaç tane Timur var? Bize tarih derslerinde sadece “Topal Timur’u” öğretmişlerdi.

Elbette bir Timur var. Fakat benim romanlarımda da görüldüğü gibi tek adlı ama çok lakaplı bir Timur var. Aksak Timur, Timur Leng, Timur Gurgan. Bazı kaynaklarda “Gurugan”a da rastlıyoruz. Ya da Özbeklerin söyleyişiyle Teymur. Sayın Yalçın unutmayalım ki tarih, tarih kitaplarından öğrendiğimiz kadar dar değildir.

Sorularıma cevap verdiğin için çok teşekkür ederim Sevgili Murat Tuncel.

Ben teşekkür ederim değerli arkadaşım.

Bochum, 6 Eylül 2020                                                            Kemal Yalçın