Edebiyat

Anadolu Hümanizmasının Sesi ÂŞIK VEYSEL

ANADOLU HÜMANİZMASININ SESİ ÂŞIK VEYSEL

Bu yazı, 3 Mart 2024, Essen Evrensel Kültür Merkezi’nde  “Âşık Veysel’i Anma Günü”nde Kemal Yalçın’ın yaptığı konuşma metnidir.

 

Sevgili Arkadaşlar,

2023 yılı UNESCO tarafından “Âşık Veysel Yılı” ilan edilmişti. Bu vesileyle Türkiye’de ve yurtdışında, Almanya’da birçok Âşık Veysel’i Anma etkinlikleri düzenlendi.

Âşık Veysel 1894 yılında Sivrialan köyünde doğmuştu. Bu nedenle 2024 yılı Âşık Veysel’in 130. Doğum yılıdır. Bizler de hem Âşık Veysel Yılını hem de 130. Doğum Yılını birleştirerek Âşık Veysel’i anmak istedik.

Bu toplantıyı esas olarak Mehmet Bingöllü Evrensel Kültür Merkezi Başkanı Hıdır Güyıldar ile birlikte düzenledi. Kendilerine çok teşekkür ederim.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

ANADOLU’DA FELSEFİ DÜŞÜNCENİN TEMELLERİ

Âşık Veysel ya da Veysel Baba çeşitli yönlerden ele alınabilir. Az önce izlediğiniz belgesel filminde Âşık Veysel çeşitli yönlerden çok güzel anlatıldı. Âşık Veysel’in kendisi de hayatını anlattı. Bu nedenle tekrar yapmak istemiyorum.  Ben bugün Âşık Veysel’in şiirlerindeki felsefi görüşlerini, bu görüşlerin dayandığı temelleri, ilk çağ Yunan felsefesi, Arap İslam felsefesi, tasavvuf felsefesi, Anadolu felsefesi, Anadolu Hümanizmi ile etkileşimlerini kısaca anlatmak istiyorum.

Sevgili Arkadaşlar,

Düşünce ve felsefe tarihi birbirine bağlı, birinin sonu, diğerinin başlangıcı olmuş düşünce ve görüşlerle dünden bugünlere akıp gelmiştir.

Alevi – Bektaşi düşüncesini çok derinden etkilemiş olan evrenin dört ana maddeden, “toprak, su hava, ateş”ten yaratılmıştır düşüncesini ilk kez Milet Okulu filozoflarından Empedokles ileri sürmüştü. Bugün sizlere İlk Çağ Yunan Felsefesinden, Batı Felsefesinin temellerini atmış olan Milet Okulu filozoflarının görüşlerinden başlayarak, Arap -İslam felsefesini, tasavvufu, vahdet-i vücut’u Alevi – Bektaşi düşüncesini özetleyeceğim. Bu özetlemeden sonra Âşık Veysel’in dünyasının kapılarını açamaya çalışacağım.

Neden  Âşık Veysel “iki kapılı bir han” diyor, neden dört kapılı değil?

Âşık Veysel neden “benim yârim kara topraktır,” diyor da “benim yârim benim kahrımı çeken eşim Gülizar’dır,”  demiyor.

Bir şiirinde şöyle diyor:

Elinden dolu içtim

Türlü türlü derde düştüm

Cümle Varlığımdan geçtim

Senin yolunda senin yolunda

Peki, “Dolu içmek” ne demek?

Başka bir şiirde ise şöyle sesleniyor:

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet

Her nesnede vardır bir türlü ibret

Veysel’i söyletir bir büyük kuvvet

Söyleyen ne söyleten ne Tanrı ne

 

Veysel Baba’nın “sırr-ı hikmet” dediği nedir?

Mevcutta olan kudreti kuvvet

Senden hasıl oldu sen verdin hayat

“Mevcutta olan kudreti kuvvet” yani varlıklarda, evrende var olan kudretin kuvveti nedir?

Ben sizlere bu ve benzeri soruları anlayabilmeniz için Âşık Veysel’in şiirlerinin arkasındaki dünyayı, şiirlerin üzerinde yükseldiği felsefi temelleri anlatmaya çalışacağım. Konuşmam felsefe dersi gibi olacak. Konuşmamı dikkatle ve sabırla dinlemenizi rica ediyorum.

Aşık Veysel, 1970

İLK ÇAĞLARDA MİLETLİ ve EFESLİ FİLOZOFLARIN ANA SORUSU, “EVRENİN ANA MADDESİ NEDİR?” SORUSU İDİ

Batı Anadolu, felsefenin başlangıç yeri olarak kabul edilir. Yeni bulunan Göbekli Tepe insanlığın var oluş tarihinde yeni bir ufuk açtı. İnsanlar Yukarı Mezopotamya’da günümüzden 12 000 yıl kadar önce toprağa yerleşmiş, tapınaklar kurmuşlardı.

İnsanlığın ilk zamanlarında çevrelerindeki her şey din ile, dini inançlarla, tanrılarla, tanrıçalarla açıklanıyordu. Bu dönemde insan edilgendi. İnsan dünyayı anlayamaz, insan dünyayı, evreni ancak tanrıların yardımıyla anlayabilir deniliyordu. Sümerler yazıyı MÖ 5000 yıllarında bulmuşlardı. İnsanlar hayat deneyimlerini, aşkı, dini, varlığı destanlarla, şiirlerle anlatıyorlardı.

İlk kez Batı Anadolu’daki Milet, Efes, Aydın, Pamukkale, Hieropolis şehirlerinde yaşayan filozoflar evreni, dünyayı, insanı, hayatı, ruhu dinden ayırarak, dini görüşler dışındaki görüşlerle, insan aklı ile açıklamaya ve kavramaya başladılar.

Filozoflar evreni bir bütün olarak anlamaya ve açıklamaya çalışıyorlardı. Bu dönemlerde İlkçağ Yunan Filozoflarının ana sorusu “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusu idi.  Miletli filozoflar, doğa felsefesi alanında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Milet Okulu’nun temel öğretileri arasında doğanın temel unsurlarını araştırmak, evrenin ilk ilkesini bulmaya çalışmak ve doğa olaylarını rasyonel açıklamalarla anlamak vardı. Bu düşünürler, mitolojik veya dinsel açıklamalara değil, akıl ve gözlem yoluyla elde edilen verilere dayalı bilimsel açıklamalar sunmaya çalışmışlardı.

 

Miletli Thales

Miletli Thales yaklaşık olarak MÖ 624 ile 546 yılları arasında yaşamıştır.

Miletli Thales,” Evrenin ana maddesi nedir?” sorusuna “Evrenin ana maddesi sudur,” cevabını veriyordu. Thales,  Mısır’ a gitmiş, Nil nehrinin önemini görmüş, Nil olmadan Mısır olamaz anlayışına varmıştı.

Thales dünyada ilk kez güneş tutulmasının zamanını önceden bilebilmiş ve güneş tutulmasının nasıl meydana geldiğini açıklamıştı. Thales’in görüşleri felsefe tarihinin başlangıcı olarak kabul edildi.

 

Thales’in öğrencisi Anaksimandros

Anaksimandros evrenin ana maddesi sorusu ile uğraştı. Evrenin ana maddesinin  “apeiron” (sınırsız) olarak adlandırdığı sonsuz bir ilke olduğunu ileri sürdü.  Ona göre Apeiron, bu sınırsız ilke, evrenin temelidir.

 

Anaksimenes

Milet okulu filozoflarından Anaksimenes ise hava veya nefesin (pneuma) evrenin temel maddesi olduğunu savunmuştur. Ona göre, hava farklı yoğunluklarda sıkışabilir veya seyreltilebilir, böylece diğer maddeleri oluşturur.

Anaksimenes’in Miletos’ta MÖ 6. yüzyılın sonları ve MÖ 5. yüzyılın başlarında yaşadığı bilinmektedir.

Efesli Herakleitos

Milet şehri yakınındaki Efes liman kentinde MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış olan Herakleitos, Antik Yunan felsefesinin önemli bir filozofudur. Herakleitos evrenin temel ilkesinin ateş olduğunu öne sürmüştür. Herakleitos’a göre evren başı ve sonu olmayan sürekli bir oluştur. Önüne ön, sonuna son konamaz.

Herakleitos’un felsefi görüşlerinin öne çıkan yönleri şunlardır:

  1. Ateşin Rolü: Herakleitos, evrenin temel ilkesinin ateş olduğunu savunmuştur. Ona göre, evrende sürekli bir değişim ve dönüşüm vardır ve bu sürecin arkasında yatan temel ilke ateştir.
  2. Panta Rhei (Her Şey Akar): Herakleitos’un en ünlü sözlerinden biri olan “panta rhei” ifadesi, “her şey akar” anlamına gelir. Ona göre, değişim evrenin temel bir özelliğidir ve hiçbir şey sabit değildir.
  3. Logos Kavramı: Herakleitos, “logos” kavramını önemsemiştir. Logos, dünyanın düzenleyici ilkesi veya akıl olarak anlaşılabilir. Ona göre, evrende gözlemlenen düzen ve uyum, bu logosun bir ifadesidir.

Demokritos

Demokritos, Antik Yunan filozoflarından biridir ve Atom teorisiyle tanınır. MÖ 460 civarında doğmuş ve MÖ 370 civarında ölmüştür. Miletos, İyonya’da doğmuştur ancak yaşamının büyük bir kısmını Abdera’da geçirmiştir. Atom teorisi ile ilgili düşünceleri, maddenin temel yapı taşlarının ve evrenin yapısının atomlar olduğunu öne sürmesiyle bilinir.

 

EVREN DÖRT ANA MADDEDEN OLUŞUR

Toprak, su, hava ve ateş

Evrenin ana maddelerinin dört element olduğu görüşü Yunan felsefesinde özellikle Empedokles tarafından ileri sürülmüştür.

Empedokles, MÖ 5. yüzyılda yaşamış bir filozoftur ve Sicilya’nın Agrigentum şehrinde etkinlik göstermiştir.

Empedokles’e göre, evren dört temel elementten oluşur: Toprak, su, hava ve ateş. Bu dört element, kökler olarak adlandırılan temel maddelerdir. Empedokles, bu elementlerin dönüşümü ve birleşimiyle evrende meydana gelen her şeyin açıklanabileceğini öne sürmüştür. Ayrıca, sevgi (philotes) ve çekişme (neikos) kuvvetlerinin etkileşimiyle bu elementlerin bir araya geldiğini ve ayrıldığını ileri sürmüştür.

Empedokles’in dört ana madde görüşü Yunan, Arap, Mısır, Anadolu medeniyetlerinin evren ve dünya hakkındaki görüşlerini çok etkilemiştir.

Dört ana madde görüşü Eski Mısır’da kabul gören bir görüştü.

Empedokles’in en önemli eseri “Peri Physeos” ya da “Doğa Üzerine” adlı yapıttır. Bu eserde evrenin oluşumu, elementlerin doğası, ruhun ölümsüzlüğü gibi konuları ele almıştır.

Empedokles, ruhun ölümsüz olduğuna ve bedenler arasında reenkarnasyon geçirdiğine inanmıştır. Bu, insan ruhunun sonsuzluğuna ve döngüsel bir varoluşa işaret eder.

İlk çağ filozoflarının görüşleri insanlığın düşünce tarihinin ve felsefe tarihinin gelişiminde çok büyük rol oynadı.

 

PLATON’UN GÖRÜŞLERİ

Platon, Antik Yunan felsefesinin en etkili filozoflarından biridir ve Batı felsefesinin temel taşlarından birini oluşturur. Platon, MÖ 427-347 yılları arasında yaşamıştır ve Atina’da faaliyet göstermiştir. Platon’un görüşleri şu temel konuları içerir:

  1. İdealar Kuramı: Platon’un en ünlü ve etkili felsefi doktrinlerinden biri İdealar Kuramı’dır. Ona göre, duyusal dünyada gördüğümüz nesneler, gerçeklikteki “İdeaların” (İdeas) kusurlu kopyalarıdır. İdealar, zihinde mükemmel, durağan ve evrensel olan soyut varlıklardır. Örneğin, bir sandalye gördüğümüzde, aslında mükemmel bir sandalye fikri zihnimizde mevcuttur ve gördüğümüz nesne bu fikrin kusurlu bir kopyasıdır.
  2. Bilgi ve Duyu: Platon’a göre, gerçek bilgi, duyularımızla algıladığımız dünyadan ziyade, zihnimizin soyut İdealar alemini kavramasıyla elde edilir. Duyularla algılanan dünya değişken ve geçicidir, dolayısıyla gerçek bilgiye ulaşmak için zihinsel çaba ve mantıksal düşünme gereklidir.
  3. Devlet Teorisi: Platon’un “Devlet” adlı eseri, ideal bir toplum düzenini önerir. Ona göre, en üstün yöneticiler filozof-kral olmalıdır ve toplumda bir seçkin sınıf oluşturmalıdırlar. Devletin temeli adalet ve erdem üzerine kurulmalıdır.
  4. Ruh ve Beden: Platon, insanın ruhunun ölümsüz ve önce bedenin hapsolduğu evrenden bağımsız olduğunu öne sürer. İnsanın gerçek doğası ruhuyla ilişkilidir ve ruhun amacı, bedensel dünyadan kaçıp İdealar aleminde daimi gerçeği aramaktır.

 

ARİSTOTELES’İN GÖRÜŞLERİ

Yunan Felsefesinin en önemli filozoflarından bir olan, Arap- İslam  felsefesini de çok etkilemiş olan Aristoteles’in görüşleri şu temel konuları içerir:

  1. Doğa Felsefesi ve Metafizik: Aristoteles, varlık felsefesi (metafizik) alanında derinlemesine çalışmıştır. Ona göre, her şeyin bir nedeni ve amacı vardır. Varlık, maddenin (potansiyel) ve biçimin (gerçeklik) birleşiminden oluşur. Aristoteles, nesnelerin gerçekliğini ve özünü anlamak için bu madde-biçim ilişkisini inceler.
  2. Mantık ve Akıl Yürütme: Aristoteles, mantık alanında büyük ilerlemeler kaydetmiştir. “Organon” adlı eseri, mantığın temel taşlarından biridir. Aristoteles, mantık aracılığıyla doğru ve geçerli sonuçlara ulaşmanın yollarını inceler ve akıl yürütme yöntemlerini geliştirir.
  3. Etik ve Erdem: Aristoteles, etik felsefesinde “Nikomakhos’a Etik” adlı eseriyle tanınır. Ona göre, insanın amacı mutluluk veya iyi bir yaşam elde etmektir. Bu, erdemli bir hayat yaşamak ve ortalama bir denge (orta yol) bulmaktan geçer. Erdem, bu dengeyi sağlamak için önemlidir.
  4. Politika: Aristoteles, “Politika” adlı eserinde ideal bir devletin yapısını ve işleyişini inceler. Ona göre, devletin amacı, vatandaşlarının mutluluğunu sağlamaktır. Devletin en iyi yönetim şekli, halkın refahını en iyi şekilde sağlayacak olan “orta yol” bir yönetim şeklidir.
  5. Estetik ve Retorik: Aristoteles, sanatın ve retoriğin doğasını da incelemiştir. Ona göre, sanatın amacı, doğal dünyayı taklit etmek ve insanları eğitmektir. Retoriğin amacı ise, etkili iletişim ve ikna kabiliyetini artırmaktır.

Aristoteles’in düşünceleri, Batı felsefesi ve biliminin gelişimine büyük katkı sağlamış, Orta Çağ ve Rönesans dönemlerinde de büyük etkiye sahip olmuştur.

ARAP  VE İSLAM FELSEFESİNDE ARİSTOTELESCİ FİLOZOFLAR

Arap ve İslam felsefesinde Aristoteles’in fikirleri üzerine çalışan birçok filozof bulunmaktadır. Bu filozoflar, Aristoteles’in eserlerini Arapçaya çevirerek ve yorumlayarak İslam dünyasında önemli bir etki yaratmışlardır. İşte bu filozoflardan bazıları:

  1. El-Kindi (Al-Kindi): Arap felsefesinin öncülerinden biri olarak kabul edilen El-Kindi, Aristoteles’in eserlerini Arap dünyasına tanıtan ve yorumlayan önemli bir filozoftur. Mantık, metafizik ve bilim alanlarında çalışmalar yapmıştır.
  2. Farabi (Al-Farabi): Farabi, Aristoteles’in eserlerini Arapçaya çeviren ve yorumlayan bir başka önemli filozoftur. Siyaset felsefesi, metafizik, mantık ve müzik gibi alanlarda önemli eserler bırakmıştır. Farabi, İslam felsefesinin gelişiminde büyük bir rol oynamıştır.
  3. İbn Sina (Avicenna): İbn Sina, Ortaçağ İslam dünyasının en büyük filozoflarından biridir. Aristoteles’in fikirlerini yoğun bir şekilde incelemiş ve yorumlamıştır. Mantık, metafizik, tıp ve psikoloji gibi birçok alanda çalışmalar yapmıştır. İbn Sina’nın eserleri, Ortaçağ Avrupası’nda ve İslam dünyasında büyük etki yaratmıştır.
  4. İbn Rüşd (Averroes): İbn Rüşd, İspanya’da yaşamış olan bir filozoftur. Aristoteles’in eserlerini İslam felsefesiyle uyumlu hale getirmeye çalışmış ve İslam dünyasında Aristotelesçi geleneğin devamını sağlamıştır. İbn Rüşd’ün eserleri, Batı’da skolatik felsefeden kurtulma yönünde etkili olmuştur.

Bu filozoflar, Arap ve İslam dünyasında Aristoteles’in fikirlerini tanıtmışlar ve yorumlamışlardır. Onların çalışmaları, İslam felsefesinin gelişimine büyük etki etmiştir.

ARAP  VE İSLAM FELSEFESİNDE PLATONCU FİLOZOFLAR

Arap ve İslam felsefesinde Platoncu düşünceyi benimseyen bazı filozoflar bulunmaktadır. Bunlar arasında en önemlileri şunlardır:

  1. Ebu Nasr el-Farabi (Al-Farabi): Farabi, hem Aristotelesçi hem de Platoncu fikirleri sentezleyen bir filozoftur. Platon’un ideal devlet kavramıyla Aristoteles’in politika felsefesi arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. Farabi’nin eserlerinde Platon’un etkilerini görmek mümkündür.
  2. İbn Sina (Avicenna): İbn Sina, İslam felsefesinin en önemli isimlerinden biridir ve hem Aristotelesçi hem de Platoncu fikirleri sentezlemiştir. Platon’un idealar dünyası kavramını ve ruhun ölümsüzlüğünü benimsemiştir. İbn Sina’nın eserlerinde Platoncu etkiler görülebilir.
  3. İbn Tufeyl (Abubacer): İbn Tufeyl, İbn Sina’nın öğrencisi olmuş bir filozoftur. Platon’un eseri “Devlet”i yorumlayarak İslam dünyasında Platoncu fikirleri yaymıştır.

Bu filozoflar, Arap ve İslam dünyasında Platoncu fikirleri önemseyen ve kendi düşüncelerini şekillendiren filozoflardır. Onların çalışmaları, İslam felsefesinin gelişiminde ve Platoncu geleneğin Arap dünyasında etkili olmasında önemli rol oynamıştır.

YENİ PLATONCULUK

Yeni Platonculuk, Orta Çağ ve Erken Hristiyanlık döneminde ortaya çıkan bir felsefi akımdır. Bu akım, Antik Yunan filozofu Platon’un öğretilerini yeniden yorumlayarak ve Hristiyan teolojisiyle birleştirerek gelişmiştir. Yeni Platonculuk, özellikle İskenderiye’deki Neoplatonist okulunun etkisi altında büyük bir şekilde gelişmiştir.

Yeni Platonculuğun temel özellikleri şunlardır:

  1. Platon’un Öğretilerine Yeniden Dönüş: Yeni Platoncular, Platon’un öğretilerine ve felsefi sistemine yoğun bir şekilde bağlılık göstermişlerdir. Onlar, Platon’un İdealar Kuramı’nı ve ruhun ölümsüzlüğünü vurgulayan fikirlerini öne çıkarmışlardır.
  2. Metafizik ve Ontoloji: Yeni Platonculuk, metafizik ve ontoloji alanında derinlemesine çalışmıştır. Onlar, gerçekliği, soyut İdealar aleminin gerçekliği olarak anlamış ve bu alemin mükemmellik ve değişmezlik ile karakterize olduğuna inanmışlardır.
  3. Ruhsal Yükseliş ve Birleşme: Yeni Platoncular, ruhsal yükselişi ve ruhun Tanrısal ile birleşmesini vurgulamışlardır. Onlara göre, insanın amacı, maddi dünyanın ötesinde yüce olanla birleşmektir. Bu birleşme, insanın ruhsal yükselişi ve kurtuluşu için önemlidir.
  4. Teosofi ve Mistisizm: Yeni Platonculuk, teosofik ve mistik unsurları da içerir. Onlar, doğrudan Tanrısal gerçekliğe ulaşma çabası içinde olan bir mistik arayışı teşvik etmişlerdir.
  5. Hristiyanlık ile Sentez: Yeni Platonculuk, Hristiyanlık ile bir sentez oluşturmuştur. Hristiyan teolojisi, Yeni Platoncu metafizik ve ruhsal felsefeyle birleştirilmiş ve Hristiyan düşünce geleneğinin şekillenmesinde büyük bir etkiye sahip olmuştur.

Yeni Platonculuk, Orta Çağ felsefesi ve Hristiyan teolojisi üzerinde derin bir etki bırakmış ve Batı düşünce tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Bu akım, Platon’un felsefi mirasını Orta Çağ ve sonrasındaki düşünceye taşıyan önemli bir köprü oluşturmuştur. Yeni Platonculuk Arap – İslam felsefesini etkilemiştir.

Renkli AŞIK VEYSEL, Ara Güleri’in gözünden , Sivrialan, 1957

İKİNCİ BÖLÜM

TASAVVUF FELSEFESİ

Arap felsefesi ile Yunan felsefesi arasında çok önemli bir ilişki vardır. Bu ilişki, Ortaçağ İslam dünyasında gerçekleşmiş ve büyük ölçüde Arap filozoflar tarafından Yunan felsefesi eserlerinin tercüme edilmesi, yorumlanması ve geliştirilmesiyle şekillenmiştir. Yunan felsefesi, Arap felsefesi üzerinde büyük bir etki yapmıştır. Arap filozoflar, Yunan düşünce geleneğinden aldıkları fikirleri kendi felsefi ve bilimsel çalışmalarına uygulamışlar ve geliştirmişlerdir.

VARLIĞIN BİRLİĞİ / VAHDET-İ VÜCUD

Milet Okulu filozoflarının dört ana madde sorunu, evrenin birliği sorunu Yeni Platoncular, Aristoteles tarafından geliştirildi. Arap filozofları İslamiyetin ortaya çıkışından sonra evren ile insan ilişkisini farklı biçimlerde yorumladılar. Evrenin birliğini Allah’ın birliği ile birleştirdiler. Evrenin Allah tarafından yaratıldığını evrendeki varlıkların Allah’ın bir tecellisi, görünümü olduğunu söylediler. Bu görüşleri sistemli hale getiren Bağdatlı Hallac-ı Mansur oldu.

 

ENEL HAKK! BEN ALLAH’IM!

Hallac-ı Mansur, Ortaçağ İslam dünyasının önemli mistik şair ve düşünürlerinden biridir. MS 858-922 yılları arasında Bağdat’ta yaşamıştır. Hallac-ı Mansur, Tasavvuf geleneğinde önemli bir filozofu olarak kabul edilir, ancak hayatı ve öğretileri hakkında pek çok efsane ve tartışma vardır.

Hallac-ı Mansur’un en önemli eseri, “Divan” ve “Tavassul” adlı eserleridir. Şiirleri ve yazıları, Tanrı’yla birleşme arzusu, aşk ve ayrılık teması ve Tanrı’nın birliği (Vahdet-i Vücud) gibi konuları ele alır.

Hallac-ı Mansur’un öğretileri ve davranışları, dönemin siyasi ve dini otoriteleri tarafından tehlikeli bulunmuş ve kendisi birçok kez hapse atılmıştır. En tartışmalı ifadelerinden biri “Enel-Hakk” (Ben Hak’ım) sözüdür, ki bu ifadeyi kullanması onun tanrısal iddiada bulunduğu şeklinde yorumlanmış ve dönemin dini otoriteleri tarafından sapkınlıkla suçlanmıştır.

Hallac-ı Mansur şu görüşleri ileri sürmüştü:

Evren Allah tarafından yaratılmıştır. Evrendeki her şey, her varlık yaratanın özelliklerini taşır. İnsanlar da Allah tarafından yaratılmıştır. O halde bütün insanlar kardeştir. Evren Allah tarafından yaratıldığına göre dünyadaki her şey, bütün zenginlikler insanlara aittir. Hallac-ı Mansur’un yaşadığı zamanlarda Bağdat’ta ambarlar dolu iken yoksul insanlar açlık çekiyordu. Hallac-ı Mansur  vahdet-i vücut görüşünden hareket ederek “Bütün insanları Allah yarattığına göre bütün insanlar kardeştir ve eşittir. Ambarlar buğday dolu iken, insanlar aç kalamaz,” sonucuna varıyordu. Bu görüş o zamanın ambarlarını, zengiliğini ellerinde tutanların hiç hoşuna gitmedi. Hallac-ı Mansur’un görüşlerini kendi çıkarları için tehlikeli olarak yorumladılar ve cezalandırılmasını istediler.

Hallac-ı Mansur, MS 922 yılında, Abbâsî halifesi Muktedir’in emriyle tutuklandı ve Bağdat’ta diri diri yakılarak idam edildi.

Hallac’ın idamı, mistik düşünce tarihinde önemli bir olay olarak kabul edilir ve onun şehitliği Tasavvuf geleneğinde büyük bir saygıyla anılır. Hallac-ı Mansur öğretileri ve şiirleri, Tasavvuf geleneğinde derin bir etki bırakmış ve onun ruhani tecrübeleri, Tasavvuf’un merkezi figürlerinden biri olmasını sağlamıştır.

Anadolu felsefesine “Mansur ateşiyle yanma,” düşüncesi genellikle bütün Alevi inancını, düşüncesini, felsefesini ve Ulu Alevi Ozanlarını etkilemiştir.

 

 TASAVVUF FELSEFESİNİN ÖZELLİKLERİ

Tasavvuf felsefesi, İslam’ın içinde yer alan ve manevi boyutuyla ilgilenen bir felsefi ve dini akımdır. Kelime olarak “tasavvuf”, Arapça “sufiyye” kökünden gelir ve “saf, safi, temiz” anlamına gelir. Tasavvuf felsefesi, insanın Tanrı’ya olan yakınlığını, ruhsal gelişimini, manevi deneyimlerini ve evrenin metafizik yönlerini inceleyen bir disiplindir. İşte Tasavvuf felsefesinin temel özellikleri:

  1. Vahdet-i Vücud (Varlık Birliği): Tasavvuf felsefesinin merkezi kavramlarından biri Vahdet-i Vücud doktrinidir. Bu doktrine göre, evrende var olan her şey aslında Tanrı’nın tek bir varlıkta tecelli etmesidir. Yani, bütün yaratılmışlar, Tanrı’nın birliğinin ve varlığının yansımalarıdır.
  2. Aşk ve Aşkın Sevgisi: Tasavvuf, Tanrı’ya olan aşk ve sevginin önemini vurgular. İnsanın Tanrı’ya olan sevgisi, manevi gelişiminin anahtarıdır. Aşk, Tanrı’ya olan özlemin, hayatın her yönüyle birleşmesidir.
  3. Zikir ve Meditasyon: Tasavvuf, zikir (Allah’ı anma) ve meditasyon gibi ruhani uygulamalara büyük önem verir. Zikir, Tanrı’yı anmanın bir yoludur ve ruhsal derinliğe ulaşmak için kullanılır.
  4. Görgü (Suluk) ve Ruhani Yolculuk: Tasavvuf felsefesi, ruhsal gelişimin bir süreç olduğunu öne sürer. Bu süreçte, mürit (öğrenci), mürşid (rehber) tarafından yönlendirilir ve görgü (suluk) adı verilen ruhsal bir yolculuğa çıkar.
  5. Fena-Fillah ve Beka-Billah: Tasavvuf, nefsin ölümü (fena-fillah) ve Tanrı’nın varlığında baki kalma (beka-billah) kavramlarını öne sürer. İnsanın nefsi, Tanrı’nın birliğinin bilincine ulaştığında yok olur ve sadece Tanrı’nın varlığı kalır.

Tasavvuf felsefesi, İslam dünyasında önemli bir yer işgal eder ve birçok farklı tarikat ve sufî okulunun gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca, Tasavvuf’un etkisi, İslam ötesi dini ve felsefi sistemlere de yayılmıştır.

 

VARLIKüzerine yapılan tartışmalar

Felsefi anlamda “varlık” üzerine yapılan tartışmalar, İslamiyet’in doğuşundan çok sonra, özellikle Yunan felsefesiyle gerçekleşen temaslar sonucunda ortaya çıkmıştır.

Vahdet-i Vücud, Tasavvuf felsefesinde önemli bir kavramdır. Türkçede “Varlık Birliği” veya “Varlık Tekliği” şeklinde çevrilebilir. Bu kavram, Tasavvuf düşüncesinin temel prensiplerinden birini ifade eder.

Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek ve “BİR” olduğunu savunan görüştür.

Vahdet-i Vücud doktrini, evrendeki her varlığın tek bir mutlak varlık olan Tanrı’yla birlikte olduğunu öne sürer. Bu doktrine göre, evrende gerçekten var olan tek varlık Tanrı’dır ve her şey onun varlığında bir görünüm veya yansıma olarak mevcuttur. Diğer bir deyişle, evrendeki her şey Tanrı’nın varlığının bir ifadesi veya tezahürüdür.

Vahdet-i Vücud doktrini, insanın kendi varlığıyla Tanrı’nın varlığı arasındaki ilişkiyi anlaması ve Tanrı’yla birlikte olduğunu idrak etmesi gerektiğini vurgular. Bu, insanın kendi benliğini ve egosunu aşarak, Tanrı’nın birliğini ve varlığını kavramasıyla gerçekleşir. Böylece, kişi Tanrı’nın varlığında kaybolur ve ayrı bir varlık olarak algılanan kendisi ile Tanrı arasındaki sınırları aşar.

 

ANTİK YUNAN FELSEFESİ VE TASAVVUF FELSEFESİ ANADOLU FELSEFESİNİN TEMELİNİ OLUŞTURUR

Anadolu’da günümüze kadar 18 medeniyet doğdu ve battı. 19. Medeniyet Anadolu’daki Türkiye Cumhuriyeti medeniyetidir. Anadolu Asya ile Avrupa arasında göçlere yol vermiş, çeşitli kültürlere görüşlere mekân olmuş, çeşitli görüşlerle harmanlanmıştır. Anadolu’da en etkili ve sürekli düşünce sistemi Alevi- Bektaşi inanç ve düşünce sistemi oldu. Aleviler ve Bektaşiler Osmanlı’nın İslam’ın etkisi altındaki görüşlerine karşı çıkıyordu. Bütün ulu Alevi ozanları Osmanlının eğemen düşünce ve inanç sistemine eleştirel yaklaştılar. Bu nedenle birçokları idam edildiler. Seyyit Nesimi diri diri derisi yüzülerek öldürüldü. Şeyh Bedreddin asılarak idam edildi. Pir Sultan asılarak idam edildi. Onların mücadeleleri, görüşleri, idealleri gelenek halinde ondan ona ondan ona geçti, Alevi ocaklarında, Bektaşi tekkelerinde yaşatıldı.

Aşık Veysel, Ara Güler’in objektifinden, Sivrialan köyü, 1957

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ANADOLU HÜMANİZMİ

ANADOLU HÜMANİZMİ ANADOLU FELSEFİ GÖRÜŞLERİNİN SENTEZİDİR

Türkçede “Hümanizm” insan odaklı düşünce ve değerleri vurgulayan bir felsefi ve etik yaklaşımı ifade eder. Bu yaklaşım, insanın değerini, özgürlüğünü ve potansiyelini ön plana çıkarırken, dini doktrinler veya metafizik inançlar yerine insanın akıl ve vicdanını temel alır.

Türkçe hümanizmin ana prensipleri şunlardır:

  1. Akıl ve Bilim: Hümanizm, dünyayı anlamanın ve insan sorunlarını çözmenin en iyi yolunun akıl ve bilimsel yöntem olduğunu savunur.
  2. Etik Değerler: Hümanizm, dini doktrinler yerine empati, merhamet ve eleştirel düşünmeye dayalı etik değerleri teşvik eder.
  3. İnsan Onuru: Hümanizm, her bireyin, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim veya dini inanç gibi faktörlere bakılmaksızın, doğuştan gelen değerini ve haysiyetini savunur.
  4. Laiklik: Hümanizm, dinî kurumların devletten ve kamu politikasından ayrılmasını destekler ve dini inançların devlet işlerine müdahale etmemesi gerektiğini savunur.
  5. Sosyal Adalet: Hümanizm, her yerde ve her zaman ayrımcılığı, baskıyı ve haksızlığı sorgulayarak sosyal adaleti ve eşitliği teşvik eder.
  6. Kişisel Gelişim: Hümanizm, bireylerin tutkularını ve ilgi alanlarını takip etmelerini teşvik ederken, diğer insanların haklarına ve refahına saygı duyulmasını önemser.

ÂŞIK VEYSEL ve ANADOLU HÜMANİZMASI

Her varlık çevresini etkiler ve çevresinden etkilenir. İnsan canlıların en gelişmişidir. İnsan doğal ve kültürel çevre içinde gelişir. İnsan çevresi sürekli bir değişim, gelişim içindedir. Çevredeki değişimler bazen hızlı olur, bazen de fark edilmeyecek kadar yavaş olur. Bütün bu değişimler, gelişimler zamanla gelenekselleşir. İnsanlarda kültürel bir kimlik oluşur. Kültürel kimliğin oluşmasında anadil çok önemli bir etmendir. Anadil beni ben, seni sen bizi biz yapan, millet olarak yaşamanın birleştirici temel öğesidir. Edebiyat, sanat, kültür, felsefe, estetik, bilim ve teknik içinde yaşanılan toplumsal şartlara göre değişir ve gelişir. Toplumsal şartlar değişince zamanla edebiyat, sanat, felsefe, estetik zevkler de değişir. Her çağ kendi türküsünü yaratır ve söyler.

Okuma yazmanın az olduğu zamanlarda sözlü edebiyat kültürel kimliğin oluşmasında, dilin gelişmesinde, kişisel ve toplumsal deneyimlerin aktarımında belirleyici rol oynar. Göçebe toplumlarda, konar göçer Türkmenler arasında sözlü edebiyat çok önemlidir. Sözlü edebiyat genellikle yerleşik toplumların edebiyatından, düşünce dünyasından etkilenir. Bu etkileşim belli toplumsal şartlar içinde karşılıklı olur.

Türkler Anadolu’ya 1000 yıllarından sonra toplu olarak gelmeye başlamışlardı. Bundan önceki zamanlarda İpek Yolu üzerinde ticaret, taşımacılık, kervancılık yapan Türkler de vardı. Fakat Anadolu kapıları 1071 Malazgirt savaşı ile açıldığı kabul edilir. Türkler Anadolu’ya gelen göçebe Türkmenlerin, Oğuz boylarının toplam sayıları 400.000 kadardı. Aynı dönemde Anadolu’da yerleşik yaşama geçmiş, bilim, sanat, edebiyat, ticaret, bilim, teknikte ilerlemiş 5 milyon kadar Hıristiyan milletler, Ermeniler, Rumlar, Pontuslar, Süryaniler, Bizanslılar, Cenevizliler vardı.

Türkler Malazgirt’ten  Bursa’ya yaklaşık 250 yılda geçebildiler. Bu dönem Türklerle Anadolu yerleşik halklarının kültürel, dinsel, töresel etkileşimlerin, sentezlerin en yoğun olduğu bir dönemdir.

Bu dönemde Anadolu hümanizmasının büyük ozanları, düşünürleri yetişti.

Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda yaşamış önemli bir Türk sufisi, filozof ve şairdir. İran’ın Nişabur şehrinde 1209’da doğmuş olsa da, hayatının büyük bir kısmını Anadolu’da geçirmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin öğretileri sevgi, hoşgörü, eşitlik ve insanlık gibi değerleri vurgulamıştır. Türk kültürü ve toplumu üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır.

Hacı Bektaş Veli, Bektaşi tarikatının kurucusudur. Bektaşi tarikatı, tasavvuf, sosyal adalet ve eşitlik üzerine vurgu yapan bir tarikattır. Bektaşi öğretileri, Türk kültürünün çeşitli alanlarını etkilemiştir, bunlar arasında edebiyat, müzik ve sanat yer almaktadır.

Nasreddin Hoca’nın doğum tarihi 1208’dir.

Mevlâna Celalettin Rumi’nin doğum tarihi 1207’dir.

Ahmet Yesevi ise 1093’de doğmuştur.

Türkiye’de felsefi düşüncenin gelişiminde temel taşları olan Hacı Bektaş Veli, Nasreddin Hoca, Mevlâna Celalettin Rumi, Ahmet Yesevi aynı yüzyılın insanlarındır.

Yunus Emre 1238’de doğdu. Türk halkının büyük bir değeri olan ünlü bir Türk halk şairidir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, genellikle 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Yunus Emre yaşadığı dönemde Anadolu’da Türkçenin gelişimine ve yayılmasına katkıda bulunmuş ve Türk halk şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olmuştur.

Yunus Emre’nin şiirleri, aşk, sevgi, insanlık, doğa, Tanrı sevgisi, birlik ve barış gibi evrensel temaları işler. Onun şiirleri, derin manevi öğretileri ve samimi duygularıyla tanınır. Yunus Emre’nin eserleri, sadece Türk edebiyatında değil, aynı zamanda İslam dünyasında ve dünya edebiyatında da büyük bir etkiye sahiptir.

Mevlâna Yunan felsefesinin kaynaklarını orijinalden okuyacak kadar Yunanca biliyordu. Arapça, Farsça, Türkçe biliyordu.

Yunus Emre Arapça, Farsça, Türkçe biliyordu.

Hacı Bektaş Veli Türkçe, Arapça, Farsça ve günlük hayatı anlayacak kadar Rumca biliyordu.

Bu insanlar 13.yy Anadolu’sunun büyük, çok yönlü, hümanist şahsiyetleriydi. Bu büyük ozanlar, düşünürler Anadolu kültürünün, Türkiye’de felsefi düşüncenin temellerini attılar.

Âşık Veysel bu büyük düşünür ve ozanların attığı temel üzerinde yükselmiştir.

ÂŞIK VEYSEL’İN YETİŞTİĞİ COĞRAFİ ve KÜLTÜREL BÖLGE

Âşık Veysel Orta Anadolu Emlek yöresinde yaşamıştır. Emlek yöresi Kızılırmak vadisine bağlı kalarak Yıldızeli ile Akdağmadeni arasında kalan bölgenin adıdır. Yıldızeli-Şarkışla-Akdağmadeni üçgenine Emlek bölgesi denir. 53 köy vardır. Emlek bölgesi tamamen Alevi-Bektaşi bölgesidir. Emlek Bölgesinde saz çalıp söylemek hem Alevilikten gelir hem de Türkmen geleneğidir.

Âşık Veysel, 1894 yılında Sivas ili, Şarkışla ilçesi, Sivrialan köyü, Ayıpınar mezrasında dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Gülizar, babasının adı ise Ahmet idi. Karaca lakabı ile Karaca Ahmet olarak tanınırdı. Karaca Ahmet, Bektaşi dergahına bağlı derviş meşrep bir kişidir.

Âşık Veysel’e “Veysel” adı Veysel Karani’ye izafeten verilmiştir. Emlek Yöresi esas olarak Alevi Bölgesi olduğu halde Bektaşi ocağı da vardır.

EMLEK YÖRESİNE BEKTAŞİLİK NASIL VE NE ZAMAN GELDİ?

1925 yılında 677 sayılı “Tekke ve Zaviyeler Yasası” yürürlüğe girdi. Türkiye’deki tüm tekke ve zaviyeler kapatıldı. Bu yasa gereği Hacı Bektaş Merkez Tekkesi de kapatıldı. Bektaşilerin poştnişini Salih Niyazi Dede Baba 12 Halife Baba’ya veda konuşması yaptıktan sonra Arnavutluk’a gitti. 12 Halife Baba Anadolu’ya yayıldılar. 12 Halife Baba’dan biri olan Salman Baba, daha önce gezip gördüğü Emlek bölgesine gelir, Mescid köyüne yerleşir. Salman Baba Veysel’e mürşitlik yapan düşünce rehberidir. Emlek yöresi sözün ve sazın etkin olduğu, aktif bir biçimde koşma türü şiir söylendiği, tasavvuf görüşünün yaygın olduğu bir yöredir. Aşık Veysel de koşma türü şiirler yazdı, sazıyla çalıp söyledi. Bu nedenle edebiyatımızda koşma türünü yakından tanıyalım.

 

EDEBİYATIMIZDA KOŞMA TÜRÜ

Koşmaların özellikleri

Koşma, geleneksel Türk halk edebiyatının önemli bir türüdür ve genellikle mâni, destan, şiir ve türkü gibi diğer halk edebiyatı türleriyle birlikte anılır.

  1. Halk Diline Yakınlık: Koşmalar, Türk halkının günlük dilini ve konuşma dilini yansıtır. Bu nedenle, genellikle basit ve anlaşılır bir dille yazılmışlardır.
  2. Genellikle Duygusal İçerik: Koşma türü şiirler, genellikle aşk, sevgi, özlem, doğa, yaşamın zorlukları gibi duygusal temaları işler. Şairler, içlerindeki duyguları ve düşünceleri ifade etmek için koşmayı tercih etmişlerdir.
  3. Müzikalite ve Ezgi: Koşmalar genellikle sözlü olarak da söylenir ve müzikal bir ritme sahiptir. Bu nedenle, türkülerle sık sık ilişkilendirilirler.
  4. Sadelik ve İçtenlik: Koşmalar, sade bir dille yazılmıştır ve içtenlikle ifade edilen duyguları ön plana çıkarır. Bu sadelik ve içtenlik, dinleyicilerde veya okuyucularda derin duygusal tepkiler uyandırabilir.
  5. Sosyal ve Kültürel Yansımalar: Koşmalar, genellikle Türk halkının sosyal ve kültürel hayatına ilişkin gözlemleri ve yorumları içerir. Bu, Türk toplumunun geçmişi ve gelenekleri hakkında bir bakış açısı sunar.

YOL BİR SÜREK BİN BİR

Emlek yöresinde “yol bir sürek bin bir” anlayışına bağlı kalarak farklı Alevi sürek uygulamaları vardır. Hakikatçi pirler,  Hıdır  Abdal Ocağı dedeleri, Pir Sultan Ocağı dedeleri ve Babagan kolu Bektaşileri vardır.

Âşık Veysel “dervişçi” diye adlandırılan Bektaşi ekolüne daha yakındır. Âşık Veysel’in bu ekolden olan Salman Baba ile güçlü bir bağı vardır. Âşık Veysel’e esas olarak rehberliği Salman Baba yapmıştır.

Âşık Veysel hem “evlad-ı resul” denilen dedelerine hem de nasip ve nefes ile himmet peşinde olan Bektaşi babalarına saygı ve sevgi göstermiş, onların sohbetlerine katılmış dinlemiştir.

Hem Alevi dedelerinin hem de Bektaşi babalarının savundukları, uyguladıkları ortak değerler, görüşler vardır. Bunlar Ehlibeyt sevgisi, adalet duygusu, kâmil duruş, incelik, derinlik ve yüceliktir.

Veysel böyle bir düşünce ortamında birçok ehl-i kâmil insanla tanışmış, birlikte yaşamış, gözleri görmediği için konuşmaları dikkatle dinlemiş, anlamaya çalışmış ve anladıklarını yaratıcı bir sentez sürecinden sonra uygulamış, şiirlerinde kullanmıştır.

Veysel tasavvuf felsefesini, vahdet-i vücud anlayışını, düşünce tarihinin dünden bugüne akışını, hayat tecrübelerini, Anadolu düşünce dünyasının zenginliğini, ehl-kâmil insan olmayı Salman Baba’dan öğrenmiştir.

Âşık Veysel Salman Baba’nın dergahına yıllarca gitmiş, bazı haftalar üç gün ehl-i kamilin derslerini, sohbetlerini düzenli olarak dinlemiş, tasavvuf felsefesinin görüşlerini şiirlerinde ustalıkla kullanmıştır.

Elinden dolu içtim

Türlü türlü derde düştüm

Cümle Varlığımdan geçtim

Senin yolunda senin yolunda

“Dolu içmek” demek Alevilerin kevser suyu içirilmek denen ölümsüzlük suyunu içmektir. Kevser suyunu içen bir insan varlığından geçer her şeyi Hak gözüyle görmeye başlar. Bu insan için ruh da varlık da gerçektir. Uyanış gerçekleşmiştir.

Âşık Veysel’in insan görüşü Yunus Emre’de olduğu gibi tasavvuf felsefesinin görüşlerine, Vahdet-i Vücud anlayışına uyar. İnsan, Allah’ın görünümüdür. Hayat iki kapılı bir handır. Topraktan geldik toprağa döneceğiz. Toprak insanı insan yapan evrenin ana maddelerinden biridir. Benim sadık yârim kara topraktır. Evreni Allah yaratmıştır. Allah yarattığında görünür. Tecelli eder. İnsan Allah’ın yarattığı en üst, en değerli, en kutsal varlıklardan biridir. Âşık Veysel “Her neye baksam sen varsın orada,” başlıklı şiirinde evren, dünya, insan, varlıklar hakkındaki düşüncelerini vahdet-i vücut, tasavvuf felsefi ilkelerinden hareket ederek açıklar.

Aşkımın temeli sen bir âlemsin

Uyanır cümleâlem sen varsın orda

Mevcutta olan kudreti kuvvet

Senden hasıl oldu sen verdin hayat

Meyvede çekirdeksin sen varsın orda

Âşık Veysel insan- Tanrı- Varlıklar üçlemesini “Renkler ne çiçekler ne koku ne” adlı şiirinde daha da derinleştirir “Tanrı ne?” diye sorar.

 

Kimse bilmez dünya nasıl kurulmuş

Her cisime birer zerre verilmiş

Cümle varlık bir kuvvetten var olmuş

Gelen ne giden ne yol ne yolcu ne

 

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet

Her nesnede vardır bir türlü ibret

Veysel’i söyletir bir büyük kuvvet

Söyleyen ne söyleten ne Tanrı ne

 

Âşık Veysel bu görüşleriyle Hallac-ı Mansur’dan, Yunus Emre’den, Şeyh Bedreddin’den gelen tasavvuf felsefesinin görüşlerini 20 yy.da şiirleştirmiş bir düşünürdür aynı zamanda.

Aşık Veysel Ailesi, Ergun Çağatay’ın objektifinden, Sivrialan köyü, 1970

ÂŞIK VEYSEL’DE İNSAN SEVGİSİ, BİRLİK VE KARDEŞLİK ANLAYIŞI

Felsefi Antropoloji insanın varlık şartlarını inceleyen felsefi akımdır. Felsefi Antropoloji insanı insan yapan, insan evladını insanlaştıran varlık şartının sevgi ve inanma olduğunu ileri sürer. İnsan insanlaşma süresinin ilk başından beri vardır. Sevgidir insanı insan yapan.

İnanma fenomeni ise bir dine inama ile sınırlanamaz. İnsan neye inanacağına kendi ya da çevresiyle birlikte karar verir. İlk çağ filozofları sevginin dört ana maddeyi birleştiren bir güç olarak ele almışlardır. Tasavvuf felsefesinde de sevgi ve inanma temel kategorilerdendir. Sevgi ve inanma Âşık Veysel dünyasının temel kategorileridir.

Âşık Veysel 40 yaşına kadar şiir yazmadı. Usta Âşıkların şiirlerini okudu. Kendi deyişiyle “Usta malı alır satar”dı. İlk deyişini 1933 yılında Cumhuriyetin 10. Yılı için yazdı. Hayatının 40 yılını dinleyerek, gerçeği ve gerçekliği anlamaya çalışarak, o güne kadarki Anadolu düşüncesini, dünya hallerini anlamaya çalışarak geçirdi.

Onun hayatının yıldızının parladığı an 1930 yılında Sivas Lisesi’ne mecburi hizmet yapmak için Edebiyat öğretmeni olarak tayin edilmiş Ahmet Kutsi Tecer ile karşılaşmasıdır. Sivas Lisesi’nde birçok öğretmen vardı. Acaba neden sadece Ahmet Kutsi Tecer halk edebiyatıyla yakından ilgilenmiş,  Âşık Veysel’i ve diğer âşıkları tanımıştır? Bu sorunun cevabı Ahmet Kutsi Tecer’in okul hayatı ve yetişme tarzıdır. O halde Ahmet Kutsi Tecer’in hayatını daha yakından tanıyalım.

AHMET KUTSİ TECER KİMDİR?

Burada bir parantez açarak Ahmet Kutsi Tecer’in hayatını, eğitim ve öğretimini kısaca açıklamak gerekiyor.

1901’de Kudüs’te dünyaya geldi. Babası, o dünyaya geldiği sırada Kudüs Düyun-u Umumiyesi müdürü olan Abdurrahman Bey, annesi Hatice Hanım’dır. Asıl adı Ahmet’tir. “Kudsi” adı, doğum yeri Kudüs’ten ötürü kendisine verilmiştir. Ahmet Kutsi Tecer, ilk öğrenimine Kudüs’te Bir Fransız okulunda başladı. Liseden sonra iki yıllık Halkalı Ziraat Yüksek Okulu’nu bitirdi (1922).  Ardından İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu imtihanını kazanarak iki yıl Darülfünun Felsefe Bölümü’ne devam etti.

1925’te Darülfünun’daki öğrenimine ara vererek Yüksek Öğretmen Okulu bursuyla biyoloji öğrenimi için Fransa’ya gitti. Fakat Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde felsefe derslerini takip etti. Fransa’da bulunduğu 1925-1927 yıllarında Paris Millî Kütüphanesi’nde araştırma yapma imkânı buldu. Kütüphanede Cezayir Halk Şairleri yazmalarını bularak Türk halk edebiyatının bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkardı. Paris’teki hayatını “Paris Acıları” adlı şiirinde yansıttı.

1928 yılında yurda geri dönen Ahmet Kutsi, araştırmalarını Halk Bilgisi Derneği’nin çıkardığı Halk Bilgisi Mecmuası’nda yayımladı. 1929’da Darülfunun’dan mezun oldu. İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nu parasız yatılı okuduğu için kanun gereği olarak mecburi hizmetini yapması için Sivas Lisesi’ne atandı. Burada Vehbi Cem Aşkun ve Muzaffer Sarısözen ile tanıştı. Fransa’da ve üniversite yıllarında Halk Edebiyatı, Halk şairleri konusuna ilgi duymuştu. Sivas’ın aşıklık geleneğinin önemli bir merkezi olduğunu biliyordu.

Arkadaşları ile birlikte Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurdu. Bu dernek ilk olarak Sivas’ta 5-7 Aralık 1931 tarihinde üç gün sürecek olan Halk Şairleri Bayramı’nı düzenledi. Şenlikler sırasında yarışma düzenledi. Âşık Veysel birinciliği kazandı. Bayrama katılanlara “Halk Şairi” kimliği verdi. Âşık Veysel yarışmada birinci olduğu için kendisine ödül olarak 10  Lira verildi. Fakat Veysel “Siz bize değer verip buralara kadar çağırdınız, asıl bizim size vermemiz gerekir,” diyerek parayı almak istemedi. Fakat kendisine rica ile 5 lira verildi.

Âşık Veysel’in yanı sıra, Suzani, Ruhsati, Mesleki, Talebi, Karslı Mehmet gibi halk şairlerinin tanıtılması için çalıştı.  Halk müziğinin tanınması, okula ve radyoya girmesi için çalıştı. Âşık Veysel Sivas Halk Şairleri Bayramı’ndan sonra, Ahmet Kutsi Tecer’in de destek ve yardımlarıyla sözlü ve yazılı basında tanınmaya başladı.

Gözleri görmediği için mutlaka birinin onun gözü olması, her yere Veysel ile birlikte gitmesi gerekiyordu. Buna “yâren” deniyordu. Veysel’e uzun bir süre Aşık  İbrahim yârenlik yaptı. Daha sonra Küçük Veysel olarak tanınan Veysel Erkılıç yârenlik yaptı. Zaman zaman da Ozan Ali Sultan yârenlik yaptı.

 

İÇİNDEN NASIL GELİYORSA ÖYLE SÖYLE

Âşık Veysel okula gitmemişti. Gözleri görmüyordu. Ahmet Kutsi Tecer, Âşık Veysel’in sözlü şiirlerini yazıya dökenlerden biridir. Ahmet Kutsi Tecer Âşık Veysel’e nasıl şiir söylenmesi konusunda da yardımcı oldu.

Âşık Veysel şiirleri konusunda Ahmet Kutsi Tecer’in desteklerini, yol göstericiliğini şöyle anlatır:

“Kutsi Bey şimdiye kadar bir kelime bile değiştirmedi. O ‘içinden nasıl geliyorsa öyle söyle, başkasının sözünü karıştırmak şiirin benliğini bozar,’ derdi. Kutsi Bey şiirlerime bu düşünceyle söz karıştırmamıştır. … Kutsi Bey şiirlerimi gördüğü zaman, her seferinde ‘Aferin iyi olmuş, ileride daha da iyi olacak,’ diye daima beni teşvik etti. Ben de yüzümün kara çıkmaması için elimden geldiği kadar iyi olmasına çalıştım.”

Âşık Veysel çok dikkatli bir dinleyici ve çok duyarlı bir insandır. Dıştan gelecek müdahalelerle kalıba sokulmaya ihtiyacı yoktur.

Sözüyle, sazıyla anlattığı her konuda bütünün, genelin faydasını düşünür. Söylemeden önce çok düşünür. Söyleyeceği sözünü hak, adalet, gerçeklik terazisi ile tartar. Tartışma çıkarmaz. Eleştirilerini kırıp yığmadan, insanların gönüllerine girerek yapar.

Aşık Veysel ile Ümit Yaşar Oğuzcan, 1970 Sivrialan köyünde

ÂŞIK VEYSEL’DE ATATÜRK VE CUMHURİYET SEVGİSİ

Âşık Veysel Cumhuriyet ile 1. Sivas Aşıklar Bayramı’nda karşılaşmıştır. Bu bayram sırasında insan yerine konmuş, sazına sözüne değer verilmiştir. Âşık Veysel öğretmenlerden, devlet memurlarından, vicdanlı, vefalı, dürüst insanlardan destek görmüş ve bu desteklerle sanatını daha iyi yapabilme imkânı bulmuştur.

Âşık Veysel aldığı edep ve terbiye ile vatanına bağlı, Allah’ın birliğine ve toplumun dirliğine teslim bir mümin ve yurttaş olarak örnek bir kişilik sergilemiştir.

Veysel yoksullardan, mazlumlardan yanadır. Kendisi de yoksul bir köylüdür. Toplumun en yoksul keminden gelmektedir. Kimse ona sahip çıkmamış, sadece cumhuriyet ona el uzatmış, sahip çıkmıştır. Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesi” olmuştur.

Cumhuriyet, Âşık Veysel’in içinden geldiği düşünce ve inanç dünyası ile bütünleşmektedir. Cumhuriyetin değerleri, ilkeleri, çağdaşlık anlayışı Âşık Veysel’in beklentilerini, özlemlerini karşılamaktadır. Aleviler, Bektaşiler eşitlikçi biçimde kadın erkek birlikte ibadet ederler.  Bu özellikler Cumhuriyet’i koruyup geliştirecek özgür yurttaşların özellikleridir.

Âşık Veysel “kimsesizlerin kimsesi” olarak gördüğü Cumhuriyeti tüm varlığıyla desteklemiş, sazını sözünü Cumhuriyetin yaşaması, gelişmesi için kullanmıştır. Yurttaşlara şöyle seslenir:

Devri Cumhuriyet asrı şimdi

Uyan bu gafletten uyuma yurttaş

Âşık Veysel Cumhuriyeti kuran, “kimsesizlerin kimsesi” olarak gördüğü, derin saygı ve sevgiyle bağlı olduğu Atatürk’ü çok sevmektedir. Veysel’in içinde yetiştiği ocaklar da Atatürk’ü sevmekte, Atatürk’ü ilahi bir tecelli olarak görmektedir.

Âşık Veysel Cumhuriyetin 10. yılında Atatürk’ü görebilmek için yâreniyle birlikte Sivas’tan Ankara’ya tren bileti alacak parası olmadığı için üç ayda yürüyerek gitmiştir.

Âşık Veysel Atatürk’ün vefatından sonra hafızalarda kalan bir ağıt yazmış ve söylemiştir:

Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Başbuğ olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı

Şüphesiz bu dünya fani
Tanrı’nın aslanı hani
İnsi cinsi cem’i mahluk
Hepsi birden ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman tanrım bu nasıl hal
Atatürk’e erdi zeval
Amir memur altın kürsü
Yas çekip mebsan* ağladı

İskender-i Zülkarneyin
Çalışmadı bunca leğin
Her millet Atatürk deyin
Cemiyet-i akvam ağladı

Atatürk’ün eserleri
Söylenecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çekti vatan ağladı

Fabrikalar icat etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk’e terk etti
Döndü çark devran ağladı

Bu ne kuvvet bu ne kudret
Vardı bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Türkler giydi hep karalar
Semerkand’ı Buhara’lar
İşitti her yan ağladı

Siz sağ olun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşal Fevzi’nin askerleri
Ordular teğmen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalınız gidenler gelmez
Felek-el mevt’in elinden
Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil düşman ağladı

 

ÂŞIK VEYSEL KÖY ENSTİTÜLERİNDE USTA ÖĞRETİCİ OLARAK ÇALIŞTI

Köy Enstitüleri 1939 yılında kuruldu. Türkiye’nin 17 bölgesinde kurulan 17 Köy Enstitüsünden 17.000 kadar öğretmen yetişti.  Köy Enstitüleri Türkiye eğitim tarihin önemli bir uygulamasıdır.

Âşık Veysel, 1940’lı yıllarda Sivas Milli Eğitim Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer’in teşviki ve desteği ile Köy Enstitüleri’nde Usta Eğitici olarak öğrencilere saz çalmasını, türkü çekmesini öğretti. Sırasıyla 1950 yılına kadar Arifiye, Hasanoğlan, Gölköy, Pamukpınar, Akpınar, Düziçi, Kepirtepe,  Şavaştepe Köy Enstitülerinde çalıştı. Konserler verdi.

Âşık Veysel Köy Enstitülerinde çalışırken hem öğretti hem de öğrendi. Çevresi daha da genişledi. Ruhi Su ile tanıştı. Daha önce halk şairlerinin, âşıkların yazmadığı, söylemediği okul, enstitü, toprak, makine, atom, fabrika gibi konularda da yazdı ve söyledi.

Aşık Veysel ile Ümit Yaşar Oğuzcan, 1970 Sivrialan köyünde

ÂŞIK VEYSEL ŞİİRLERİNDE İNSAN

Âşık Veysel 160 şiir yazdı. Şiirleri 1944 yılında Ankara Halkevleri Genel Merkezi tarafından “Deyişler” adıyla basılıp yayımlandı.

Hacı Bektaş Veli, “okunacak en büyük kitap insandır,” demişti.

Âşık Veysel de “İnsanlıktır benim dinim imanım,” “Dava insanlık davasıdır,” diyerek insanı öne çıkarır.

Âşık Veysel tasavvuf ve Vahdet-i Vücut görüşleriyle şöyle düşünür.

Allah bütün evreni, dünyayı, varlıkları ve insanları yaratmıştır. Her varlık Allah’ın görünümüdür. İnsanlar Allah tarafından yaratıldıkları için hepsi kardeştir. İnsanlar eşittir. Bu dünyada insana da yer vardır, yılana, kuşa, balığa da.

Âşık Veysel insan sevgisini Allah sevgisiyle birleştirir.  Veysel’in aşkı Tanrı aşkından insan aşkına, tek bir insan sevgisinden en genel Tanrı sevgisine gider gelir.

Veysel bu anlayışıyla insanlar arasında birlik ve beraberliği, dostluğu, kardeşliği yüceltir.  Eleştirileri daima yapıcıdır. Kardeş kavgasına, cins, ırk, renk ayrılığına karşıdır.

Allah birdir Peygamber hak

Rabbül Alemindir mutlak

Senlik benlik nedir bırak

Söyleyeyim geldi sırası

 

Kürt’ü, Türk’ü ve Çerkes’i

Hep Adem’in oğlu kızı

Beraberce şehir gazi

Yanlış var mı ve neresi?

 

Kur’an’a bak, İncil’e bak,

Dört kitabın dördü de Hak

Hakir görüp ırk ayırmak

Hakikatte yüz karası

 

Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir gardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi

 

Kimi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hâkikat bunun burası

 

Şu âlemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası

 

Cümle canlı hep topraktan
Var olmuşuz emir Hâkk’tan
Rahmet dile sen Allah´tan
Tükenmez rahmet deryası

 

Veysel sapma sağa sola
Sen Allah´tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dava insanlık davası

 

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE ÂŞIK VEYSEL

 

Âşık Veysel bir hümanist olarak düşünce özgürlüğüne çok önem verir. Bu konudaki en güzel şiiri “Güzelliğin on par’etmez” başlıklı şiiridir.

Güzelliğin on par’etmez

Şu bendeki aşk olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Gönlümdeki köşk olmasa

 

Tâbirin sığmaz kaleme

Derdin dermandır yâreme

İsmin yayılmaz âleme

Âşıklarda meşk olmasa

 

Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Koyun kurt ile gezerdi

Fikir başka başk’olmasa

 

Güzel yüzün görülmezdi

Bu şak bende dirilmezdi

Güle kıymet verilmezdi

Âşık ve maşuk olmasa

 

Senden aldım bu feryâdı

Bu imiş dünyanın tadı

Anılmazdı Veysel adı

O sana âşık olmasa

 

Âşık Veysel Anadolu’yu çok sevmiştir. Anadolu da Âşık Veysel’i bağrına basmıştır. Hakkında birçok incelemeler yapılmış kitaplar yazılmıştır. “Karanlık Dünya” adlı senaryosunu Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun yazdığı, Metin Erksan’ın yönettiği film Veysel hakkındaki önemli bir belge niteliğindedir. Bu film bazı sahnelerde köylüler fakir ve perişan gösterildiği için sansüre takılmış, bu sahneler filmden çıkarılmış, yerine uydurma, süslemeli, gerçek dışı sahneler konulmuştur. Buna rağmen belgesel değeri vardır.

Âşık Veysel Köy enstitülerinin kapatılmasından sonra 1950-1960 arasında Köy enstitüleri gibi Menderes döneminde gözden düştü. Fakat altın yere düşmekle pul olmaz. Âşık Veysel de değerinden bir şey kaybetmedi.

1956 yılında Fransa’da Âşık Veysel plağı yayınlandı.

ABD’de İndiana Ünivesitesi’nde İlhan Başgöz tarafından Âşık Veysel Arşivi yapıldı.

1963 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Âşık Veysel’i Çankaya Köşkü’nde kabul etti.

1965 yılında TBMM tarafından ödüllendirildi ve maaş bağlandı.

1970 yılında “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı kitabı yayınlandı.

1971 yılında Hacıbektaş’ta son konserini verdi. Konseri tamamlayamadı, sahnede rahatsızlandı.

1972 yılında kansere yakalandı.

1973 yılında doğduğu köyünde vefat etti.

Aşık Veysel Kız kardeşi ile 1970 Sivrialan köyünde, foto Ergun Çağatay 1970

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın.

Düğün olur bayram gelir

Dostlar beni hatırlasın 

 

Can kafeste durmaz uçar

Dünya bir han, konan göçer

Ay dolanır  yıllar geçer

Dostlar beni hatırlasın 

Can bedenden ayrılacak

Tütmez baca  yanmaz ocak

,Selam olsun kucak kucak

Dostlar beni hatırlasın  

 

Ne gelsemdi, ne giderdim

Günden güne arttı derdim

Garip kalır yerim yurdum

Dostlar beni hatırlasın

 

 Açar solar türlü çiçek

Kimler gülmüş kim gülecek

Murat yalan ölüm gerçek

Dostlar beni hatırlasın 

 

Gün ikindi akşam olur

Gör ki başa neler gelir

Veysel gider adı kalır

Dostlar beni hatırlasın   

 

Âşık Veysel Şatıroğlu şiirleriyle, sözleriyle, nükteleriyle, hatıralarıyla Anadolu’nun bağrında, dünya kültür mirası içinde yaşamaya devam edecek. Âşık Veysel, Yunuslardan, Mevlanalardan, Pir Sultanlardan, Karacaoğlanlardan, Şeyh Bedreddinlerden doğup gelişen, Anadolu’nun bağrında akan barış, kardeşlik, sevgi, aşk, dostluk ırmağının 20. yy.daki süreğidir. Dili, halkın sevgi dilidir. Duruşu aşk ve sevginin bayrağıdır. Anadolu’nun sesi ve sözü olmuştur. Ruhu şad, mekânı gönüllerimiz olsun!

Essen, 3 Mart 2024, Kemal Yalçın 

 

KAYNAKLAR:

Felsefe Tarihi, Prof. Dr. Macit Gökberk, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1980

Türk  Edebiyatı Tarihi, Agâh Sırrı Levent, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1984

İlkçağ Felsefe Tarihi, Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, Ahmet Arslan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006

2023 Aşık Veysel Yılı, Basında ve Ustaların Objektifinden Aşık Veysel, Ankara Ticaret Odası Yayını, 2023

Gerçek Aşık Veysel, Caner Işık, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2019

Aşık Veysel, Adnan Binyazar, Tel Yayınları, İstanbul, 1973

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Kutsi_Tecer

https://aregem.ktb.gov.tr/TR-12798/asik-veysel-satiroglu-18941973.html

https://chat.openai.com/c/104f589b-3c77-40a0-9bc4-ff52a1a56b2a

https://chat.openai.com/c/104f589b-3c77-40a0-9bc4-ff52a1a56b2a