EğitimYazılar

AYŞE YALÇIN CANPOLAT Honaz’dan üniversiteye ilk giden üç kızdan biriydi

Honaz’daki evimiz dört odalıydı. Ortada büyük bir hayat vardı. “Hayat” demek hanay evlerde odaların kapılarının açıldığı ortak salon demektir. Evimizin bir odasında dedem Gacaroğlu Mehmet Kemal Yalçın ile Hörü ninem kalıyordu. “Dip oda” dediğimiz bir mutfağımız vardı. Biz çocuklar bir odada kalıyorduk. Annem ile babamın bir yatak odaları vardı. Ben altı kardeşin en küçüğü idim. Bana dedemin adı “Kemal” verilmişti. Dedem beni çok severdi.

 

Dedem Honaz’dan İstanbul’a Süleymaniye Medresesi’ne okumaya giden ilk gençlerdenmiş. 1914 yılında mülâzım-i sani, yani teğmen olarak askere almışlar. Çanakkale’de mülâzım-i sani olarak savaşmış. Dedem İstanbul görmüş, medrese okumuş bir insan olduğu için, herkes dedeme “Kemal Efendi!” diye hitap ederdi.

Dedem bazen beni kucağına, bazen yanı başına oturtur, uzun uzun Çanakkale  savaşını, Allühüekber dağlarına 700 askerle çıkıp 17 askerle dağdan indiklerini, askerlerin “Aman efendim ölüyom!” diye diye ölüp gittiğini ağlayarak bana anlatırdı.

Kemal Yalçın ile Gacaroğlu Mehmet Kemal Yalçın, Honaz, 1969, Foto: İsmet Yalçın

Çanakkale’de yaralanmış, yarasına kurt atmış, ölmemiş. Kaval kemiğine saplanan kurşun derinin altında dururdu. Bir kurşun da sol kulağının üst tarafında duruyordu. Korkarak dokunurdum bu kurşunlara.

Dedem Allahüekber dağlarından inmiş, Kuvâyi Milliyeye girmiş, Demirci Mehmet Efe’nin kızanı olarak Aydın yakınındaki Köşk Cephesinde gönüllü savaşa katılmıştı.

 

Sonra gönüllü olarak Afyon Cephesinde savaşa katılmış, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın emir eri olmuş. Açlığı, sefaleti yaşamış, beygir dışkılarının içindeki arpaları ayıklayıp yemiş.

Trikopis esir alındığında İsmet Paşa’nın yanındaymış. İsmet Paşa, dedeme Trikopis’ın kılıcını, mavzerini ve portatif karyolasını vermiş. Ben Trikopis’in kılıcını ve mavzerini gördüm. Belli zamanlarda dedemle birlikte kılıcı ve silahı temizlerdik.

Dedem yaşadıklarını hep bana anlatırdı. İsmet Paşa’yı Mustafa Kemal’den daha çok severdi. İsmet Paşa’ya “Sağır İsmet!” diyenlere, Mustafa Kemal’e dil uzatanlara çok kızardı.

Seferberlik türkülerini, Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni türküsünü, Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak türküsünü bahçede çalışırken birlikte söylerdik.

Dedeme “Koca Kemal”, bana “Güççük Kemal,” sülalemize de “Kemaller” derlerdi. Dedem bazen Ayşe Ablama, Münevver Ablama da seferberlikte yaşadıklarını anlatırdı. Çocukluk yaşlarımızda dedemden duyduklarımız bana ve ablalarıma sanki korkunç bir masal gibi gelirdi.

Dedem bana ve ablalarıma sadece geçmişin olaylarını, acılarını değil o günlerin gerçeklerini de anlatırdı. Karnelerimizi önce dedemize gösterirdik. Bizi ödüllendirir, daha çok çalışmaya teşvik ederdi.

Ortaokul tarih dersi öğretmeni Yusuf Cibaroğlu Kurtuluş Savaşı ünitesini işlerken öğrencilerini dedemin yanına getirirdi. Dedem öğrencilerin sorularını cevaplandırır, savaş anılarını anlatırdı.

Honaz 5-6 bin nüfuslu bir nahiye idi. Elektrik yoktu. Geceleri misafirliğe giderken çıra yakardık. Gemici fenerinde yakacak gaz yağı pahalıydı. Üç numara gaz lambalarını sadece ödevlerimizi yaparken kullanırdık. Annem gaz yağını tasarruflu kullanmak için bize “fitilini çok açmayın,” derdi. Bir de kandilimiz vardı. Ahıra hayvanlarımızı yemlemek için gittiğimizde kullanırdık. Samanlıkta, ahırda çıra kullanılmazdı.

Tarih ve sosyal bilgiler ödevlerimizi Büyük Ablamız Müşerref, Matematik ödevlerimizi İsmet Ağabeyim kontrol ederdi. Bana çocuk öykülerini Münevver ablam okur, anlatır, tiyatro gibi öyküleri canlandırır, beni ağlatır, sonra “Ağlama Abacığım, ağlama! Hikâye bu hikâye!” derdi. Altı kardeşin en zekisi Müşerref Ablamdı. Annem beni Ayşe abamın sırtına bağlardı. Sek sek oyunu oynarken, ben de Ayşe Ablamın sırtında ablamla birlikte zıplardık. Ayşe Ablam benim ikinci annemdi.

Babam Ramazan Yalçın dedemin tek evladıydı. Bir yere gideceği zaman babasına haber verirdi. Yaz aylarında tarladan, bahçeden geldiğimizde babam o gün neler yaptıklarımızı dedeme tek tek anlatırdı.

Yalçın ailesi: Ayaktakiler: Ali İhsan Yalçın, Pembe Yalçın, Ayşe Yalçın, Müşerref Yalçın, oturanlar: Hörü Yalçın, Kemal Yalçın, Mürüvvet Yalçın, Ramazan Yalçın, Münevver Yalçın, Honaz, 1961, Foto: İsmet Yalçın

Ailemizde önemli kararları Kemal Dedem verirdi.

Kemal Dedem torunlarının okul işlerinden sorumluydu. Nerede okuyacağımıza, hangi okula gideceğimize dedem karar verirdi. İsmet Ağabeyim Parasız yatılı Isparta Gönen İlköğretmen Okulu yazılı sınavını kazandı sözlü sınavı kazanamadı. Çok üzülmüştü. Öğretmen olmayı çok istiyordu, bir sınav onun hayatının yönünü değiştirdi, ayakkabıcı oldu.

Sıra Ayşe Ablama geldi. İlkokulu bitirdiği yıl Honaz’a ortaokul yapılmıştı, ama eğitime başlamamıştı. Bunun üzerine Kemal Dedem babama, “Buradaki ortaokulun ne zaman açılacağı belli değil, Aşanım’ı Denizli’de okut!” demiş. Babam da bu düşünceyi kabul etmiş. Fakat işlerin çokluğundan Ayşe Ablamı kayıt ettirmek için kendisi götürememiş. “Kızım diplomanı, nüfus cüzdanını, şu parayı da al, “Yetişen” otobüsüne bin, Denizli’ye Mahinur teyzenlere git. Seni Kız Ortaokulu’na yazdırıversinler,” demiş.

Ramazan Yalçın ile Mürüvvet Yalçın, Almanya, Herford, 1994, Foto: Kemal Yalçın

Ayşe Yalçın bundan sonraki hayatını kendisi anlatıyor

Babamın dediklerini yaptım. “Yetişen” ile Denizli’ye gittim. O zamanlarda Denizli’de belediye otobüsü yok, dolmuş yok, taksi yok. Şehir içi ulaşım faytonlarla yapılıyordu. Tek başıma faytona binmeye korktum. Yürüyerek, Denizli Lisesi’nin yanından, darı tarlalarının kenarlarından geçerek Mahinur teyzemlerin evine vardım. “Hoş geldin!” konuşmasından sonra “Babamın annemin selamı var, beni kız ortaokuluna yazdırıvereceksiniz,” dedim.

Denizli Lisesi’nde okuyan Faruk Ağabey “Gel bakalım, beraber gidelim, seni okula yazdıralım,” dedi.

Denizli Kız Meslek Lisesi’ne gittik. Kaydımı yaptırdık. Fakat Faruk Ağabey’in yaşı küçük olduğundan veli olarak kabul etmediler. “Velin sonra gelsin,” dediler.

Honaz’a döndüm. Okula kaydolduğumu, fakat veli istediklerini söyledim. Babam “Kızım tam iş güç zamanı, ben Denizli’ye gelemem. Daha önce burada öğretmenlik yapmış olan Halil Kiper Denizli’de yaşıyor. Onun iki kızı da senin kaydolduğun okulda okuyorlarmış. Sen o kızları bul. İmzalaması gereken belgeleri o kızlara ver. Babalarına imzalatıp getiriversinler,” dedi.

Dediğini yaptım. Üç yıl böyle devam etti, bir kez bile velimin yüzünü görmedim. Babam da üç yıl içinde bir kez bile okulumuza gelmedi, benim nerede okuduğumu, nerede kaldığımı sormadı. Tarla bahçe işleri o kadar çoktu ki, bana ayıracak zamanı yoktu.

Ayşe Yalçın, Denizli Kız Meslek Lisesi Ortaokulu, 1962

Üç yapraklı gümüş iğne

Birinci dönem sonuydu. Ben sınıfta oturuyordum. Nöbetçi öğrenci sınıfımıza geldi. “Ayşe Yalçın, Müdür Hanım seni çağırıyor, konferans salonuna gidiniz!” dedi. Korktum! Acaba bir suç mu işledim? Neden beni çağırıyor? Kafamda sorular şimşek gibi çakıyordu.

Konferans salonuna vardım. Veliler solonun duvar diplerine dizilmiş sandalyelerde oturuyorlardı. Öğrenciler salonun arka kısmında toplanmışlardı.

Kalbim küt küt atmaya başladı. Müdür Hanım’ın yanına vardım. “Öğretmenim beni çağırmışsınız,” dedim.

“Ayşe Yalçın sen misin?”

“Evet öğretmenim.”

“Kızım sen şimdi arkadaşlarının yanına git, biraz sonra seni çağıracağım.”

Dediğini yaptım. Arkada oturan öğrencilerin yanına gidip oturdum.

Bir süre sonra Müdür Hanım beni çağırdı, salonun ortasındaki masanın başında oturuyordu, yanında iki öğretmen daha vardı.

Masanın üzerine okulun simgesi olan üç yapraklı gümüş iğneler sıralanmıştı. Müdür Hanım “Kızım senin annen baban gelmediler mi?” diye sordu. “Öğretmenim bu toplantıdan benim haberim yoktu. Olsa bile Honaz’da bahçede çalıştıklarından gelemezlerdi,” dedim.

“Tamam kızım ben seni hem kendim, hem de annen baban yerine kutlar, başarılar dilerim,” diyerek gümüş iğnelerden birini yakama taktı ve yanaklarımdan  öptü.

“Yarın bir fotoğrafını müdür yardımcısına götür, iftar listesine senin de resmin asılacak,” dedi.

Ben bu toplanın amacını o zaman öğrendim. Her sınıfın en başarılı öğrencilerine törenle üç yapraklı gümüş iğne takılıyordu ve bu iğneler yıl sonuna kadar öğrencinin yakasında kalıyordu. Ben de üç yıl boyunca yakama üç yapraklı gümüş iğne taktım. Adım da daima “iftar listesi”nde asılı kaldı.

Meral Öğretmen

Üç yapraklı gümüş gonca ödülünü aldıktan bir ay kadar sonra olacak. Denizli’de havalar iyice soğumuştu. Bir gün dikiş öğretmenimiz Meral Hanım beni yanına çağırdı.

“Kızım sen nerede kalıyorsun?” diye sordu.

“Kayalık camisinin karşısındaki yurtta kalıyorum,” cevabını verdim.

“Kızım senin başka kazağın, ceketin, manton yok mu?

“Yok öğretmenim!”

“Kızım sen bunun içinde üşürsün, hasta olursun. İkimizin boyu birbirine yakın. Benim bir yağmurluğum var. Kabul edersen sana vereyim. Karlı yağmurlu havalarda giyersin!”

“Teşekkür ederim öğretmenim!”

Meral öğretmen ertesi günü yağmurluğunu getirdi bana verdi. Okula gelip giderken giymeye başladım. Artık üşümüyordum. Meral öğretmen benim derslerime girmiyordu. Buna rağmen benimle ilgileniyordu.

Yağmurluğunu bana verdikten sonra iki ay kadar geçmişti. Gene soğuk bir gündü. Koridorda karşılaştık.

“Ayşe nasılsın?” diye sordu.

“Teşekkür ederim öğretmenim, iyiyim.”

“Ayşe sana bir önerim var. Sen kendine bir mantoluk kumaş al. Birlikte  sana göre dikelim. Böylece dikiş dikmesini de öğrenirsin.”

“Teşekkür ederim öğretmenim.”

Babama söyledim. Babam öğretmenimizin önerisini kabul etti, para verdi. Koyu lacivert renkli paltoluk kumaş aldım. Meral öğretmen ölçülerime göre kesti. Üzerimde provamı yaptı. Teyellemesi öğretti. Makinaya çek, iç dikişlerini temizle, sürfilesini yap, bana getir. Ben senin etek ve kol boylarının ölçülerini alıvereyim,” dedi. İlik yerlerini işaretledi.

Dediklerini yaptım, öğretmenime götürdüm. Giydirdi, etek ve kol boylarımın ölçülerini aldı. İliklerini açtım, uygun renk ve büyüklükteki düğmelerini diktim. Etek boyu ve kol ağızlarını katladım, teyelledim. Öğretmenime götürdüm. Giydirdi, inceledi “Aferin Ayşe! Çok güzel oldu. Başardın, güle güle giy!” dedi. Teşekkür ettim, yanından ayrıldım.

Böylece hayatımda ilk kez bir mantoya sahip oldum, hem de manto dikmesini öğrenmiş oldum.

Ayşe Yalçın, Ege Üniversitesi Tabii Bilimler Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisi, İzmir, 1968

Bu kız öğretmen olabilir

1960’lı yıllarda okullarda en başarılı öğrenciler öğretmenler kurulu tarafından seçilerek “Parasız yatılı öğretmen okulları giriş sınavlarına katılabilir,” belgesi veriliyordu. Bana da bu belgeyi verdiler. Yazılı sınava katıldım ve kazandım.  Ben Denizli Öğretmen Okulu’nda okuyacağımı sanıyordum. Fakat yazılı sınavı kazanan öğrencileri sözlü sınav için Nevşehir Kız Öğretmen Okulu’na çağırdılar. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı öğrenciler arasında bölge değişikliği yapmaya karar vermiş. Bu karar doğrultusunda Denizli Kız Öğretmen Okulu yazılı sınavını kazanmış 30 öğrenciyi yeni açılmış olan Nevşehir Kız Öğretmen Okulu’na göndermiş.

Sözlü sınava katılmak için Nevşehir’e gidecek öğrenci ve velilerle garajda Nevşehir otobüsünü ararken birbirimizle tanıştık. Veliler nasıl gideceğimizi konuştular. Babam, “Bir otobüs kiralayalım, hep birlikte doğrudan Nevşehir’e gidelim,” önerisinde bulundu. Bu öneri kabul edildi. Bir otobüs kiraladılar. Babam ve birkaç veli bizimle geldi. Uzun bir yolculuktan sonra Nevşehir Öğretmen Okulu’na ulaştık.

Ertesi gün sözlü sınavına katıldık. Hepimiz kazandık. Velilerimiz geri döndü. Bizler de derslere başladık.

Okul idaresi önce ayakkabı, etek, gömlek ve şapka ölçülerimizi aldı. Beykoz Ayakkabı Fabrikası’na ve Hereke Kumaş Fabrikası’na sipariş verdi. Bir süre sonra ayakkabılarımız geldi. Eteklik ve gömleklik kumaşlarımız dağıtıldı. Ev ekonomisi dersinde etek ve gömleklerimizi diktik. Şapkalarımız dışarıdaki bir şapkacıya yaptırıldı.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramında ayakkabılarımızı, şapkalarımızı, kendi diktiğimiz etek ve gömleklerimizi giyerek bayrama katıldık, resmi geçitten geçtik.

Daha sonra okul idaresi, içinde 10 yumak yün olan birer paket dağıttı. Ev ekonomisi dersinde bu yünlerle ceket ve kazak örmesini öğrendik. Kendi ördüğümüz kazak ve ceketlerimizi giydik.

Bu kız Yüksek Öğretmen Okulu’na gidebilir

1960’lı yıllarda parasız yatılı ilköğretmen okulu öğrencilerinin üniversiteye gitme hakları yoktu. Öğretmen okulu diploması, lise diplomasına eşit değildi. Üniversiteye gitmek isteyen öğrencilerin tek şansı yüksek öğretmen okulunda okuma hakkını kazanmaktı.

Öğretmenler kurulu, öğretmen okulu 1. ve 2. sınıflarda not ortalaması  “Pekiyi” olan öğrencileri Yüksek Öğretmen Okulu’na seçmişti. Ben de Yüksek Öğretmen Okulu Fen Bölümü’nde okuma hakkını elde etmiştim O yıllarda Türkiye’de Ankara, İzmir ve İstanbul’da olmak üzere sadece üç Yüksek Öğretmen Okulu vardı. Edebiyat Bölümü sadece Ankara ve İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda bulunuyordu.

Nevşehir Öğretmen Okulu’ndan toplam yedi öğrenci İzmir Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfına seçilmiştik.  Yedi öğrenciden biri de bendim.

Ayşe Yalçın arkadaşlarıyla Botanik dersinde İzmir dağlarında bitki toplarken, 1969

Kızım zaman sana uymaz, sen zamana uyacaksın!

Hazırlık sınıfını bitirdim. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Tabii Bilimler Bölümü’nde okuma hakkını elde ettim. Babam üniversiteye gideceğim için çok mutluydu. Fakat üniversiteye gidebilmem için büyük babamdan,  Kemal Dedemden izin almam gerekiyordu. Babam “Kızım dedene kendin söyle!” dedi. Dedemin odasına girdim, saygıyla önünde diz çöktüm.

“Dedeciğim, ben öğretmen okulunu bitirdim. Ege Üniversitesi’ni kazandım. Üniversitede okumak istiyorum. Bana izin verir misin?”

Çakır gözleriyle yüzüme baktı. Göz göre geldik. Yüzü aksakalıyla aydınlanmıştı.

“Güzel kızım! Zaman sana uymaz, sen zamana uyacaksın! Şimdi okuma zamanıdır! Honaz’dan üniversiteye ilk giden üç kızdan biri sen olacaksın! Senden sonra okuyacak kızlara örnek ol! Yolun aydınlık, zihnin açık, Allah yardımcın olsun!”

İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve Ege Üniversitesi’nde bilim sevgisini öğrendim

Yurtseverliği, vatan ve cumhuriyet sevgisini dedemden öğrenmiştim. Dedemin “Zaman sana uymaz, sen zamana uyacaksın! Şimdi okuma zamanıdır!” sözü benim hayat felsefem oldu. Daima değişen zamana uymaya çalıştım.

Dedemden izin aldıktan sonra üniversiteye başladım. Yüksek Öğretmen Okulu’nda meslek derslerini görüyor, üniversitede bilim öğreniyorduk. İzmir Yüksek Öğretmen Okulu ve Ege Üniversitesi hayatımda yeni ufuklar açtı. Bana bilimsel araştırma ve düşünme yöntemlerini kazandırdı.

Ege Üniversitesi’nde profesörlerimizden bazıları 1933-1945 döneminde Nazilerden kaçarak Türkiye’ye sığınmış olan Alman bilim insanları ya da onların yetiştirmiş olduğu Türk bilim insanlarıydı. Hepsi de kendi alanlarında saygınlık kazanmış bilim insanlarıydı. Üniversiteye her gün yeni bir bilgi öğrenmek için heyecanla gidiyordum.

Ayşe Yalçın Çeşmealtı sahillerinde Zooloji dersinde deniz canlıları toplarken. 1967

Biyoloji öğretmeni Ayşe Yalçın

Yüksek Öğretmen Okulu’nu ve Ege Üniversitesi’ni 1969 yılı eylül döneminde bitirdim. O yıllarda Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitiren genç öğretmenlerin atamaları Ankara’da kura usulüne göre yapılıyordu. Ben kurada Tokat Gaziosman Paşa Lisesi’ni çekmiştim. Kura çeken öğretmenlerin hepsi Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na depo tayini yapıldı. İlk maaşımızı Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’ndan aldık. Çok iyi hatırlıyorum ilk maşım yol parasıyla birlikte 488 lira idi.

Tokat’ta üç buçuk yıl kaldıktan sonra Bursa Kız İlköğretmen Okulu’na Şubat 1973’te tayin oldum. 1974 yılında sınavı kazanarak Bursa Eğitim Enstitüsü Biyoloji Öğretmenliğine atandım. 1979 Eylül ayında kendi isteğimle ayrıldım, Bursa Ticaret Lisesi’ne geçtim. 1980 yılı Mayıs ayında Denizli Milli Eğitim Müdürlüğüne depo tayini olarak atandım. 12 Eylül 1980’den sonra Denizli Cumhuriyet Lisesi’ne atandım. Sırayla Cumhuriyet Lisesi, Denizli Lisesi ve Denizli Anadolu Lisesi’nde biyoloji öğretmeni olarak çalıştım.

1992 yılı Ekim ayında 23 yılımı doldurarak emekli oldum. On yıl özel dersanelerde çalıştım. Dersanelerde çalışırken evimde özel dersler de verdim. Birçok öğrencim biyoloji sorularını tam cevaplayarak tıp fakültelerine girdi.

Toplam 33 yıl biyoloji öğretmenliği yaptıktan sonra 2001 yılında öğretmenliği bıraktım. Bu arada iki oğlumu büyüttüm, okuttum, işlerini ve ailelerini kurmalarına yardımcı oldum.

Biyoloji öğretmeni Ayşe Yalçın Tokat Gaziosmanpaşa Lisesi’nde öğrencileri Nihal ve Hayriye ile birlikte, 1970

İlk kişisel resim sergimi 20 Ekim 2017’de Denizli’de açtım

Öğretmen okullarında resim iş derslerine çok önem veriliyordu. Resim tekniklerini bu derslerde öğrenmiştim. Emekli olduktan sonra Denizli’de resim kurslarına başladım. Yağlı boya resim tekniklerini öğrendim. Biyoloji öğretmeni olduğum için kuşlar, balıklar, hücreler resimlerimin ana konusu oldu. Doğa resimleri, iklim değişiklikleri ve sonuçları son yıllarda yaptığım resimlerin ana konusu haline geldi.

İlk kişisel resim sergimi 20 Ekim 2017’de Denizli’de açtım. 5 Ekim 2018’de beş arkadaş ve yedi yaşındaki torunum Ekin Canpolat’la beraber Denizli’de karma resim sergisi açtık. Ayrıca Denizli’de ve Almanya’nın Bochum şehrinde karma resim sergilerine de katıldım. Zamanla resim yapmak hayatımın bir parçası haline geldi. Emeklilik yıllarımda zamanımı resim yaparak ve bol bol okuyarak değerlendiriyorum.

Çok çalıştım. Herkese yardımcı olmaya çalıştım. Beni yetiştiren sevgili, değerli, yetenekli öğretmenlerime çok teşekkür ediyorum.

Yaşım 75 oldu. Geriye dönüp baktığımda hayatımı rüzgârlara vermediğimi görüyor ve mutlu oluyorum. Toplam yedi yıl parasız yatılı okudum. Ödedikleri vergilerle beni ve benim gibi çocukların okumalarını sağlamış olan Türkiye Cumhuriyetinin sevgili vatandaşlarına saygı, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum. 33 yıllık öğretmenlik ve bugüne kadar yaptığım çalışmalarla beni okutanlara karşı vefa borcumu bir nebze ödemiş olmanın huzuru ve mutluluğu içindeyim.

Denizli, 4 Şubat 2022, Ayşe Yalçın Canpolat