İbrahim Eroğlu, 1963 yılında Yozgat’ın Sorgun İlçesi’ne bağlı olan Bahadın Kasabası’nda doğdu. 7 Eylül 1980 tarihinde aile birleşimiyle17 yaşındayken Hollanda’ya geldi. 14 yıl bir çiçek serasında işçi olarak çalıştı. Hayatın her türlü zorluğunu yaşadı ve gördü. Zorluklardan yılmadı, hayatın zorluklarını olumluya çevirdi. Dil öğrendi. Rotterdam Eğitim Bilimleri Akademisi Türkçe Bölümü’nü ve Inholland Öğretmen Okulu (Hollandaca sınıf öğretmenliği bölümünü)’nu bitirdi. Lahey’de bir ilköğretim okulunda öğretmen olarak çalışıyor. İbrahim Eroğlu’nun hayatı gençlerin örnek alacağı bir hayattır. Onun şiirleri hayatın gerçeklerinin şiire dönüşmüş biçimleridir.
İbrahim Eroğlu, Hollanda’ da, biri uluslararası iki şiir yarışmasında, Türkiye’de de; Aykırısanat Dergisi Şiir Özel Ödülü ve Bartın Kitap Fuarı Hasan Bayrı Şiir Yarışması’nda üç kez ödül kazandı. “Ufkunda Ceylanları Kovalanmış Ceylanların Tedirginliği” adlı dosyasıyla Cegerxwin’in yüzüncü doğum yıl dönümü nedeniyle düzenlenen şiir yarışmasında “Dikkate değer” görüldü.
Avrupa’ya göçün 60. Yılı vesilesiyle İbrahim Eroğlu ile yaptığım söyleşiyi aynen yayınlıyorum.
İBRAHİM EROĞLU İLE SÖYLEŞİ
Kemal Yalçın: Yazarlık serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladın?
İbrahim Eroğlu: İlkokul dördüncü sınıftaydım. Öğretmenimizin verdiği bir ödev üzerine “Dertli Çocuk” başlığı altında bir şeyler yazmıştım. Öğretmenimiz, “Yazdıklarımı sınıfa okumamı” istemişti benden. Tahtanın önüne çıkmış, yazdıklarımı heyecanla sınıfa okumuştum. Öğretmenimizin yazdıklarımda bir şiirsellik gördüğünü düşünürüm hep.
Bir yandan ilkokul öğretmenimin beni özendirmesi, diğer yandan adımın 18. yüzyılda yaşamış şair dedem Âşık Kul İbrahim’den geliyor olmasının çok önemli bir payı vardır yazmamda. Kendimi bu konuda biraz şanslı sayarım. Çünkü Köy Enstitülü araştırmacı- yazar amcam Arif Baş (soyadlarımız farklı), düzenli olarak Cumhuriyet gazetesi okur, başta Varlık olmak üzere süreli yayınları izler, bir cennet parçası olarak niteleyebileceğimiz bahçesinde -aralarında Abbas Sayar’ın da olduğu- konuklarını ağırlardı. Şimdi o bahçede kendi olanaklarıyla kurduğu Arif Baş Açıkhava Müzesi ve ağabeyim Haydar Eroğlu’nun yaptırdığı Âşık Kul İbrahim Heykeli vardır.
Kasabamızın alt tarafında postane vardı. Her iki günde bir posta gelirdi. Ağabeyime gelen postaları almaya genellikle ben giderdim. Gelen mektup ve dergileri açar eve varıncaya kadar okurdum. Özellikle dergiler çok ilgimi çekerdi. “Ağabeyimin şiiri yayımlanmış mı?” diye özenle okumaya çalışırdım. Eğer şiiri yayımlanmışsa ona sevindirici haberi vermiş olmamın keyfini sürerdim.
Bir süre sonra, benim yazdıklarımı yerel gazetelere göndermeye karar vermiştik ağabeyimle. Karadeniz Ereğli’sinde yayımlanan “Memleket” gazetesine Nâzım Hikmet’e adadığım başlığı uzun mu uzun bir şiirimi göndermiş, bir süre sonra şiirimin yayımlandığını görmüştüm. O gün bugündür yazmayı hiç bırakmadım.
Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız? İsimleri nelerdir?
Bugüne dek beşi şiir, altısı mizah biri de antoloji (Haydar Eroğlu ve Tuncay Çinibulak ile birlikte) 14 kitabım yayımlandı. İsimleri:
Sevgimi Siper Ettim Gül Kıyımlarına, Kırık Zeytindalı Ülkem, Bulut Ağlaması, Deprem Fıkraları, Bahadın Fıkraları, Het Huilen van de Wolk, Kara Saray’daki Beyaz Adam Fıkraları, A’dan Z’ye One Minute Fıkraları, Gezi Aforizmaları, Hollanda’da Yaşayan Türkiyeli Şairler Şiir Antolojisi, Portekiz Dörtlükleri, Nuh’un Gemisi’ni Batıran Şiirler.
12 Eylül 1980 döneminin senin yazarlık hayatındaki yeri, etkisi nedir?
“O günlerden belleklerde var çocuk asmaktan tablo asmaya terfi eden meşhur bir Pinochet ikizi” (Uyanış başlıklı şiirimden)
12 Eylül’e giden süreci Yozgat gibi bir yerde yaşadım. Yedi arkadaşımla birlikte Yerköy’de kayıt yaptırdığımız yatılı bir tarım okulunda sadece bir hafta dayanabilmiştik.
12 Eylül’den beş gün önce –aile birleşimi çerçevesinde- Hollanda’ya geldim.
Babam ile ağabeyim Haydar, ünlü DAL Grubu’nda yan yana işkence gördüler. Babam; iri-yarı, yiğit bir insandı. İşkencecilere, “Oğluma yapacağınız işkenceyi bana yapın,” dediğinde, “Oğlu zayıf, ötecek galiba, vurun oğluna,” diye ağabeyime yüklenmişler.
İşkenceden sonra babamın “Gençler, siz haklıymışsınız!” dediği kasabamızda bugün de söylenir.
İlk iki şiir kitabımın adlarından “Sevgimi Siper Ettim Gül Kıyımlarına” (1989), “Kırık Zeytindalı Ülkem” (1991) 12 Eylül dönemine ait olduğu anlaşılır. Üstelik, ilk kitabıma adını veren şiiri Didar Şensoy’a adamıştım.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, kimlerin bu darbeyi, kimin için yaptığını daha açık seçik görebiliyoruz. İdamların işkencelerin, korku ve sindirmelerin doruğuna ulaştığı bir dönemden kimse “etkilenmedim” diyemez, hele şairler hiç diyemez!
Nasıl yazıyorsun? Evde mi, otelde mi?
Şiirlerin; nerede, nasıl yazılacağını şairlerin kendileri bile bilemezler diye düşünüyorum ya da bana öyle geliyor. Bir haberi dinlerken, bir kitabı, bir dergiyi ya da bir gazeteyi okurken fazla değil sadece bir sözcük bile bazen sizi tetikler.
Ben, şiirlerimi genellikle yürüyüşe çıktığımda yazarım. Bazen şiirin beni gece uyandırdığı da olur. Olanaklarım ölçüsünde tatile giderim. Değişik ülkeleri, halkları, kültürleri yakından görmek çok hoşuma gider. Gittiğim ülkelerden döndükten bir süre sonra dizelere dökülür gördüklerim, hissettiklerim…
Sürgün ya da göç hayatı ne zaman başladı? Sürgünde ya da göçmen bir yazar olmak ne demektir?
Çocuk sayılabilecek bir yaşta (17) Hollanda’ya geldim. Hollanda’ya gelmeden önce birkaç kez Yozgat’a ve Ankara’ya da gitmiştim. Dünyanın kasabamız ve etrafından ibaret olduğunu sanıyordum. Hiç gurbete çıkmamış, annemden hiç ayrı kalmamış ve daha da önemlisi konuştuğum dilin ilk kez beni kurtarmaya yetmediğini görmüştüm.
Uzun bir süre bocalama dönemi geçirdim. Lise bir terk olarak geldiğim Hollanda’da yuva kurmam gerekiyordu. Bir çiçek serasında iş buldum ve 14 yıl çalıştım orada. Öğrendiğim üç beş sözcükle durumu kurtarmakla geçti ömrümün en değerli 14 yılı. Sonra okumaya karar verdim ve Hollandaca ile ciddi olarak yüzleşmeye başladım.
O zamandan itibaren başta “göçmenlik” olmak üzere birçok kavramın içini yanlış ya da eksik doldurduğumun farkına vardım. Göçmenlik yakınmak için sığındığımız bir liman olmaktan çıkmalı artık. “Göçmenliğin getirileri neler oldu, neler olmalı?” gibisinden sorulara yanıt arayarak ilerlemeliyiz diye düşünüyorum. Sözgelimi; “bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insan,” deriz, deriz de çoğu zaman kendi anadilimizi bile doğru dürüst konuşamadan göçüp gideriz bu dünyadan. Göçmenliğin; ikinci bir dilde de kendini ifade edebilmek, farklı ülkeleri, farklı kültürleri yakından tanımak gibi boyutlarının olduğunu da unutmamamız gerekiyor.
Şiir özelinde söyleyecek olursam; bizde daha çok duygu ağırlıklı yazılır şiirler. Avrupa’da ise ironi (zekâ) ağırlıklı yazılıyor şiirler. “Göçmen” şair her iki şiirden de yararlanarak kendine özgü yeni bir çizgi oluşturabilir.
Bu bağlamda, bir parantez açıp söyleyeyim: Hollanda’ya deyim yerindeyse daha dün gelen İranlılar, Afganistanlılar, Iraklılar, Suriyeliler, Hollandaca -hem de ses getiren- şiirler yazıyorlar. Biz, Hollanda’da 60 yılı devireceğiz neredeyse, ama hâlâ Hollandaca yazan ya da karşılıklı şiir çevrileri yapabilecek iki şair adı bile sayamayacak durumdayız. Bunda “göçmenlik” yakınmasının ve antenlerimizin hep geldiğimiz ülkeye dönük olmasının büyük payı vardır diye düşünüyorum. Sözün özü: “Yeryüzü vatanındır.”
Türkiye’de kitap yayınladınız mı? Türkiye’de yazar olmak ile Avrupa’da yazar olmak farklı mı? Nasıl?
Birisi dışında kitaplarımın tümü Türkiye’de yayımlandı. Benim de diğer arkadaşlarımın çoğu gibi olumsuz deneyimlerim vardır yayınevlerinin bazılarıyla.
Burada yayımlanan kitabıma telif ödediler ve kaliteli bir şekilde hatasız bastılar (O zamanlar öğrencisi olduğum Inholland Öğretmen Okulu gerçekleştirmişti basım işini). Aynı şeyleri Türkiye’dekiler için söylemek (bazı istisnalar hariç) çok zor.
Burada yazarın, şairin bir saygınlığı var. Buradaki şairler yazarlar; ününü ya da başarısını diğerleri üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya kalkmıyorlar genellikle…
Geçenlerde Demokrat Haber Hollanda Portalı, Hollanda’da yayımlanan bir haberi Türkçeye çevirerek yayımladı: Habere göre, Hollanda’ da 2020 yılında 41 milyon kitap satılmış. En çok ilgi gören, satılan kitapların fotoğrafları vardı haberin üst kısmında.
Hollanda’nın nüfusu 18 milyon bile değil. Bizim nüfusumuz 83 milyon bildiğim kadarıyla. Örneğin benim de bir kitabımı yayımlayan Klaros Yayınevi, bir kitabı 300-400 adet basıyor. Diğer yayınevlerinin 1000, 1500 bastığını varsayalım, sahi bu kitapların kaçı satılıyor, o da ayrı bir soru ve sorun… Ben, “Kitabımı al!” diye adeta yakaran hem de kaç yazarımızı, şairimizi gördüm. Sizler de görmüşsünüzdür mutlaka. İçler acısı bir durum. Bu, böyle olmamalı…
Yaşadığın ülkeye alışabildin mi? Nasıl bir ülke ve dünya istiyorsun?
“Diktatör Toplama Merkezi”nin olduğu şehirde yaşıyorum 40 yıldır. Tek alışamadığım onlarla aynı gökyüzünü paylaşmak. Tüm renklere aynı ayrıcalığın tanındığı bir dünya istiyorum.
Bu söyleşi için sana çok teşekkür ederim Sevgili İbrahim Eroğlu.
Ben de sana çok teşekkür ederim Sevgili Kemal Hocam.
Lahey-Hollanda, Bochum-Almanya, 4.2.2021, İbrahim Eroğlu-Kemal Yalçın