Âşık Armanî, Türkiye’de ve dünyada Türkçe yazıp söyleyen, Sayat Nova Âşuk edebiyatı geleneğinden gelen, yaşayan tek Ermeni Halk ozanıdır. 6+5 = 11’li hece veznini ve zengin kafiye düzenini ustalıkla, hiç zorlanmadan kullanır. Türkçesi sade ve zengindir. Hafızası çok derin, beyni çok işlektir. Birçok Türk âşıkı ile atışmış, hiçbirinde yenilmemiştir. Doğaçlamadan en zor konuları su gibi yüreklerimize akıtır. Âşık Armanî eleştirir, uyarır ama insanları kinle köreltmez, sonunda sevgiye, birliğe, dostluğa çağırır. Onun dünyasında milliyetçilik, ırkçılık, kin, nefret, intikam yoktur. Onun dini de imanı da sevgidir, dostluktur.
Âşık Armanî şiirlerini “Anadolu’nun Nar Taneleri” adlı kitabında, 2016 yılında, Hollanda’da 3C Yayınevi’nde yayınladı. Ben de Âşık Armanî’nin hayatını “Hayatta Kalanlar” adlı kitabımda romanlaştırdım, 2006 yılında yayınladım. “Hayatta Kalanlar” daha sonra Türkiye’de yayınlandı. 2016 yılında ise Ermeniceye çevrilerek Beyrut’ta yayınlandı.
Âşık Armanî hem ozandır hem de Türkiye’nin ve dünyanın en iyi saz yapım ustalarından biridir. Türkiye’de öğrendiği saz yapım teknikleriyle, Hollanda’da çalıştığı gitar fabrikasında öğrendiği teknik ve bilimsel bilgileri sentezleyerek en iyi saz yapma becerisini, bilgisini ve tekniğini kazanmıştır.
Âşık Armanî’nin resmi adı Agop Yıldız’dır. Annesinin adı Satenik, babasının adı Kirkor Yıldız’dır. Âşık Armanî, Sinop ili Boyabat ilçesi, Avloğuç köyünde doğdu. Nüfus cüzdanında doğum tarihi olarak 2 Nisan 1946 yazılıdır. Annesi ve babasının söylediklerine göre, 1948 yılında ekinlerin başaklandığı günlerde, yani haziran ayında dünyaya gelmiştir.
Avloğuç köyünün sağ tarafında Kartal dağları uzanır. Kartal Dağları ile Avloğuç köyü arasında Gökırmak akar. Avloğuç köyünün sol tarafındaki çorak arazi Karadağlar’a kadar uzanır. 1955 yıllarında Avloğuç köyünde 23 hane kadar Ermeni vardı. Ermeniler Agos Mahallesi ya da Ermeni Tepesi denilen bir tepe üzerine yerleşmişlerdi. Türkler, Müslümanlar tepenin aşağılarındaki düzlüğü yurt edinmişlerdi.
Âşık Armanî’nin Hanımı Sultan Yıldız, Kastamonu’ya bağlı Zıngıl köyünde dünyaya gelmişti. Zıngıl köyü tamamen Ermenilerden meydana geliyordu. Bu nedenle köyde Ermenice konuşulurdu. Âşık Armanî’nin köyünde ise Türkçe ve Ermenice konuşulurdu. Aile içinde ise Ermenice konuşulurdu. 4-5 yaşına kadar hiç Türkçe bilmezdi. Türkçeyi okul yıllarında öğrenmeye başladı. Daha sonraki yıllarda konuşmaya konuşmaya anadili Ermeniceyi unuttu.
Hayatta kalabilmek için…
Âşık Armanî’nin babası Kirkor, 1915’te on yaşındaymış. Her şeyi çok iyi hatırlıyordu. Fakat çocuklar korkmasınlar diye başlarına gelenleri pek anlatmadı. Âşık Armanî’nin dedesi, 1915 öncesinde, kesin bir tarihi bilinmemesine rağmen tahminen 1895-1896 katliamları döneminde Doğu illerinden kaçarak ailesiyle birlikte Diyarbakır’a gelmiş. Bir süre burada yaşamışlar.
1915 yaklaşırken, dedesi başlarına gelecekleri sezerek, ailesi ile birlikte Diyarbakır’dan Sivas’a göç etmiş. Sivas’ta da kendini güvende hissedemeyince Sinop’a gelmişler. Omarlar köyünde başlarını sokacak bir ev bulmuşlar. Fakat Omarlar köyünün insanları onlara huzur vermemiş. Bunun üzerine Eğlence köyüne gelmişler. Eğlence köyünde toprak sahibi olan Eyüp Çavuş denilen bir Türk, Âşık Armanî’nin ailesine sahip çıkmış. Onları saklamış, korumuş. Sivas üzerinden kaçıp gelmiş olan Ermenilere Çakır Hasan ve Karacalar Sülalesi sahip çıkmıştır. Bu insanları saygı ve sevgiyle anıyor, şükranlarımı sunuyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun!
Çocukluktan gençliğe…
Âşık Armanî’nin çocukluğu Avloğuç köyünde geçti. İlkokulu 14 yaşında bitirebildi. 1959 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınmak zorunda kalmıştı. Çünkü İstanbul’da meydana gelen 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra Ermenilerin, Hıristiyanların Anadolu’da yaşamaları zorlaşmıştı. Fakat İstanbul’da hayat çok zordu. 1961’de tekrar Avloğuç’a döndüler. Âşık Armanî, ilkokulu Avlağuç’ta bitirdi. 1963 yılında amcaoğlu Şahin ile birlikte tekrar İstanbul’a geldi. Uzun Artin adlı bir Ermeninin torna dükkanında çırak olarak çalışmaya başladı.
Amcaoğlu Şahin ile birlikte para biriktirerek 1965 yılında, yani tam 50 yıl önce 75 liraya bir saz aldılar. Bir türkü biri, bir türkü diğeri çalıyorlardı. Âşık Armanî, durmadan çalmak istiyordu. Saz bütün dertlerini unutturuyordu. Tam o günlerde kendi sazını kendi yapma isteği doğdu içine… İstanbul’da bir saz ustası buldu. Tam elli yıldan beri saz yapıyor. Fakat Âşık Armanî, henüz en güzel sazı yapamadı, en güzel türküyü söyleyemedi… 28 Aralık 1969 günü, İstanbul’da Sultan Yıldız ile evlendi. Bir hafta sonra, 4 Ocak 1970 günü birlikte Hollanda’ya geldiler. Hâlâ Hollanda’da yaşamaktadırlar. İkisi oğlan biri kız üç hayırlı evlat yetiştirdiler.
Halk edebiyatında âşık geleneği
Âşık Armanî’nin halk edebiyatındaki yerini ve önemini anlatmadan önce sizlere biraz halk edebiyatından, ozanlardan ve âşıklardan söz etmek istiyorum.
Halk ozanlarının doğaçlama saz çalıp türkü söyleme yetenekleri vardır. Genellikle bu yetenek Tanrısal bir güç tarafından kendilerine bahşedilmiştir. Çoğu zaman bir rüyada üç bade içerler ve bu rüyadan uyandıklarında bu yeteneklerini kazanmış olurlar. Buna “Tanrı Vergisi” denir. Geleneğin koruyucusu ve aktarıcısıdır.
Sümerlerdeki gelecekten haber veren kişi anlamına gelen Uzu ile de yakından bağlantılıdır. Akın olarak da adlandırılırlar. Kadın ozanlara ise Akınay denir. Halk ozanı veya âşık, Anadolu’da toplumun öncüsü olmuş bir gelenek, halka mal olmuş bir kültürdür. Yaşamını halkla birlikte idame ettiren ozan, sazıyla sözüyle halkın sesidir.
Toplumdaki olumlu ya da olumsuz gelişmeler, ozanın sazına, sözüne ve sesine konu olur. Ozanlar toplumun sorunlarını dile getirmek, olup biteni daha erken görmek ve gelecek nesillere mesaj vermek özellikleriyle de tanınmıştır. Böylece halka mal olmuşlardır. Ozanlık geleneğinde doğa sevgisi vardır, halk sevgisi vardır, vatan sevgisi vardır, hak sevgisi vardır. Halkın bağrından kopar ve temsil ettiği toplumun sorunlarını, mesajlarını sazıyla anlatır. Yaşadıkları dönemlerde her halk ozanının farklı bir yeri vardır. Ama tüm halk ozanlarımızın buluştuğu yer, halkın gönlüdür.
Tarih boyunca ozanlık ve halk edebiyatı çeşitli dönemlerden geçmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Halk ozanlığı, değişen yaşam koşulları ve değer yargıları karşısında gerileme yaşasa da kültürün vazgeçilmez simgelerinden biri olma özelliğini korumuştur.
Türkçede saz şairi anlamına da gelen “âşık” kelimesi, ağızlarda aşuh, aşşıh, aşşığ ve aşığ şekillerinde söylenir. “Türkçe şiirler yazıp söyleyen Ermeni âşıklarına verilen ad” şeklinde anlaşılması veya tarif edilmesi yanlıştır. Doğu Anadolu’da saz şairine “aşuğ, aşuh” denir bütün saz şairlerinin ortak sıfatı “aşuğ/aşuh”tur.
Türkçe ve irticalen çalıp söyleyen her şaz sairine Türkçede nasıl âşık deniyorsa ağızlarda da bu böyledir. Kelime Arapça aşk, sevgi kökünden ism-i fâil, yapan eden veya olan kişi manasını taşır.
Toplumda âşıklara herkes itibar eder, sever, sayar; hatta evliyâ yerine bile koyar. Âşık Emrah ne ise Âşık Şenlik, Âşık Sümmanî, Âşık Vartan veya Âşık İzanî de odur. Türkçe çalıp çığıran Ermenilerin sadece dinleri ayrıdır. Hayatı, Âşığ Said’in eserlerini çalıp çığırmakla geçiren Kırşehirli Âşık Garip bunun son örneğidir. Anadolu Ermenileri Türkçeden başka bir dil bilmezlerdi. Bu bakımdan “Aşuğ şairleri” gibi bir kavram kullanmak abestir. Ermeniler eskiden İstanbul ağzı ile değil yaşadıkları bölge ağzı ile konuşup yazdıkları için cönklerinde âşık kelimesi aşuğ, aşığ, aşuh, aşıh şekillerinde geçer.
Halk edebiyatında ozanlar
Ozan: Türkçe (Oz/Uz) kökünden türemiştir. Ozmak (önde gitmek, şarkı söylemek) fiilini içerir. Kendilerine saygı duyulduğu için hep önde otururlar. Uzmanlık bildiren Uz sözcüğüyle de yakından ilgilidir.
Pek çok halk ozanının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede “Aşık” anlamına geldiği dilbilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin “İmre” kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (Am/Em/İm) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili aşık olmak demektir ve Emre kelimesi de aşık manası taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu da “imremek” ve “imrenmek” fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak manaları taşır.
Halk edebiyatında sözlü edebiyat geleneği
Söz ve müzik, resim ve heykel insan var olalıdan beri çeşitli biçimlerde hep vardı. Yazının bulunmadığı ya da yaygınlaşmadığı çağlarda sözlü edebiyat gelişmişti. Sözlü edebiyat türleri, türküler, ağıtlar, destanlar, masallar, ninniler, maniler, aşk hikayeleri, yaratılış hikayeleri dünyada insanın var olduğu her yerde çeşitli biçimlerde vardı. Bütün dinlerde müzik vardı. Anadolu, Mezopotamya, Orta Doğu, Uzak Asya yazılı tarih öncesinden beri sözlü edebiyatın çok zengin olduğu yerlerdendi.
Çin’den başlayıp Anadolu’ya, Efes’e uzanan İpek Yolu yaklaşık on bin kilometreydi. İpek Yolu’ndan gelip giden kervanlar sadece ticari eşya, alıp satılan mal değil, aynı zamanda çeşitli kültürleri, çeşitli kültür değerlerini de getirip götürüyor, dünyaya yayıyorlardı.
Anadolu’da on bin yıldan beri 18 medeniyet kurulmuş ve yıkılmıştı. Her medeniyetin mirasından başka bir medeniyet doğmuştu.
Türkler Anadolu’nun kapısına dayandıklarında Anadolu’da Bizans İmparatorluğu’nun acımasız, sert egemenliği vardı. Anadolu Türkler gelmeden önce tam bir Hıristiyan memleketi idi. Anadolu’da toplam nüfusları beş milyon kadar olan, toprağa yerleşik halklar, Ermeniler, Rumlar, Pontuslar, Lazlar, Cenevizliler, Yunanlılar, Süryaniler, Nasturiler, Ezidiler, Bizanslılar yaşıyordu.
Selçuklu orduları Malazgirt’e geldiklerinde Bizans ordularını karşısında bulmuştu. Bizans İmparatorluğunun baskısı ve sömürüsü altında yaşamaktan bıkmış olan Ermeniler Türkleri bir kurtarıcı gibi görmüşlerdi.
Düşmanımın düşmanı benim dostumdur, mantığı ile Bizansla savaşan Alpaslan ordusunu desteklediler. Selçuklu orduları Ermenilerin ve Hıristiyanların yardımıyla Bizans Ordusunu yenmişti. Anadolu’ya 1000 yıllarından sonra yaklaşık 400 bin Türk gelmişti. Yüzlerce yıl Anadolu’daki insanlar, milletler, halklar, medeniyetler, dinler, kültürler, sanatlar birbirlerinden çok etkilendiler. Ozanlar, aşıklar, destancılar, masalcılar Anadolu’da konuşulan dilleri öğreniyor, her gittikleri köyün, obanın, bölgenin diline göre türkü söylüyor, ağıt yakıyorlardı.
Her milletin, her halkın yüzlerce destancısı, ağıtçısı, türkücüsü, aşığı, ozanı vardı. Bu ozanlardan biri iyi, diğeri kötü değildi. Her renkten, her milletten aşıklar, ozanlar, destancılar, ağıtçılar Anadolu kültürünü birlikte yarattılar. Bu yaratış sürecinde daha güzeli, daha iyiyi söyleyebilmek, dili daha iyi kullanabilmek için birbirleriyle atıştılar, yarıştılar! Fakat hiçbir zaman ozanlar, aşıklar birbirleriyle dövüşmedi, sövüşmedi, savaşmadı. Ozanlar, Âşıklar halkın dili ve sesi oldular. İşte bu süreç içinde çıktı Pir Sultanlar, Köroğlular, Karacaoğlanlar, Sayat Novalar, Yunus Emreler, Kul Agoplar, Âşık Vartanlar, Âşık Hartunlar, Aşık Keşişoğlular.
Türklerin Köroğluları vardı, Ermenilerin Goroğluları vardı…
Türklerin Karacaoğlanları vardı, Ermenilerin Garaçaoğlanları vardı…
Kürt âşıkları Kürtçe, Ermeni âşıkları Ermenice, Süryani âşıkları Süryanice söylüyorlardı.
Bu ozanlar, bu âşıklar yaşadıkları bölgelerin dillerini iyi biliyorlardı. Kimi üç dilde söylüyordu, kimi beş dilde.
Anadolu, o zamanlarda rengarenk idi. Anadolu, o zamanlar Anadolu idi.
Bu süreçte, Alevi-Bektaşi inancından insanlar Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında köprü vazifesini görüyorlardı.
Birçok Alevi-Bektaşi tekkesinde Ermeni, Rum halk ozanları da vardı.
Anadolu’daki âşık edebiyatı 17. yüzyıldan sonra gelişti, İran’a, Azerbaycan’a, Gürcistan’a, Mezopotamya’ya kadar yayıldı.
Ermeni âşıklar ve Sayat Nova
- yüzyıldan günümüze kadar yaklaşık 400 kadar Ermeni ozan, âşık çaldı söyledi. Çok zengin bir halk edebiyatı yarattılar.
Ermeni halk edebiyatında en önemli âşıkların başında Sayat Nova gelir. Esas adı, “Harutyun Sayatyan”dır. Edebiyat dünyasında “Türkülerin kralı anlamına” gelen Ermenice “Sayat Nova” mahlasıyla tanındı. Sesinin güzelliği ve kemençe çalmadaki ustalığı ile nam salmıştı.
14 Haziran 1712’de Tiflis’te doğdu. 22 Eylül 1795’te Hağpat’ta vefat etti. 18. yüzyılın en ünlü Ermeni şair ve halk ozanıdır. Eserlerini Ermenice, Gürcüce ve Azerice olarak yazmıştır. Günümüze ulaşan şarkılarının çoğu Azericedir. Farsçaya da hâkim idi.
- yüzyıl hem Türk hem de Ermeni âşık edebiyatının en parlak dönemidir.
Türk Halk Edebiyatında Pir Sultan, Karacaoğlan ne ise Ermeni Halk Edebiyatında da Sayad Nova odur. Sayat Nova olmadan Ermeni edebiyatı olamaz.
Anadolu’daki birçok Ermeni âşığı saz eşliğinde Türkçe söylemiştir. Türkçe söyleyen Ermeni aşıklarının birçoğu Alevi-Bektaşi geleneği içinde yetişmiştir.
Bunlardan en tanınmışlarından birisi, Aşık Keşişoğlu’dur.
Asıl adı, Davut Yerasyan’dır. 1804’te Gürcistan’da doğmuştur. İki yaşında iken yakalandığı çiçek hastalığı onun gözlerini kör etmiştir. Kısa bir süre sonra babasını ve ardından annesini kaybeder.
Dokuz yaşında iken Âşık Seyrani’nin çırağı olur. Âşık Seyrani ona “Keşişoğlu” mahlasını verir. Geleneğe uyarak iki yaşında Surp Garabet’i ziyaret etmek için Muş’a gider. Muş’a giderken Kars’ta
“Âşıklar Sultanı” olarak tanınan Âşık Tüccari ile karşılaşır ve onu yener. Erzurum’da ise tanınmış Âşık Bedr Allahverdi’yi yener. Yerli aşıklar ona “Zaruri” mahlasını takarlar.
İstanbul’a gelir. Sultan Mahmut onu makamına çağırır. Padişaha doğaçlamadan methiler söyler. Sultan Mahmut ona hayran kalır ve “Şevki” mahlasını verir.
Ermeni Köroğlu
Ermeni edebiyatında iki Köroğlu var. Birisi 16. yüzyılda yaşamış ünlü saz şairi ve eşkıya Köroğlu, diğeri ise 17. yüzyılda yaşamış ünlü Âşık Köroğlu’dur. Her iki Köroğlu’nun Ermenice ve Türkçe deyişleri, türküler vardır.
Türk Edebiyatındaki Köroğlu destanı, Ermeni edebiyatında da Ermenice aksanıyla anlatılır.
Ermeni Garaçaoğlan
Türkçe şiirler söyleyen Ermeni halk şairlerindendir. Maraşlı olduğu söylenir. Muş’taki Surp Garabet Manastırı’na gittikten sonra, Garaçaoğlan yerine, “Garabet-Dığan” mahlasını kullanmıştır. “Dığan” Ermenicede “oğlu” anlamındadır.
Ermeni- Kürt ilişkilerinin edebiyata yansıması
Sivas, Erzurum, Van, Harput, Siirt, Bitlis, Muş, Diyarbakır bölgelerinde Ermeniler çoğunlukta Müslümanlar, Kürtler azınlıktaydı. Kürtler, Türkler genellikle göçebe, hayvancılıkla geçinirlerdi. Ermeniler ise toprağa yerleşik zengin bir ekonomik ve kültürel toplum düzeni içinde yaşarlardı.
Kürtlerle Ermeniler iç içe yaşıyorlardı. Bu nedenle birbirlerinden hayatın her alanında etkileniyorlardı.
Kerem ile Aslı hikâyesi bunun edebiyata yansımış biçimidir.
Kerem, Kürt-Müslüman, Aslı ise Ermeni-Hıristiyandır.
İki sevgili dinsel nedenlerden birbirlerine kavuşamazlar.
Kerem aşkından yanıp kül olur, Aslı da Kerem’in külleri arasındaki bir kıvılcımla tutuşur, yanar kül olur. En sonunda Kerem ile Aslı’nın külleri kavuşur birbirine.
Kerem ile Aslı’nın benzeri bir “âşk hikâyesi de Sivas-İstanbul arasındaki bölgelerde anlatılır. “Ermeni Kızı Türküsü” bunun en çok tanınmışlarından biridir.
Hıristiyan-Ermeni ile Alevi-Türk aşkı, Keşişkızı-İslamoğlu ikilisiyle anlatılır. Bu türküde Alevi oğlan Ermeni kıza kendini şöyle tanıtır:
İsmimi sorarsan ismim Ali’dir
Dinimiz de hak Muhammed dinidir.
Bizim din de cümle dinden uludur,
İmana gel kömür gözlüm imana.
Oğlanın Alevi olduğunu öğrenince Ermeni kızı şöyle cevap verir.
İsmimi sorarsan benli Emine
Çok yiğitler geldi benim yanıma
İsmin Ali ise döndüm dinine
Sıva kollarını dola boynuma
Genelikle Alevi ve Ermeni halk edebiyatında Alevi- Ermeni yakınlığı sık sık dile gelir.
Türkçe, Kürtçe ve Ermenice Manilerde de Ermeni-Türk, Kürt-Ermeni insan ilişkileri dile gelir. Ermeni kadınlar tarafından yakılan bir mani şöyledir.
Yellem tur taşdin vıra
Gaynim tur taşdin vıra
Ohdı ludz komeş lıdzem
An al ku paydit vıra.
Türkçesi şöyle söylenebilir:
Kapı önüne çıkayım
Onun önünde durayım
Sekiz çift camız sürüp
Senin niyetine vereyim.
Bu maninin bir benzeri Antep bölgesinde Kürt ya da Türk kadınlar tarafından yakılmıştır.
Bahçelerde mor meni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslam ol ahçik
Ya ben olam Ermeni.
Bir zamanlar Anadolu’da insanlar türkülerle, manilerle atışıyor, birbirlerine âşık oluyor, birbirlerini seviyor, barış ve kardeşlik içinde yaşıyorlardı. O zamanlarda Anadolu, farklılıkların güzelliğini ve birliğini yaşıyordu.
Âşık Armanî’nin edebiyatımızdaki yeri ve önemi
Âşık Armanî, Türkçe söyleyen Ermeni âşuk edebiyatının günümüzde yaşayan en önemli temsilcilerinden, Sayat Nova geleneğinin günümüzdeki en verimli âşuklarından biridir. 50 yıldan beri sazla ve sözle hayata sesleniyor. Şiirlerinde, türkülerinde sözlü halk edebiyatı geleneğini sürdürüyor. Âşık Armanî insanları eleştirir, uyarır, birliğe, dostluğa çağırır:
Nasıl anlatayım ah köylüm seni
Toprağına sadık kal daş gibisin
Bir yanın dertlere salarken beni
Bir yanın yoluma yoldaş gibisin.
Toprağına can verirsin, işlersin
Sevmek diye ısırırsın, dişlersin
Durup durup el âleme kişnersin
Truva atına haldaş gibisin.
Âşık Armanî, Anadolu’ya şöyle seslenir:
Anadolum seni iyi tanırım
İnişinde yokuşunda ben vardım.
Yollarında öl deseler ölürdüm
Kavgasında dövüşünde ben vardım
Anadolum şimdi kaç bin yaşında
Emeğim var toprağında taşında
Urartular dahil ta ilk başında
Medeniyet yarışında ben vardım.
Yeter artık bir karara varılsın
Kanayan yaralar artık sarılsın
Anadolu yeni baştan kurulsun
Ne kadar zor olsa da yine ben varım
Âşık Armanî yaşadığı zamanı anlamak ve onu ileriye doğru değiştirmek ister. Zorluklara teslim olmaz. Dünyayı görmüş, gönlünü zenginleştirmiştir.
Türkler, Kürtler, Ermeniler toplandı
Beklenen soruyu sorduk bu gece
Kimler mahkum oldu, kimler aklandı
Bütün dostları da yorduk bu gece.
Tarihimiz önümüze serildi
Bedenimiz zaman zaman gerildi
Yüz yıl önce defterimiz dürüldü
Bunun sebebini sorduk bu gece.
Defalarca arşivlere bakıldı
Tüm belgeler ayıklandı, yakıldı
Hakikate bir de inkâr katıldı
Bunun karşısında durduk bu gece
Adaleti yokmuş büyük hünkarın
Temelsiz binaya benzer inkarın
Yıkılır üstüne yıkılır yarın
Bunun sonucunu gördük bu gece
Türkü, Kürdü ile barış ekelim
El ele tutuşup halay çekelim
Dostluk bayrağını ufka çekelim
Geleceğe örnek olduk bu gece.
Bu dünyadan birçok Ermeni, Kürt, Türk âşuk gelip gitti.
Fakat Âşık Armanî gibisi az görüldü.
Çünkü Âşık Armanî, çaldığı sazı da kendi yapıyor.
Çünkü Âşık Armanî, Sayat Novaların yaşamadıkları, akıllarına bile getirmedikleri acıları yaşadı. Kendi milletinin soykırıma uğratıldığını adı gibi biliyor. Fakat Âşık Armanî, sazına ve sözüne kin, intikam bulaştırmadı.
Âşık Armanî’yi Âşık Armanî yapan onun bu özelliğidir.
Âşık Armanî’yi Âşık Armanî yapan onun sazını ve sözünü barış, sevgi, dostluk, özgürlük için yaşatmasıdır.
Âşık Armanî kardeşimiz, arkadaşımız, dostumuz, ozanımız, aşığımızdır. Âşık Armanî ile bu dünyada yaşamak büyük mutluluktur benim için, bizler için!
Âşık Armanî’nin en zor günlerinde de en mutlu günlerinde de hayat arkadaşı, hayat yoldaşı olan sabırlı ve sevgili eşi Sultan Yıldız var olmuştur.
Sultan Hanım olmasa, Âşık Armanî bu güzel türküleri söylemezdi! Bu anlamda Âşık Armanî’nin başarıları Sultan Hanım’ın başarılarıdır. Sultan Hanım’a şükranlarımı sunuyorum.
Sevgili Âşık Armanî ve Sevgili Sultan Yıldız, ben bu dünyayı içinde sizler olduğunuz için daha çok seviyorum.
Sevgili Âşık Armanî sazına, sözüne sağlık! Saz yapan ve saz çalan ellerin dert görmesin!
Sevgili Âşık Armanî ve Sevgili Sultan Yıldız sizlerin acıları benim de acılarımdır, sizlerin mutluluğu benim de mutluluğumdur! Sizlerle birlikte güler benim yüreğim!
Bu Türkiye, bu dünya sizlerle birlikte daha güzel! İyi ki varsınız!
Bochum, 21 Nisan 2021 Kemal Yalçın
Kaynak: Bu yazımda Mehmet Bayrak’ın kaleme aldığı “Manzum Halk Tarihçisi Ermeni Aşuğlar, adlı Öz-GE Yayınları’ndan çıkan kitabından faydalandım. Mehmet Bayrak’a çok teşekkür ederim. K.Y.