EdebiyatYazılar

MUSTAFA ÇETİN Hayatını yoktan var eden örnek bir öğretmen ve işveren

Mustafa Çetin 1951’de Denizli ili, Çal ilçesi, Çoğaşlı köyünde doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğu idi. Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nu 1969 bitirdi. Öğretmen olarak çalışırken Maraş Katliamını protesto etmek için boykota katıldığı için sürüldü. “Siz sürün beni bakalım! Sürdüğünüz yer Türkiye değil mi?” dedi. Sürgün değil, üç çocuğunu tek maaşla okutup hayata hazırlamak ona zor geliyordu.

Mustafa Çetin’in anne ve babası

Hayatını yoktan var etti. Mustafa Çetin çok, hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar çok çalıştı. Hem öğretmenlik yaptı hem de yaz tatillerinden elektrikçilik yaptı. Mustafa Çetin’in hayatı masal gibi, destan gibi geçti. Yıl 2022 oldu. Mustafa Çetin’in şu anda İzmir Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nde 2500 metre kare kapalı alanı, 2750 metre kare açık alanı olan, 65 kadar işçinin çalıştığı modern bir fabrikanın sahibi oldu. Şirketinin adı PGS Plastik Ahşap Metal Kaplama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi. Türkiye’nin önde gelen büyük sanayi firmalarına 1000 çeşit fason mal üretiyorlar. İkinci fabrikasının temelini 25 Mart 2022 tarihinde törenle attılar.

Mustafa Çetin yeni fabrikasının temelini 25 Mart 2022 günü törenle attı. Soldan sağa ayaktakiler: Mustafa Çetin, Mustafa Özdemir, Hilmi Akhan. İzmir, Kemalpaşa.

Mustafa Çetin benim sakin, saygılı, vefalı, dürüst ve çalışkan bir sınıf arkadaşımdı. Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nda 1963-1968 yıllarında beş yıl beraber okuduk. Ben yatılı, Mustafa gündüzlü idi. Mandolin çalmayı beraber öğrendik. Mustafa’nın el becerileri ve müzik yeteneği çok iyi idi. Marangozluk, demircilik ve elektrikçilik işlerini sınıfımızda en iyi yapanlardan biri Mustafa Çetin idi. Teknik resim çizimlerinden ve müzik notaları yazmadan daima pekiyi alırdı. Ben şiir yazmayı, şiir okumayı, tarihi ve edebiyatı severdim, Mustafa demirden çekiç, tahtadan çekmece, rüzgâr gülünden elektrik elde etmeyi severdi.

Mustafa Çetin fabrikasında, 12.9.2021, İzmir, Kemalpaşa, Foto: Kemal Yalçın

Mustafa Çetin’in 70. Yaşını ve 50. Başarı Yılını 60 kişilik bir davetli grubuyla birlikte 2021 yılında İzmir’de, Ege Üniversitesi Misafir Evi’nde kutladık.

“Benim hayatım gerçek bir hayattır”

Mustafa Çetin ile 9 Mart 2022 günü telefonla söyleşi yaptım. Hayatını yoktan nasıl var ettiğini sordum, “Senin hayatın masal mı, destan mı?” dedim. Her zaman ki sıcak gülümseyişiyle, “Benim hayatım gerçek bir hayattır,” diye başladı anlatmaya:

Ben 1 Mayıs 1951 tarihinde Denizli ili Çal ilesi Çoğaşlı köyünde doğdum. Ailemiz hayvancılık ve tarım işleriyle uğraşırdı. Babamın adı Bekir, Annemin adı Cennet’tir. Annem 13 doğum yaptığını söylerdi. Yoksulluktan, bakımsızlıktan, salgın hastalıklardan yedi çocuğu ölmüş. Geriye biz altı kardeş kalmışız. Kardeşlerim yukardan aşağıya Mehmet, Halil, Hüseyin, Ayşe, Eşe’dir. Ben ailenin en küçüğüyüm. Bu altı kardeşten üçü vefat etti. Annemin dünyaya getirdiği 13 çocuktan üçümüz kaldık artık hayatta.

Tütüncülükten, hayvancılıktan yeterli para kazanamıyorduk. En büyük ağabeyim yoksulluktan ilkokula bile gidememiş. Çocukluğunu yaşayamadan çobanlık yapmaya başlamış. Ailemizde sadece ben ilkokuldan sonra okuma imkânı bulabildim. Köyümüzde okuyan pek yoktu. Ailemizde sorumluluk o zamanların geleneğine göreneğine göre babamdan sonra en büyük ağabeyim Mehmet Çetin’e aitti. Mehmet Ağabeyim çobanlık yapıyordu, fakat çok akıllıydı. “Ben okuyamadım, siz okuyun,” diyerek bizleri ilkokula gönderdi.

Mustafa Çetin Gönen İlköğretmen Okulu 3. sınıf öğrencisi iken.

İlkokuldan sonra okumak için beni Mehmet Ağabeyim teşvik etti. “Mustafa oku kardeşim, derslerine çok çalış, öğretmenlerinin dediklerini yap! Çobanlıkta hayat yok artık! Oku da benim gibi çoban olma!” diyordu. İlkokul yıllarımda babam “Bak oğlum, seni ortaokulda okutamam. Ya parasız yatılı Gönen Öğretmen Okulu’nu kazanırsın ya da ağabeyin gibi çoban olursun! Ona göre derslerine çok çalış,” diyordu. Öğretmenimiz İsmail Satır beni ve arkadaşlarımı Gönen’de okumaya teşvik ediyordu. İsmail Satır Eğitim Enstitüsünü kazandı, Gönen’de ben üçüncü sınıftayken Gönen’e tayin oldu. Tekrar buluştuk.

Gönen’i kazanmak benim tek hayalimdi. Gönen benim için tek kurtuluştu. 1963 yılında Çoğaşlı ilkokulunu bitirdim. Gönen İlköğretmen Okulu yazılı sınavına girdim. Kazanamadım. Çok üzüldüm! Mehmet Ağabeyim benden daha çok üzüldü. Babam ve annem ise “Üzülme oğlum, gelecek yıl tekrar sınava girersin,” diyerek beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Fakat ben “Neden daha çok çalışmadım?” diye kendi kendimi yiyip bitiriyordum.

Tam o üzüntülü günlerimden bir gün öğretmenimiz evimize geldi, “Mustafa, Gönen’e gündüzlü öğrenci alınacakmış, bir ay zamanın var. Hemen derslere çalışmaya başla. Ben de sana yardım edeceğim,” diyerek müjdeyi verdi. Derslere çalışmaya başladım. Sınıf arkadaşım, köylüm, akrabam Hüseyin Atız da Gönen Yatılı sınavlarını kazanamamıştı. Hüseyin ile birlikte gündüzlü okumam sınavlarına hazırlanmaya başladık. İlkokula gidiyor, öğretmenimizle birlikte konuları tekrarlıyor, sınavlara hazırlanıyorduk. Sınav tarihi geldi. Babamla birlikte Gönen’e gittik. Sınavlar yapıldı. Ben  ve Hüseyin Atız gündüzlü okuma hakkını kazandık.

Mustafa Çetin Gönen’de sınıf arkadaşlarıyla, 1966

1960’lı yıllarda Gönen İlköğretmen Okulu’nda 950 parasız yatılı erkek öğrenci vardı. Ayrıca 50 kadar kız ve erkek öğrenci gündüzleri derslere katılıyor, akşamlı Gönen köydeki kiraladıkları evlerde kalıyorlardı. Gönen’de yatılı kız öğrenci yoktu. Gönen köy o yıllarda fakir bir köydü. Köylüler Gönen Köy Enstitüsü kurulduktan sonra yeni bir hayatla karşılaşmışlar, öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için dükkanlar açmışlar, gündüzlü öğrencilere kiralık oda vermeye başlamışlardı. Ayrıca sözlü sınavlara gelen öğrencilere, velilere de kiralık oda veriyorlardı.

Babam benim ve Hüseyin Atız için Gönen köyde bir oda buldu, kiraladı. Mutfak, banyo yoktu. Oda çok küçüktü. İki yatak sığmıyordu. Hüseyin Atız ile tek bir yatakta yatmak zorundaydık. Dünyamız tek bir odadan ibaretti. Altı yıllık öğrencilik hayatımızda bir masamız ve bir sandalyemiz bile yoktu. Yerde, yatağımızın üzerinde derslerimize çalışıyorduk. Yemeğimizi ocakta yapıyorduk. Daha sonraki yıllarda bir gaz ocağı aldık, tozdan dumandan kurtulduk. Yemeklerimizi yer sofrasında yerdik.

O zamanların parasıyla ayda beş lira kira veriyorduk. Bu parayı bile bazen bulamaz, kiramızı ödeyemezdik. Ev sahibimiz fakir, halden yoldan anlayan bir insandı. “Çocuklar aç kalmayın, derslerinize iyi çalışın,” diyerek bazen bize ekmek, yemek getirirdi. Gönen’de kışlar çok soğuk olurdu. Bir teneke sobayla ısınırdık. Ev sahibinin eşeği ile çevredeki tepelere, çalılıklara oduna giderdik. Getirdiğimiz bir eşek yükü çalı çırpıyla ısınmaya çalışırdık.

Gönen’de not ortalaması iyi ya da pekiyi olan çalışkan gündüzlü erkek öğrenciler üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtikleri yıl isterlerse parasız yatılı okuma hakkını elde edebilirlerdi. Benim notlarım yatılıya geçmeye yetiyordu. Yatılıya geçmeye karar verdim. Benim gibi aynı sınıfta beraber okuduğum Mustafa Özdemir ile birlikte yatılıya geçmek için birer dilekçe yazdık. Mustafa Özdemir ile birlikte idare binasına gittik. Müdür Yardımcısı Özbek İncebayraktar öğrenci işlerinden sorumluydu. Kapısına vardık. Benim içim içime sığmıyordu. Üç yıldan beri beraber kaldığımız Hüseyin Atız’ı düşündüm. Ben yatılı olursam Hüseyin Atız yalnız kalacaktı. Ben yatılıya geçersem Hüseyin Atız’a vefasızlık yapmış olurum diye düşündüm. “Mustafa Özdemir, arkadaşım ben yatılıya geçmekten vaz geçtim,” dedim. Mustafa Özdemir, “Ne oldu sana Mustafa, neden vaz geçtin! İyice düşünüp taşındın mı? Sonra pişman olma!” dedi.

Mustafa Çetin, (ayakta soldan ikinci,) Gönen’de sınıf arkadaşlarıyla birlikte, 1967

“Sonra anlatırım, ben bu işten vaz geçtim. Sen dilekçeni ver! Sana yatılı hayat hayırlı olsun,” dedim. Mustafa Özdemir dilekçesini Özbek Bey’e verdi. Yatılıya geçti. Ben gene tek odalı dünyamıza döndüm. Hüseyin Atız “Sağ ol arkadaşım, beni yalnız bırakıp gitmeyeceğini biliyordum,” dedi. Tavada zeytin yağlı dört yumurta pişirdik, tek tabaktan yedik. O akşam yediğiniz o dört yumurtanın tadını hiç unutamadım, unutamadık.  Hüseyin Atız’la tam altı yıl aynı odada kaldık. Tam altı yıl aynı yatakta beraber yattık. Şimdiki gençlere bunları anlatsam zor inanırlar. Bizim çektiklerimizi çocuklarımız, torunlarımız çekmesinler. Yıllar geçti, Hüseyin Atız’la geçmiş günleri hatırladığımızda ya da canımız sıkıldığında, birbirimize “Gel arkadaşım, dört yumurta çakıp yiyelim, bugünler de geçer, sıkma canını!” diyerek moral verdik.

Gönen İlköğretmen Okulu gündüzlü sınavların kazandıktan sonra, evraklarımız idareye teslim edeceğimiz zaman “1953 doğumluları sınava almıyorlarmış,” diye bir haber geldi. Kim dedi, doğru mu yanlış mı bilmiyorum. Babam “Oğlumun tek şansını doğum tarihi yüzünden kaybetmeyelim,” düşüncesiyle bana göstermeden nüfuz cüzdanımdaki 1953 tarihinin son rakamını silmiş, 1951 yapmış. “Al oğlum, bugünden itibaren doğum tarihin 1951 oldu, kimseye söyleme,” dedi. Ben de nüfus cüzdanımı götürdüm, kayıt işlerini yapan müdür yardımcısı öğretmenimize verdim.

Altı boyunca doğum tarihim 1951 olarak kaldı. 1969 yılında mezun olmamıza üç ay kala Müdür Yardımcısı Canan Canpolat, “Bu listede adı yazılı olan yaşı 17 ya da daha küçük olanlar maaşlarını alamazlar, yaşlarını mahkeme kararıyla büyütüp gelsinler,” diye duyuru yaptı.

Şaşıp kaldım! İlkokulu 1953 tarihli Mustafa Çetin olarak bitirmiştim. Öğretmen okulunu 1951 tarihli Mustafa Çetin olarak bitirecektim. Bu fark edilirse “sahte diplomalı” durumuna düşebilirdim. Canan Hanıma gittim, durumu olduğu gibi baştan sona anlattım. “Öğretmenim benim de yaşım tutmuyor, ne yapayım?” diye sordum. Canan Hanım gülmeye başladı, “Mustafa senin durumun Aziz Nesin’in Yaşar, Ne Yaşar, Ne Yaşamaz hikayesine benzemiş. Sen git mahkemeye, hemen yaşını büyüttür gel! Başını belaya sokma!” dedi. Dediğini yaptım. Yaşımı mahkeme kararıyla iki yaş büyüttüm ve böylece maaş alabildim.

Öğretmenlik hayatım

Gönen’i başarıyla bitirdim. Tayinlerimiz yapıldı. Ben kendi köyüme tayin oldum. 11 yıl kendi köyümde çalıştım, kendi evimizde kaldım. 1971 yılında kendi köyümden Hacer ile evlendim. Biri oğlan ikisi kız üç çocuğumuz oldu. Tek maaşla geçinmeye çalışıyordum. Hüseyin Atız da bizim köye tayin olmuştu. Beraber çalışıyorduk. Ben Gönen’de öğrendiğim marangozluk, demircilik ve elektrikçiliği daha da ilerlettim. Hüseyin Atız ile birlikte Çoğaşlı köyünün 100 kadar evine elektrik tesisatı döşedik. Bu işler bana ve Hüseyin Atız’a belli bir yan gelir getiriyordu.

Mustafa Çetin (Beyaz elbiseli) öğrencileriyle birlikte

Çoğaşlı köylüleri genellikle tütüncülük ve bağcılıkla  zar zor geçinirlerdi. Çoğaşlı 1960 yıllarından 350 hanelik, 1300 nüfuslu  bir köydü.  Aradan 60 yıldan fazla bir zaman geçti. Çoğaşlı köyünün nüfusu 250’ye düştü. Ne oldu bu insanlara? 1961 yılında Almanya kapıları açılınca, köyümüzden 80 kadar erkek işçi olarak Almanya’ya çalışmaya gitti. Gidenler bir süre sonra eşlerini, çocuklarını Almanya’ya götürdüler. Almanya’ya gidemeyen gençlerin bir kısmı da Denizli’ye, İzmir’e göçüp gittiler.

1975 sonrası yıllarda Türkiye’deki siyasi gidişat kötüleşti. “Sağ sol çatışması” olarak adlandırılan siyasi kavgalar arttı, can güvenliği azaldı. !978 yılı Aralık ayında Maraş’ta Alevilere saldırılar yapıldı. Kan aktı, çok sayıda  Alevinin evi yakıldı, canları alındı. Bu olay 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde yapılan kanlı olayların en önemlilerinden biridir. Bunları daha sonra fark ettik.

1979 yılında Maraş Katliamını protesto etmek için öğretmenler boykot yaptılar. Ben de bu boykota katılmıştım. Hakkımda hemen soruşturma başlatıldı. 1980 yılı başlangıcında “Boykota katıldığım,” gerekçesiyle Denizli ili Acıpayam ilçesi Aliveren köyüne sürgün edildim. Aliveren’de bir yıl çalıştım.

Tayinimi istedim. Yeşiloba köyüne tayin oldum. Bu köyde Gönen’de beraber  okuduğumuz Cahit Çakmak ve Hilmi Akhan ile birlikte yedi yıl çalıştım. Cahit Çakmak 1987 yılında balık avında akıntıya kapılarak vefat etti.

Hilmi  Akhan ise başarılı bir öğretmendi. Doğayı, ormanları çok seviyordu. Gönen’de her öğrenci 10 adet çam dikler ve yetiştirdiği çam sayısına göre not alırdı. Hilmi Akhan köyündeki tapulu arazilerine 1987 yılında 30.000 kadar çam dikti. Bu çamlar günümüzde büyük bir orman haline geldi. Çevreye bol oksijen veriyorlar. Hilmi Akhan Türkiye’nin kıraç topraklarını diktiği 30.000 kadar çam ağacıyla yeşerterek gençlere çok güzel bir yurtseverlik örneği oldu. Hilmi Akhan 1989 yılında kendi isteğiyle İzmir’e tayin oldu. Hatlı ticari bir taksi satın aldı. Yirmi yıl kadar taksi çalıştırdı.  Kendini kültür, sanat ve eğitim işlerine verdi.

Beraber çalıştığımız beş öğretmeni 1987 yılında aynı tarihte ayrı ayrı yerlere sürgün ettiler. Ben Çal ilçesi Bayıralan köyüne sürülmüştüm. Bu ikinci sürgün edilişimdi. Bayıralan’da iki yıl daha çalıştıktan sonra İzmir’e tayinimiz istedim. 1989 yılında İzmir’e tayinim çıktı. İzmir’de altı yıl öğretmenlik yaptım.

Öğretmenlikten iş hayatına geçiş

İzmir’e çocuklarımı üniversitede okutabilmek için tayin istemiştim. Fakat İzmir’de hayat Bayıralan köyüne göre çok pahalı idi. Üç çocuğumu tek maaşla okutmakta çok zorlanıyordum.

Bana babalık yapan Ağabeyim Mehmet Çetin 1969 yılında köyümüzden ayrılarak İzmir’e çalışmaya gitmişti. Okur yazar değildi ama çok cesur ve atılgandı. Borç harç bir otobüs aldı. Birkaç yıl çalıştırdı. İşleri iyiye gidiyordu. Bir kaza yaptı. Otobüsü onartayım diye çok borca girdi. Borçlarını ödeyemedi, batırdı. Borçlarını ödemek için bütün mallarını sattı. Hayatı sıfıra düştü.  Otobüsçülüğü bıraktı. Otelciliğe başladı. Sekiz yıl otelcilik yaptıktan sonra kahveciliğe başladı.  Altı yıl da kahvecilik yaptı.

Kahveciliği bıraktı “Pilastik Galvono Sanayi” adlı kimya fabrikasının %50 hissesini satın aldı. Çok çalışıyordu. Kısa bir süre sonra bu işi öğrendi. Bir süre ortak çalıştılar. Aralarından anlaşmazlık çıktı. Mehmet Ağabeyim ortağının hissesini de satın aldı. Fakat diploması yoktu. Fatura, senet, irsale vb. hiçbirini kendisi yapamıyordu.

Mustafa Çetin öğretmen arkadaşlarıyla birlikte.

Tam bu zamanda Mehmet Ağabeyim “Gel bizim oğlan, beraber iş yapalım, benim diplomam yok, senin var. Sen kitap kalem işlerini yaparsın ben hamallık işlerini yaparım,” dedi. Ağabeyimin teklifini kabul ettim. Başka çarem yoktu. İzmir’de bir merdiven altında, fason kaplama işlerini yapıyorduk. Yerimiz 300 metre kare kadardı. Müşterilerle iletişimi ben kuruyor kuruyor, yazı ve hesap işlerini ben yapıyordum. Kimsenin hakkını yemeden ve kimseye de hakkımızı yedirmeden dürüstçe çalışıyorduk.

Yaptığımız iş kimya mühendisliğiyle ilgiliydi. Fakat ağabeyim Mehmet Çetin kimya mühendisi değildi, ben ise öğretmendim. İşin inceliklerini deneye deneye, yapa yıka öğreniyor, karakucak çalışıyorduk. Fason iş alıyorduk, fakat yaptığımız mallar bazen geri geliyor, büyük zararlara uğruyorduk.

İşte tam bu zor günlerimizde Gönen benim imdadıma yetişti. Gönen’de öğrendiğim teknik resim çizimlerimi, elektrikçiliği ilerlettim. Geri dönen malları analiz ettim, yapılan hataların nedenlerini araştırdım, üretim sisteminde kendime göre yenilikler yaptım. Yeni aparatlar icat ettim. Yeni elektrik hesapları ve denemeleri yaparak ürettiğimiz malların kalitesini artırdım. Ayrıca kaynakçılık, oksijen kaynakçılığını öğrendim. Tam 13 yıl işletmemizdeki tüm elektrik işlerini, kaynak işlerini kendim yaptım. Böylece üretim maliyetini düşürdüm.

Fason iş yapmak riskli bir iştir. Düzenli gelir tam olmaz. Borçlarımızı ödeyemediğimiz zamanlar oldu. Çok zorlandık. Öyle zamanlar oldu ki aylık %8’den tefecilere çek kırdırmak zorunda kaldım. Batmayalım, işimizi kaybetmeyelim diye gece gündüz çalışıyorduk.

Arçelik bize güç ve cesaret verdi

2002 yılında Arçelik sanayi şirketinin fason ihalesini kazandık. Bize büyük bir sipariş vereceklerdi. Arçelik sorumlusu işyerimizi göremeye geldi. “Bizim mallarımızı burada mı üreteceksiniz?” diye sordu. “Evet burada üreteceğiz,” dedim.

“Bu mümkün değil! ‘Arçelik merdiven altında üretim yaptırıyor,’ dedirtemeyiz. Daha büyük bir yere taşının, fabrika gibi fabrikanız olsun. Ondan sonra sizinle çalışabiliriz,” dedi. Mehmet Ağabeyimle konuştum. “Derhal Arçelik’in istediği gibi bir yere taşınalım, bu siparişi kaçırmayalım,” dedim. Anlaştık. Ben hemen yeni bir yer aramaya başladım.

İzmir Işıkkent Merkezinde üç dükkânlık, toplam alanı 1000 metre kare olan yere taşındık. Arçelik sorumlusu geldi, yeni iş yerimizi beğendi. Siparişi onayladı. Üretime başladık. Arçelik buzdolaplarının saplarını, çamaşır makinesi ve bulaşık makinesi paralarını üretmeye başladık. Bu üretim bize güç verdi. Borçlarımızı ödedik, yeni makinalar aldık, yeni üretim tekniklerini uygulamaya koyduk. Çok titiz ve dikkatli çalışıyorduk. Yeni yatırımlar için sermaye birikimi yapıyorduk.

Mustafa Çetin Gönen’de çalmasını öğrendiği mandolini hiç elinden bırakmadı.

Mehmet Çetin oğlu Murat’ın  kimya mühendisi olması için varını yoğunu harcadı. Murat da çok çalışkandı, tatillerde babasının yanında işçi olarak çalışıyordu. Nihayet Murat kimya mühendisi oldu ve işin başına geçti. İşimizi bilim ve tekniğe göre planlamaya başladık. Yeni bir elemana ihtiyaç doğdu. Oğlum Bekir Çetin beş yıldan beri öğretmen olarak çalışıyordu. “Oğlum sen öğretmenlikten istifa et, gel fabrikamızda işleri yürüt,” dedim. Kabul etti. Murat ile Bekir Çetin üretimin başına geçtiler. Artık bilime ve tekniğe göre üretim yapıyorduk. Büyük firmalardan kârlı siparişler aldık. 1000 metrekarelik iş yerimiz üretim kapasitemize dar gelmeye başladı. Daha geniş çalışma alanı olabilecek arsa aramaya başladık. 2012 yılında İzmir Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nde Ulucak köyü yakınında 5250 metre karelik bir sanayi imarlı bir arsa aldık.

2500 metre kare kapalı alanı, 2750 metre açık alanı olan bir Fabrika inşa ettirdik ve 2014 yılında bu fabrikaya taşıdık. Yaklaşık iki milyon dolarlık bir yatırım yapmıştık. Mehmet Ağabeyim 17.12.2020 tarihinde vefat etti. Onun başlattığı işin sorumluluğunu üstlendim. Son yıllarda sorumluluğu Murat Çetin ile Bekir Çetin’e devrettim.  Kendimi eğitim ve kültür işlerine verdim. Yeniden öğretmenliğe döndüm diyebilirim.

Yeni fabrikamızın adını ilk işletmemizin adı olan “PGS” koyduk. PGS bizim patentimiz oldu. Sekiz yıldan beri yeni fabrikamızda 65 işçiyle birlikte yaklaşık 1000 çeşit mal üretiyoruz. Fason üretim yaptığımız için yurtdışına sınırlı kapasiteyle ihracat yapabiliyoruz. Bizim mallarımızı alan firmalar kendi üretimleriymiş gibi ihracat yapabiliyorlar. Yıllardan beri Türkiye’nin önde gelen büyük sanayi firmalarına fason mal üretiyoruz. Şu andaki fabrikamız da üretim kapasitemizi karşılayamaz duruma geldi. Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nde yeni bir arsa bulduk. Yeni fabrikamızın temelini 25 Mart 2022 tarihinde törenle attık.

Gönenliler öğretmenleri Hüseyin Seçmen için “Hüseyin Seçmen’e Armağan” kitabını yayınladılar, 12 Eylül 2021 tarihinde Mustafa Çetin’in fabrikasında öğretmenlerini andılar ve fabrikanın bahçesine “Hüseyin Seçmen Çınarı” diktiler. Soldan sağa: Mustafa Özdemir, Kemal Yalçın, Mustafa Çetin.

Ben hayatımı yoktan var etmiş olan bir insanım. Ben hayattan dürüst ve azimli olmayı öğrendim. Ben bütün işlerimi severek yatım ve yapıyorum. Bir insan işini severse, işini severek yaparsa yorulmaz, başarılı olur. Ben hayatımın uzun yıllarında maddi yönden çok sıkıntılar çektim.  Yaşadığım zorlukları Gönen’de öğrendiğim bilgilerle, Gönen’de öğrendiğim marangozluk, demircilik, elektrikçilikle aştım. Bu anlamda beni ben yapan, beni bugünlere getiren Gönen’dir.

Eşim Hacer ve çocuklarım zor ve sıkıntılı zamanlarımda daima bana yardımcı ve destek oldular. Zorluklarımızı beraber aştım. Aileme, eşime ve çocuklarıma çok teşekkür ediyorum. Ayrıca vefalı dostlarım her zaman bana yardımcı ve destek oldular. Onlara da teşekkürlerimi sunuyorum. Biz fabrikamızda bir aile gibiyiz. Üretimi beraber yapıyoruz. Onlar olmasa biz de olmayız. İşçilerimize, büro çalışanlarımıza teşekkürlerimi borç bilirim.

Öğretmen Mustafa Çetin hanımı ve çocuklarıyla birlikte.

Sevgili Kemal Arkadaşım, 1963 yılında Gönen’e okumaya başladık. Aynı sınıfta unutulmaz günler yaşadık. Yıl 2022 oldu. Aradan 59 yıl geçti. Dile kolay 59 uzun yıl! Geldiğimiz yerleri hiç unutmadım. Bana hayatımı anlattırdığın ve kitabında bana yer verdiğin için sana saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Sevgili Mustafa Çetin arkadaşım, 59 yıl önce başlayan arkadaşlığımız, dostluğumuz hiç gölgelenmeden bugünlere geldi. Bana her zaman yardımcı ve destek oldun. Daima vefalı davrandın. Ben de sana saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu dünya ve bu Türkiye seninle birlikte daha güzel! Öğretmenliğinde binlerce öğrenci yetiştirdin. Yaptığın ve yaptığınız üretimle Türkiye’yi zenginleştirdin ve zenginleştiriyorsunuz.

İyi ki varsınız!

İyi ki varız!

İzmir, 9 Mart 2022, Mustafa Çetin

Bochum, 9 Mart 2022, Kemal Yalçın