EdebiyatKitap Tanıtımı

Dr. ERTEKİN ÖZCAN: Şair, politikacı, araştırmacı, mücadeleci bir insan

Dr. ERTEKİN ÖZCAN Almanya’daki göçmenlik hayatının unutulmaz isimlerinden, şair, politikacı, araştırmacı, mücadeleci bir insandır. 1946’da Erzincan’ın Çayırlı ilçesine bağlı, eski adı “Piriz” olan, Çaykent köyünde doğdu. Haydarpaşa Lisesi’ni 1965’te bitirdi. Yüksek öğrenimini 1970’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. İlk şiir kitabı, “Tükenişin Türküsü” adıyla 1970’te, İstanbul’da yayınlandı.

ERTEKİN ÖZCAN üniversite yıllarında

 

Doktora yapmak amacıyla 25 Ekim 1973’te Berlin’e gelinceye değin avukatlık stajı yaptı ve avukat olarak çalıştı. Hür Berlin Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Siyasi mücadeleye İstanbul Üniversitesi ve Hür Berlin Üniversitesi yıllarında devam etti.

İlk çalıştığı dernek 1974’te Berlin Kreuzberg’teki “Türk İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”dir.

1975’te “HDB -Türkiye Halkçı Devrimci Birliği Batı-Berlin”’in çalışmalarına katıldı.

1976-1977 yılları arasında sosyal demokrat eğilimli “HDF -Türkiye Halkçı Devrimci Federasyonu-Avrupa”nın kuruluş çalışmalarına aktif olarak katıldı.

1977’den 1979’un Kasımına kadar HDF’nin Kurucu Genel Başkanı olarak görev yaptı.

24-26 Mart 1978’de, HDF yöneticisi arkadaşları ile Frankfurt’ta, Avrupa çapında, “Eğitim ve Emeklilik Kurultayı” düzenledi.

1978’de evlendi.

23 Kasım 1985’te, altmış kadar velinin katılımı ile “Berlin Türk Veliler Birliği” kuruldu. 1988 yılına değin bu örgüte başkanlık yaptı.

1985 yılında, “Emek Göçmenleri” adlı şiir kitabını yayınladı.

1988 yılında Hür Berlin Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne sunduğu “Federal Almanya’da Türk Toplumu ve Göçmen Örgütlerinin Gelişimi” konulu teziyle “ekonomi ve sosyal bilimler” doktoru oldu.

1989’da 384 sayfadan oluşan bu bilimsel araştırma “Türkische Immigrantenorganisationen in Deutschland adıyla Berlin’de HİTİT VERLAG tarafından yayınlandı.

1989’da Yeni Yabancılar Yasa Tasarısı tartışılırken, bu yasaya karşı 30’yakın derneğin oluşturduğu YABANCILAR YASASINA KARŞI BERLİNLİ TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU”NUN kurulmasına katkıda bulunarak 3 sözcüsünden biri oldu.

16 Şubat 1990’da Yabancılar Yasa Tasarısına Karşı İNSAN ZİNCİRİ EYLEMİ’ni ve ardından 31 Mart 1990’da 30.000 kişinin katıldığı BÜYÜK PROTESTO YÜRÜYÜŞÜ VE MİTİNGİ’NİN yapılmasına katkıda bulunarak tarihi bir konuşma yaptı.

31 Mart 1990’da 30.000 kişinin katıldığı BÜYÜK PROTESTO YÜRÜYÜŞÜ VE MİTİNGİ

1990 sonlarında “SGD -Sosyaldemokrat Göçmenler Birliği”nin kurucuları arasında yer alarak 1993’e değin başkanlık görevini sürdürdü.

1991’de ”BETB Türkiye Göçmenler Birliği -Berlin”nin kurucuları arasında yer aldı ve 1992 – 1995 yılları arasında sözcü olarak görev yaptı.

24 Mart 1994 tarihinde BETB ve “TGB -Türkiye Göçmenler Birliği- Hamburg’un çağrılarıyla diğer kent ve eyaletlerden katılan Göçmen Birlikleri ve Türk Toplum Örgütleri ile birlikte “TGDAlmanya Türk Toplumu (Türkische Gemeinde in Deutschland)”nun kuruluş toplantısına katıldı ve Kurucu Genel Başkanı seçildi. Bu görevi 2 Aralık 1995’e değin sürdürdü.

1995’te, Berlin Eyalet Parlamentosu seçiminde SPD’den millet vekili adayı oldu, partisi oy kaybettiğinden seçilemedi.

1993-1995 yılları arasında kuruluş hazırlık çalışmalarına katıldığı “FÖTED -Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu” 5 Kasım 1995’te kuruldu. 2000-2008 yılları arasında FÖTED Genel Başkanlığı yaptı ve Genel Kurulda FÖTED Onursal Genel Başkanı seçildi.

2002’de Ağla ki Sağır Kulaklar Duysun (Weine, damit dich taube Ohren hören) adlı çocuklar için ikidilli şiir kitabını Anadolu Verlag’da yayınladı.

2008’de İstanbul’da “Sular Durulacak” adlı şiir kitabını yayınladı.

2016’da otobiyografik yazı, şiir, fotoğraf ve karikatürlerden oluşan “GETEİTES LEBEN” adlı Almanca kitabını Berlin’deki “Trafo Literaturverlag”ta yayınladı.

2017’de “Berlin’de Türkçe Şiir” adlı 27 Berlin’li şairin şiirlerinin yer aldığı antolojiyi hazırlayarak yayınladı.

2018’de “Buruk Mutluluk” – “Verbitertes Glück” adlı 13 şairin şiirlerinin yer aldığı ikidilli antolojiyi hazırlayarak yayınladı.

Bunların dışında Özcan’ın çeşitli Almanca ve Türkçe ansiklopedi, gazete ve dergilerde 150’nin üzerinde araştırma ve makaleleri yayınlandı.

Dr. Ertekin Özcan Türkiye ve Almanya’da 60 yıldan beri daha iyi bir dünya, daha özgür, daha demokratik bir toplum ve eşit hak ve uygulamalar için mücadele verdi, vermeye devam ediyor.

Bu başarılara nasıl ulaştığını sordum. “Eşimin ve yol arkadaşlarımın destekleriyle” cevabını verdi.

Nasıl evlendiğini şöyle anlattı:

“28 Mart 1974 günü, pasaport işlemleri için Berlin Yabancılar Polisi’ne gitmiştim. Bekleme odasında işlemlerin bitmesini beklerken bir bayan gördüm. Allah Allah! Bu ne güzellik böyle! Cin mi peri mi? Bir insan bu kadar güzel olabilir mi? “Bu ne güzellik böyle!” dedim içimden. Elindeki pasaportu açmıştı. Göz ucuyla baktım. Adı: Işıl. Soyadı: Gündüz. Doğum yeri: Bursa. Ne güzel bir ad böyle! Yandan boylu boyunca bir göz attım. Ilıman bir bahar esintisi kalbimden aşağılara doğru esiverdi. Adı da soyadı da tam uymuştu bu insan güzelliğine. Yüzü, gündüz gibi aydınlık; gözleri masmavi gökyüzü gibi ışıl ışıldı. Kalbim yerinde duramaz oldu. “Konuş, konuş!” dedi. Kalbimin sözünü tuttum:

“Merhaba, Bursalı mısınız?” dedim.

“Merhaba, Bursalıyım, ama aslımız Trakya’dan!” dedi.

Soruş o soruş; deyiş o deyiş… Kalbimiz kilitlendi birbirine. 1978’de evlendik. İki kızımız oldu. Büyüğünün adını “Gönenç”, küçüğünün adını “Süreç” koyduk.”

“Ertekin Özcan mutlu musun?” dedim:

Cevabı kısa ve netti:

“Vicdanen mutluyum. Kendi kuşağımın görevlerini bir aydın sorumluluğu içerisinde yapmaya çalıştım; hâlâ da bu mücadeleye devam ediyorum. Eğer bir daha dünyaya gelecek olsam, aynı yerden başlardım.

Ben hep Çaykent köylülerinin, ailemin, anamın, babamın, kardeşlerimin içinde bulundukları koşullardan yola çıkarak sosyal, ekonomik, eğitsel ve siyasal bakımdan zayıf olan insanların diğer insanlarla eşit koşullara kavuşmaları için uğraş verdim. Olanaksızlıktan lise ve yüksek öğrenim görmeyen ağabeylerimin, ablamın, kardeşimin ve tüm insanların acısını yüreğimde duydum. Eğitim olanakları, burada, Türkiye’ye göre daha çok.  Ama bu olanaklar bile yeterli değil. Daha iyi, daha eşitlikçi, daha özgür, daha bilimsel bir eğitim için; daha bilimsel bir Türkçe Anadili Eğitimi için mücadele sabırla, bilinçle aralıksız olarak sürdürülmelidir. Türkçe Anadili Eğitiminin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması yolunda benim de bir katkım olmuşsa, ne mutlu bana.”

Sevgili Dr. Ertekin Özcan 48 yıldan beri Almanya’da sağlıklı, özgürce bir toplumsal uyum, daha iyi bir eğitim, daha iyi bir Türkçe Anadili Eğitimi uğruna verdiğiniz mücadele nedeniyle sizi ve mücadele arkadaşlarınızı candan kutluyorum. Yeni nesiller, sizin barışçı, bilinçli, bilimsel mücadelenizi unutmayacak, size şükranlarını sunacaklardır. İçinizdeki güneş hep sıcak; mavilik hep lekesiz kalsın!

Dr. Ertekin Özcan Almanya’daki Anadili eğitiminin ve Türkçe Anadili Derslerinin gelişimi için çok emek verdi. Bu konudaki çalışmalarını “Almanya’daki Türkçe Anadili Eğitimi ve Anadili’ne Emek Verenler” adlı 2003 yılında yayınladığım kitabımda anlattım.

Türkiye’den Almanya’ya göçün 60. Yılı vesilesiyle Dr. Ertekin Özcan ile yaptığım uzun ve tarihi söyleşiyi burada aynen yayınlıyorum.

Bochum, 27 Ekim 2021, Kemal Yalçın

 

Dr. ERTEKİN ÖZCAN İLE SÖYLEŞİ

Kemal Yalçın: Sevgili Ertekin Özcan, kendinizi tanıtır mısınız?

Dr. Ertekin Özcan: 1946’da Erzincan’ın Çayırlı ilçesine bağlı, eski adıyla Piriz, yeni adıyla Çaykent köyünde doğdum. İlkokulu doğduğum köyde (1957), Orta okulu ailemle birlikte taşındığımız Üsküdar’da Altunizade Ortaokulu’nda (1960), Liseyi Hadarpaşa Lisesi’nde okudum (1965) ve bitirdim. 1965 yılında başladığım İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimimi 68 kuşağının yaptığı protesto yürüyüş ve mitinglerine de katılarak yaşadım ve 1970 yılında bitirdim. Avukatlık stajımı ve askerliği yaptıktan sonra Berlin’e gelinceye kadar avukat olarak çalıştım.

Almanya maceranız nasıl ve ne zaman başladı?

Staj yaptığım ve daha sonra avukat olarak çalıştığım süre içinde adliye kaleminde davacının açtığı bir dava dosyasındaki dilekçeyi görmek veya dava açma dilekçesini verdiğim sırada, dava dilekçesinin arasına 5 TL ekleyerek vermek beni Avukatlık mesleğine karşı soğuttu. Yargılamada gerçeklerin ortaya çıkması ve idealist bir hukukçu olarak öğrenimini gördüğüm mesleğe devam edemeyeceğimi anladım.  Sosyal Hukuk alanında doktora yapmak için Almanya’ya gelmeye karar verdim.

25 Ekim 1973 tarihinde İstanbul’dan uçakla Frankfurt’a, oradan da trrenle Batı Berlin’e geldim.

Berlin’in Bahnhof Zoo İstasyonu’nda Almanya’ya doktora öğrencisi olarak bana “garanti belgesi” vererek gelmemi sağlayan kuzenim Hüseyin Sağdıç beni karşıladı. Onunla altı aydan fazla bir süre aynı odayı paylaştık. Hüseyin, daha Berlin’e gelmeden önce beni, Almanca öğrenmem için Goethe Enstitüsü’ne kaydetmişti. Dört ay Almanca öğrendikten sonra, Berlin Özgür Üniversitesi’ne (FU Berlin) bağlı Hukuk Fakültesi’ne kaydoldum. Bir yıl da Üniversite’nin yabancı öğrenciler için sunduğu Almanca kurslarına devam ettim. Amacım “Almanya’da Çalışan Türk İşçilerinin Sosyal Güvenlik Hukuku ve İkili Antlaşmalar Açısından Durumları” konusunda doktora yapmak ve ardından da Türkiye’ye geri dönmekti.

O yıllarda emekten, özgürlükten yana esiyordu rüzgarlar dünyanın her yerinde.  Kendimi İstanbul Üniversitesi’nde olduğu gibi Berlin Özgür Üniversitesi’nde de siyasal örgütlemelerin içinde buldum. Daha güzel, daha insanca, özgürce ve sömürünün olmadığı bir dünyada yaşayabilmekti özlemimiz.

Almanya’da neler yaptınız? Türkiye’de kalsanız nasıl olurdu?

1974 yılının ortalarından itibaren yarıyıl tatillerinde önce bir plastik fabrikasında işçi, daha sonra Kreuzberg İlçe Belediyesi’ne bağlı bir gençlik evinde gençlik sosyal danışmanı, çeşitli halk yüksek okullarında öğretmen (doçent), şimdiki adı “Alice Salomon Hochschule Berlin” olan FHSS Berlin, Berlin Özgür Üniversitesi’nde (FU Berlin) öğretim görevlisi ve proje yöneticisi olarak çalıştım. 1980-84 yılları arasında Tiergarten Halk Yüksek Okulu’nda, Türkiye’den yeni gelen 16-18 yaşları arasındaki “Gençlerin Mesleğe Hazırlamaları ve Topluma uyum sağlamalarını” öngören (kısa adı MBSE) kurslarda Almanca ve sosyal bilgiler öğretmeni ve sosyal danışman olarak çalıştım. 1985-86 yıllarında “Arbeitskreis Neue Erziehung” adlı eğitim kuruluşundaki “Türk Velilerini Çocuk Eğitimine Yönlendirme” projesinde bilimsel araştırmacı ve proje yöneticisi oldum. 1981 de başlayan bu projede Türk anne ve babalara yönelik Türkçe ve Almanca yayınlanan 5 Türkçe kitap ve kasetten son ikisinin hazırlanmasına katkıda bulundum.

Türk velilerine ücretsiz gönderdiğimiz bu kitapların velilerinin bir bölümü tarafından yeterli ölçüde okunmadığını saptayınca, velileri harekete geçirecek, haklarını kendilerinin arayabilecekleri yeteneklere erişebilmeleri ve çocuklarına doğrudan yardımcı olabilmeleri için bir Türk Veli Girişimi kurmaya karar verdik.

23 Kasım 1985’te 60 civarında velinin katılımı ile “Berlin-Brandenburg Türk Veliler Birliği”ni kurduk. 1985-1988 yılları arasında bu derneğin kurucu başkanlığını yaptım.  1988-1990 yılları arasında Berlin-Bradenburg Türk Veliler Birliği’nde önce bilimsel araştırmacı, 1991 den 2006 yılına değin genel sekreter ve “Türk Veli ve Öğrencileri için Danışma İletişim ve Buluşma Merkezi” projesinin yöneticisi olarak çalıştım.

Türkiye’de kalsaydım büyük olasılıkla, profeyonel olarak yapağım işin yanında yine toplumsal, yazınsal ve siyasal çalışmaların içinde olurdum.

Peki Federal Almanya’da başka hangi Toplumsal ve siyasal çalışmalarda bulundunuz?

Berlin’de ilk gönüllü çalıştığım dernek, 1974 yılında üyesi olduğum Kreuzberg’teki “Türkiye İşçi Yardımlaşma Derneği” oldu. Türkiye Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu TDF’in üyesi olan bu derneği üye kaybı nedeniyle yaşatamadık. Daha sonra sosyal demokrat eğilimli, kısa adı HDB olan “Türkiye Halkçı Devrimci Birliği-Batı-Berlin”in çalışmalarına katılarak Yönetim Kurulunda görev aldım. Katılış o katılış…

Sonra kısa adı HDF olan Avrupa’daki sosyal demokrat Türkiye kökenlilerin üst örgütü “Türkiye Halkçı Devrimci Federasyonu-Avrupa”nın 1976’da başlayan kuruluş çalışmalarına aktif olarak katıldım. 1977-1979 yılları arasında HDF’nin Kurucu Genel Başkanı olarak görev yaptım.

HDF’nin 24-26 Mart 1978 tarihleri arasında Frankfurt’ta düzenlemiş olduğu “EĞİTİM VE EMEKLİLİK KURULTAYI”NIN ağırlıklı konusunu “Avrupa’daki Türk Çocuklarının Eğitim Sorunları” oluşturmuştu. Bu kurultayda Avrupa’nın dört bir yanından gelen 200 civarında temsilci, çocukların okul öncesi eğitim, okullardaki ve mesleksel eğitimdeki durum ve sorunlarını tartışarak, çözümü için istem ve önerilerinde bulundular.

Emekçilerin Türkiye’ye geri dönecekleri tezinden hareket edildiğinden, o yıllarda yapılan çalışmaların ağırlıklı noktasını Türkiye’ye yönelik siyasal çalışmalar oluşturuyordu. Fakat 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra ayağımızın altındaki toprağın giderek kaydığını hissetmeye başladık. Yapılan bilimsel araştırmaların aksine, Almanya’daki Türkiye kökenlilerin büyük bir bölümünün Türkiye’ye geri dönmeyeceği ve bu ülkede kalacağını gözlemledik. Bu nedenle yeni arayışların içine girdik.

Bu yeni arayışlardan ilki 1980-1982 yılları arasında Berlin’de “Eşit Haklar ve Toplumsal Uyuşum Çalışma Grubu” (IGI-Initiativkreis Gleichberechtigung ‘Integration’)’nun YABANCILARIN, YABANCILAR POLİTİKASINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ başlıklı çalışmalardı. Ben de bu çalışmalara katıldım. Almanya’da ilk kez göçmenler, kendi sorunları ile ilgili çok ciddi bir çalışma yaparak, istem ve önerilerini dile getirdiler.  

Yeni bir yasal çerçevenin kabul edilmesi isteminde bulunan bu grubun çalışmaları, yerleşme hakkı, çifte vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı, kültürel haklar, konut sorunu, taşınma yasağı, özellikle eğitim-öğretim ve anadili eğitimi ve de din eğitimi konusundaki durumları saptama ve çözüm için bir dizi istem ve öneriyi içeriyordu. Almanca ve Türkçe 80 sayfa olarak yayınlanan İGİ’nin istem ve önerileri, uzun yıllar Alman siyasal parti, sendikaları ve örgütlerinde göçmen sorunları ile ilgili tartışmaların temelini oluşturdu ve hâlâ da oluşturuyor.

Bu arayışlara ikinci önemli katkıyı 24-26 Mayıs 1985 ile 30 Ekim 1988 tarihleri arasında Federal Almanya düzeyinde Türkiye kökenli bilim insanlarının, yazarlarının, öğretmenlerinin, sendikacıların ve sosyal danışmanların katılımıyla Dr. Sami Özkara’nın büyük bir özveri ile öncülüğünü yaptığı ve benim de düzenli olarak katıldığım “AYDINLAR SEMİNERİ” veya EXTERTAL SEMİNERLERİ diye anılan hafta sonu seminerleri sağlamıştır. Toplam 15 seminerde yaklaşık 750 katılımcının, araştırma, bilgi ve deneyimleri ile yoğurarak yaptıkları öneri ve istemlerin sonuçları Dr. Sami ÖZKARA tarafından Almanca ve Türkçe “Federal Almanya’da Türk Göçmenler I ve II” (Türkische Migranten in der Bundesrepublik Deutschland I und II) olarak kitaplar halinde yayınlanmıştır.

Peki bu katkı sizin de içinde yer aldığınız ve desteklediğiniz Almanya’daki hangi örgütsel yapılanmalara yansımıştır? 

Yabancılar Yasasına karşı protesto eylemlerinden TBB’ye, TGD ve FÖTED’e ve “Aydınlar Semineri’nin saptadıkları öneri ve istemler “Türkiye kökenli Toplumun EŞİT HAK VE UYGULAMALARA ERİŞMESİ yönündeki Örgütlenmesinde çok önemli katkıları sağlamıştır.

Bu çalışmalar eyaletler düzeyinde Berlin’de 1983 yılında kurulan Batı Berlin Türk Topluluğu (BTT)’nun, 1985’te kurulan Berlin Türk Veliler Birliği’nin, 1986 yılında kurulan Türkiye Göçmenler Birliği -Hamburg’un, 1990 yılının başında Berlin’de 30 civarında dernek, birlik ve cami, girişim ve kuruluşun bir araya gelerek oluşturdukları “Yabancılar Yasa Tasarısına Karşı BERLİN’Lİ TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU”NUN ve daha sonra  TBB’nin kuruluşunda etkili olmuştur.

Burada özellikle 1990 yılının başında oluşumunda aktif görev aldığım Berlin’de ilk kez  değişik dünya görüşlerinden 30 civarında dernek, birlik ve cami, girişim ve kuruluşun bir araya gelerek kurdukları Yabancılar Yasa Tasarısına Karşı BERLİN’Lİ TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU”NUN yaptığı etkinliklerde söz etmek istiyorum.

BERLİN’Lİ TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU’nun genel koordinasyon sözcülerinden biri olarak düzenlediğimiz en önemli etkinliklerinden biri 16 Şubat 1990’da Yabancılar Yasa Tasarısına Karşı yaptığımız İNSAN ZİNCİRİ EYLEMİ, diğeri de  31 Mart 1990 tarihinde Berlin’de 40.000 civarında  Türk, Alman ve diğer göçmen gruplarından insanın katıldığı protesto yürüyüşü ve mitingiydi. Aynı tarihte Almanya’nın diğer metropol kentlerinde de protesto yürüyüşlerinin koordine edilerek yapılmasına katkıda bulunduk.

31 Mart 1990’da 30.000 kişinin katıldığı BÜYÜK PROTESTO YÜRÜYÜŞÜ VE MİTİNGİ

 

Berlin’nin ve Almanya’nın göçmenlik tarihinde,  Türk toplumu kendisini doğrudan ilgilendiren bir konuda ilk defa aynı gün ve saatlerde 100.000 civarında insanın katıldığı protesto gösterilerinde buluştu.

İşin en önemlisi ilk kez yapılan böyle geniş katılımlı yürüyüşte, genel koordinasyon kurulunun katılımcı derneklerin yöneticileriyle birlikte belirlemiş oldukları, pankartlar, afişler ve sloganlar taşındı. Yürüyüş barışcıl bir şekilde sona erdi. Almanya’nın dört yanında yapılan etkinlikler, protesto yürüyüş ve eylemleri sonucunda “Yabancılar Yasası”nın bir çok maddesi bizlerin lehine düzeltilerek yürürlüğe girdi.

Bu etkinliklerin ardından 1 Aralık 1991 tarihinde bugünkü adı TBB -Berlin-Brandenburg  Türkiye Toplumunu olan “Berlin Türkiye Göçmenler Birliği”ni kurulduk.   1992-1996 yılları arasında  TBB’nin sözcüsü ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptım.

1991 yılında yürürlüğe giren “Yabancılar Yasası”ndaki değişikliklerle ilk kez Çifte Vatandaşlığın kapısı aralandı ve Alman vatandaşlığına geçmek kolaylaştırıldı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık Yasası çifte vatandaşlığa izin vermiyordu. Bunun üzerine  BERLİN’Lİ TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU ve Prof. Dr. Hakkı Keskin’in başkanı olduğu TÜRKiYE GÖÇMENLER BiRLİĞİ-HAMBURG ile iki konuda YASA TEKLİFİ hazırlayarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine götürdük.

Konulardan biri Türk Vatandaşlık Kanunu’nda yapılacak bir değişiklikle çifte vatandaşlığın kabul edilmesi; diğeri de Almanya’da askerlik veya sivil hizmet (Zivildienst) yapmış olan erkek gençlerin Türkiye’de askerlikten muaf tutulmaları ile ilgiliydi.

Yasa Teklifleri İçişleri, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarını ilgilendiriyordu. Bu konularda TBMM’de grubu olan partilerin genel başkanları ve TBMM’indeki İçişleri, Dış İşleri ve Milli Savunma Komisyonları Başkanları ile görüştük. Görüştüklerimiz, tekliflerimizi çok uygun gördüklerini ve detekleyecekleri sözü verdiler.

Milli Savunma Bakanı Nevzat Ayaz gençlerin askerliği ile ilgili götürdüğümüz teklifi uygun gördüğünü  ve 1991 Yasama Dönemi içerisinde kanun olarak parlamentodan geçireceği sözünü verdi ve gerçekten de bunu başardı. Ancak Çifte Vatandaşlık konusu bakan ve  içişleri komisyonunun desteklemesine karşın İçişleri Bakanlığındaki tutucu bürokratların engellemeleri nedeniyle bir türlü yasallaşmadı. Heyetler halinde gidip gelmeler sonucunda ancak  bazı değişikliklerle 1993 yılında kabul edildi. Ve bizler bunu üzerine Almanya düzeyinde  çite vatandalığa başvuru kampanyaları başlattık. Hedefimiz 2000 yılına kadar 1.000.000 Çifte Vatandaşa ulaşmaktı.

Almanya Türk Toplumu -TGD’yi nasıl kurdunuz?

20 Mart  1994 tarihinde Hamburg’ta “Almanya Türk Toplumu”, TGD’yi kurduk. Genel başkanı olarak arkadaşlar beni seçtiler. Çifte vatandaşlık Kampanyasını Almanya düzeyinde sürdürdük. Alman yurttaşlığına geçen Türkiye kökenliler 1997 yılında yapılan genel seçimlerde oylarının çok büyük bölümünü SPD’ye ve Yeşille’e vererek SPD/Yeşiller Koalisyonunun kurulmasını sağlamış oldular.

1993 yılında Berlin-Brandenburg Türk Veliler Birliği başkanı değerli dostum Kazım Aydın ve Hamburg Türk Veliler Birliği’nin o zamanki başkanı arkadaşım Gökten Küçük ve değerli bilim adamı Dr. Sami Özkara ile Almanya’daki diğer veli dernek ve birliklerinin daha güçlü bir yapıya kavuşmaları için çalışmaları başlattık.

Üç yıla yakın devam eden hazırlık çalışmalarından sonra 1995’in sonlarında Berlin’de Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu  -FÖTED’i kurduk. Kazım Aydın,  FÖTED’in ilk genel başkan seçildi.

2000 yılından 2008’e değin FÖTED Genel Başkanlığı yaptım. Bu görevim süresince çocuklarımızın başarılarını artırmak için Eyalet Hükümetlerine öneri ve istemlerimizi  anlatmak ve uygulatmak için FÖTED olarak ATÖF, TGD  ve BTS ile birlikte  “Okul Dili Almanca, ANADİLİ TÜRKÇE” kampanyalarını da kapsayan çalışmalar yaptık.

Alman Siaysal Partileri ve Sivil Toplum Örgütlerinde çalışmak önemli mi?

Göçmen ya da kültürel azınlıkların sorunlarının bir taraftan kendi özörgütlerinin, diğer yandan da Almanya’daki siyasal partilerin, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin ortak çalışmaları sonucunda çözülebileceğini düşünüyorum. Bu nedenle on yıllardan bu yana Almanya Sosyal Demokrat Partisi, SPD’nin Berlin örgütünün üyesiyim. 1989-92 yılları arasında SPD içindeki ilk defa Eyalet Sosyal Demokrat Yabancılar Politikası Çalışma Kolunu kurduk.  1993-1997 arasında Schöneberg Belediye Meclisinde bilirkişi, 1996-2000 yılları arasında SPD Eyalet Kurultay Delegesi olarak siyasal çalışmalar yaptım.

Onlarca yıl SPD Eyalet Eğitim Komisyonu üyesi olarak çalıştım. Hatta 1995’de Berlin Eyalet Parlamentosu Seçiminde bir göçmen olarak SPD’den ilk millet vekili adayı oldum. Ancak SPD’nin oylarının %35’den %’de 23’e düşmesi nedeni ile millet vekili seçilemedim. Ancak Berlin eyaleti düzeyinde aday olarak benden sonra seçilen genç arkadaşlarımın yollarının açılmasına katkıda bulunmuş oldum.

Genelde Avrupa’da ve Almanya’da Türkiye’ye ve Türkçe’ye karşı açık ya da gizli bir tavır var. Bunun nedeni ve kökleri çok eskilere, gerilere dayanmaktadır. Avrupa ve Almanya’daki ırkçı, tutucu siyasal partilerin büyük bir bölümünün bilinçli ya da bilinçsizce Avrupa merkeziyetçi ve etnik milliyetçi  görüş ve tutumda olmaları bunda etkili oluyorlar.

Diğer yandan Türkiye kökenli siyasal islamcı ve ırkçı örgütlerin Alman, Musevi ve Hıristiyanlık karşıtı açıklama ve etkinlikleri de karşılıklı önyargı ve düşmanlıkları besliyor. 2002 yılında Türkiye’de iktidar olan AKP’nin özellikle 2006 yılından sonra uyguladığı siyasal İslamcı otoriter bir tek adam rejimi kurma  çalışmaları ve Avrupa Birliği ve Alman’ya ile ilişkilerinin kötüleşmesi Almanya’da yaşayan 3 Milyon AB ülkelerinde yaşayan 5 milyon civarındaki  insanımızın yaşamını zorlaştırıyor. Ancak tüm bu gelişmeler bizi yıldırmamalı ve moralimizi bozmamalı, kararlı bir şekilde Eşit Hak ve Uygulamalar Savaşımına uzun soluklu örgütlü çalışmalarla devam etmeliyiz.

Çalışmalardan ne gibi başarılar elde edildi?

Buraya kadar içinde bulunduğum örgütlerin çalışma ve etkinliklerinden söz ettim. Bu çalışmalardan, yapılan eylem ve etkinliklerden ne gibi somut başarılar elde edebildik. Toplumsal çalışmalar bilindiği üzere meyvelerini hemen vermezler. Kendi köşelerine çekilmiş insanları biraraya getirerek toplumsal hareketin içine sokmak, birlikte ortak sorunların çözümü doğrultusunda hareket etmelerini sağlamak bile somut bir başarıdır bence. İçinde bulunduğum örgüt ve eylem birliklerinde salt bu katkıyı sağlayabilmişsek ve  insanları motive ederek daha iyi koşullara varmaları için karınca kararınca yönlendirebilmişsek, bunu önemli bir başarı sayabiliriz.

Ancak daha somut elle tutulur, gözle görülür bazı örnekler vermek gerekirse aşağıdaki alanlardaki kazanımlarımızı saymakta yarar görüyorum. Çünkü günün birinde çocuklarımız, torunlarımız: “Babalarımız, annelerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz bu kadar uğraşmışlar, toplumsal ve siyasal çalışma yapmışlar, ama bu mücadelelerinin sonucunda hangi kazanımları, hakları elde emişler? Hangi kazanılmış hakları koruyabilmişler?” sorusunu sordukları zaman, bunun yanıtını bulabilmeliler. Ki onlar da içinde yaşadıkları toplumun eşit birer bireyi olabilmek için bu uğraşı sürdürebilsinler.  Burada bunlardan ancak birkaç örnek vermekle yetineceğim.

Çifte vatandaşlık ve askerlik sorunlarını özümlemek amacıyla Başbakan Demirel ile görüşme.

Yukarıda özetlediğim Yabancılar Yasa Tasarına karşı savaşım, Çifte vatandaşlığın kısmen olsa da Almanya’da ve Türkiye’de sağlanması, Berlin’de ve bazı eyaletlerde Anadili ve İkidilli Eğitimin Devamının Sağlanması, yabancı sınıflarının kaldırılması, 2005 yılında uyum zirvesinin oluşmasına katkılarımız bunlardan bazılarıdır.

Burada iki somut konuyu az da olsa ayrıntılarıyla vermek istiyorum:

  1. Berlin’de ikidilli eğitim 1981/82 ders yılında model deneme olarak başladı. 1992 yılında CDU’lu Eğitim Senatörü Kleemann tarafından kaldırılmak istendi. O yıllarda 15 ilkokulda uygulanan ikidilli eğitimin devamı için mücadelemizi örgütledik. Bir taraftan Berlin Eyalet Parlamentosu’nda grubu olan siyasal partilerin eğitim politikası sözcüleri ile tek tek görüşerek ikidilli eğitimin çocuklarımızın okul yaşamında başarılı olabilmeleri için çok önemli bir eğitim modeli olduğunu anlatırken, diğer yandan bilim insanları, okullarda ikidilli egitimi uygulayan müdürler ve siyasal parti sözcüleri, Eğitim ve Bilim Sendikası, GEW yetkilileri ve Alman veli dernekleri ile birlikte toplantılar düzenledik ve onları etkilemeye çalıştık.

Ayrıca bu çalışmalara paralel olarak iki ay gibi kısa bir zamanda  5.000’in üzerinde imza topladık. Eğitim Bakanı imzaları almak istemedi. Eyalet Parlamentosu Eğitim Komisyonu Başkanı SPD’li Pawlik’e, Eğitim Komisyonu’nda ikidilli eğitimin gündeme alınması için SPD ve Yeşiller aracılığı ile girişimde bulunduk. Daha önceki görüşmelerimizde eğitim komisyonu sözcüleri ikna edilmiş oldukları için, sonuçta ikidilli eğitimin devamı konusunda uzlaşmaya varıldı.

Türk Veliler Birliği olarak toplanan imzaları Eğitim Komisyonu Başkanı’na verdik. O da: “Sayın Eğitim Bakanı! Bu 5.000 imzayı lütfen alın! Burada, komisyonda alınan karar doğrultusunda Almanca-Türkçe İkidilli Eğitimin devamı için ne gerekiyorsa lütfen onu yapın!” diyerek Eğitim Bakanı’na verdi. Böylece ikidilli eğitimin devamı, siyasal partilerin, Eğitim ve Bilim Sendikası’nın, ikidilli eğitimi veren özverili öğretmenlerin, bilim insanlarının, Alman sivil toplum kuruluşlarının ve de özellikle Türk Veliler Birliği’nin yapmış olduğu etkili çalışmalar sonucunda sağlanmış oldu.

Ancak son yıllarda Berlin’in merkez ilçelerindeki okullarda Alman öğrencilerin sayısının sürekli azalması nedeni ile ikidilli eğitim veren ilkokulların sayısı beşe düştü. Bununla birlikte niteliklerinin gelişmesi için son yıllarda çalışmalar yoğunlaştı. Başka bir deyişle 1993 yılında iki veya dört yıl süren ikidilli eğitim, 2000 yılından itibaren anasınıfından (Vorklasse) itibaren başlamakta ve altıncı sınıfın sonuna kadar devam etmektedir. Verilen Türkçe dersleri de 2002/2003 ders yılından itibaren öğrencinin karnesine işlenmektedir.

Ayrıca 1994/1995 yılında başlayan ikidilli Türkçe-Almanca Devlet Avrupa Okulu’nun kurulmasını destekledik. Velilerin oylaması sonucu Aziz Nesin İlkokulu adını alan bu ilkokulun öğrencileri, bu ders yılında Carl-von-Ossietzky-Gesamtschule’de 7. sınıfa devam ediyorlar. Eşit sayıda Türk ve Alman öğrencinin devam ettiği bu okulda, dersler Almanca ve Türkçe yapılmakta, diller, kültürler  eşit işlem ve uygulama görmektedir.

b)     Yabancı Sınıflarının Kaldırılması:

Berlin’de 1995 yılına değin yabancı sınıfları vardı. O zamanki Berlin Okul Yasası’na göre: “Eğer bir okulda yabancı öğrencilerin oranı % 30’u aşıyorsa, o okulda yabancılar sınıfı kurulur”du. Çocuğun çok iyi Almanca bilip bilmemesi göz önünde bulundurulmaz, çocuk eğer yabancıysa bu sınıflara gönderilirdi. Yani aynı okulda bir yanda yalnızca Alman öğrencilerinin devam ettkleri sınıflar, diğer yanda da sadece yabancı öğrencilerden oluşan sınıflar yer alıyordu. Bu yabancı düşmanı ve ırkçı uygulama, bir bakıma “yabancılar pedegojisi yaklaşımının” sonucuydu. Biz Veliler Birliği olarak kurulduğumuz günden itibaren bu uygulamaya karşı çıktık. Başta siyasal partiler ve GEW olmak üzere, diğer sivil örgütlerin de desteği ile bu yasanının 1995 yılından itibaren değiştirilerek bu uygulamaya yasal olarak son verilmesini sağladık.

Başlangıcından bugüne kadar gerek Türk İşçi Yardımlaşma Derneği, HDB, Umut Spor, HDF, İGİ, BTT, Gençler Gençler için Derneği, Berlin Türk Dernekleri Topluluğu, SGD (BSD), TBB ve TGD -Almanya Türk Toplumu kurucu genel başkanı, gerekse Veliler Birliği yöneticisi ve FÖTED Genel Başkanı ve de SPD üyesi olarak toplumumuzun, çocuklarımızın, Almanya’daki göçmen ve kültürel azınlıkların ve çocuklarının eşit haklara ve uygulamalara kavuşmaları için uğraş verdim.

Bilimsel ve Yazınsal Çalışmalara Yönelmeye Zamanız Oldu mu?

Yukarıdaki çalışmalara koşut olarak 1975’te Hür Berlin Üniversitesi’ne (FU-Berlin) bağlı Hukuk Fakültesi’nde başladığım, ancak toplumsal ve siyasal çalışmaların verdiği deneyimle de salt hukuksal çalışmanın sınırları içinde kalmanın uygun olmadığını anladım. Yoğun siyasal ve toplumsal çalışmalar nedeni ile yarıda bıraktığım doktora tezimin konusunu değiştirerek, Berlin Özgür Üniversitesi’ne bağlı Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde “Federal Almanya’daki Türk Toplumu’nun ve Göçmen Örgütlerinin Gelişimi ve Eğilimleri” konusunda yazmaya karar verdim.

Ancak bu alanda o zamana kadar birkaç makalenin dışında ciddi bir çalışmanın olmaması, işimi zorlaştırıyordu. Daha önce Almanya’daki değişik siyasal ve ideolojik eğilimli dernek ve federasyon ve camilerin çalışmaları ile ilgili toplamış olduğum 50 klasör dolusu bildiri, broşür, gazete kesitleri işimi kolaylaştırdı. Bir yandan çalışmak ve ailemin gereksinmelerini karşılamak, diğer yandan da bilimsel araştırma yapmak durumunda olduğum için bu çalışmayı ancak 1987 yılında bitirebildim. Böylece 1988 yılında Hür Berlin Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne sunduğum bu tezle ekonomi ve sosyal bilimler doktoru oldum.

Bu çalışma, 1989 yılında Almanya’daki Türk Göçmen Örgütleri adı altıda Berlin’deki Hitit-Verlag’ta 387 sayfalık bir bilimsel yapıt olarak yayınlandı. Bu yapıt hakkında onun üzerinde övücü eleştiri ve değerlendirme yazıları çeşitli Alman ve Türk dergi ve gazetelerinde yayınlandı. Bu çalışmanın Almanya’daki eşit hak ve uygulamalar savaşımında örgütsel yönelimimizi belirlemede etkili olduğunu düşünüyorum.

Yazarlık serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladım?

On dört yaşında şiir yazmaya başladım. Haydarpaşa Lisesinde okurken çıkardığımız Duvar Gazetesinde şiir ve yazılarım yayımlandı. İlk şiirim 1962 de Amatör Şairler Antolojisinde İstanbul’da yayınlandı. 1960’lı yılların ortasından itibaren Üsküdar Halkevi ve İstanbul Harbiye’deki Kenterler Tiyatrosu’nda haftada bir kez Türkiye’nin en önemli yazar ve şair ve sanatçılarıyla söyleşiler yapılırdı.

Halkevinde Can Yücel’in Nazım Hikmet hakkındaki söyleşisi ve ondan okuduğu şiirler beni çok etkilemişti. Aynı şekilde özellikle Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Orhon Murat Arıburnu, Behçet Necatigil, Oktay Rifat, Fethi Naci ve daha adını sayamadığım yazar ve şairlerle KENTERLER TİYATROSUNDAKİ söyleşiler ve bu söyleşilerden önce Yıldız Kenter, Müşvik Kenter, Şükran Güngör gibi…  tiyatro ustalarının yorumladığı şiirleri  katılan izleyiciler ve beni çok etkilerdi.

İlk şiir kitabım, “Tükenişin Türküsü” adıyla 1970’de İstanbul’da yayınlandı. 1970-1973 yılları arasında şiirlerim Türkiye’de Yelken, Memleket, Özün, Ege Sanat, Yenişehir v.d. dergilerde yayınlandı.

Almanya’da 1977’den itibaren Schreiben und Lesen, Die Brücke, Bizim Almanca-Unser Deutsch, Berliner Morgenpost, Yeni Dil, Ezgi, Halkçı, HDF Meint, Yazınca, “Volkshochschule”, Merhaba v.d. birçok dergide Türkçe veya Almanca olarak yayınlandı.

Son yıllarda şiirlerim Türkiye’de Akdeniz Edebiyat, Afrodisyas, Tmolos Edebiyat, Kıyı ve Varlık dergilerinde yayınlandı. Makale ve araştırmalarım Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet’in Almanya sayfalarında, Özgür İnsan, Halkçı, Sosyal Demokrat Dergi, Çağdaş Toplum, ha-ber.com İnternet Gazetesi, “Gegen Vergessen für Demokratie”, Süddeutsche Zeitung, TAZ ve çeşitli Almanca dergi, gazete ve ansiklopedilerde yayınlandı.

Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız? İsimleri nelerdir?

Türkçe Şiir Kitapları:

  • 1970’de İstanbul’da Rengin Yayınevinde “Tükenişin Türküsü”, 80 s.
  • 1985’de İstanbul’da yazko yayınları arasında “Emek Göçmenleri”, 112 s

2008’de İstanbul’da Komşu Yayınevi’nin Deli Sarmaşık şiir dizisinde 2. Baskı,

  • 2008’de İstanbul’da Komşu Yayınevi’nin Deli Sarmaşık şiir dizisinde “Sular Durulacak”, 96 s.
  • Aralık 2017’de “Berlin’de Türkçe Şiir (hazırlayan) Berlin’de 27 şairin şiirlerinin yer aldığı antoloji, Concept Druckhaus, Berlin 144 s.

Otobiyografi Almanca:

2016’da Berlin’de “trafoverlaggruppe” de Almanca olarak otobiyografik yazı, şiir ve fotoğraflardan oluşan “Geteiltes Leben”, 265 Sayfa.

 İkidilli Şiir Kitapları

  • 2002’de Almanya’da “Anadolu-Verlag”ta iki dilli “Ağla ki Sağır Kulaklar Duysun” – Weine, damit dich taube Ohren hören-, 114 s.
  • Kasım 2018’de “Buruk Mutluluk – Verbittertes Glück” (hazırlayan) Berlin’de 13 şairin ikidilli şiirlerinin yer aldığı derleme, Concept Druckhaus, Berlin 60 s

Almanca Bilimsel Araştırmalar:

  • Federal Almanya’daki Türk Göçmen Örgütleri (Türkische Immigrantenorganisationen in Deutschland), 386 sayfa, Almanca 1989’da Berlin’de Hitit Verlag, 1992’de 2. baskısı yapıldı.
  • Türkiye’de Suç İşlemeye İtilen Çocuk ve Gençlerin Topluma Kazandırılması (Almanca araştırma), Berlin İdari Bilimler Yüksek Okulu Yayını (FHSfVR) 1981.

Bunların dışında Almanca ve Türkçe ansiklopedi, bilimsel dergi ve gazetelerde 100’ün üzerinde makale ve araştırmam yayınlandı.

Mesleğiniz yazarlığa etki etti mi? Nasıl?

Gerek şiirlerim gerekse yazdığım makale ve bilimsel araştırmalar genellikle yaşamımda karşılaştığım gerçekliklerin, şiire, makaleye ve bir bakıma bilimsel araştırmaya yansımasıdır. Mesleğimiz de yaşamımızın bir parçasını oluşturduğuna göre, onun gerektirdiği işlem ve eylemlerin uygulanması için yapılan çalışmalar, ister istemez yazın yaşamımızı da etkilemektedir. Bu hem sivil toplum kuruluşları içinde yaptığımız çalışmalar hem de bunların dışındakileri de kapsayabilmektedir.

Türkiye’de Deniz Baykal’ı ziyaret

12 Eylül 1980 döneminin senin yazarlık hayatındaki yeri, etkisi nedir?

On binlerce aydının, sendika, kooperatif, sivil toplum örgüt ve siyasal parti yöneticilerinin hapislerde işkence ve zulüm gördüğü bir dönem özellikle toplumsal gerçekleri dillendiren ve bu gerçekliklere dikkatleri çekmek isteyenleri etkiler. Bu bağlamda 12 Eylül 1980 dönemi ve sonrası büyük ölçüde hem sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerini ve siyasal partileri hem de toplumsal gerçekçi yazın üreticilerini ve sanatçıları büyük ölçüde etkilemiştir. 12 Eylül 1980 öncesi olduğu gibi, hele sonrası hem şiirlerime hem de o günlerden bugüne değin yazdığım birçok makale ve araştırmada etkisini sürdürüyor.

 Nasıl yazıyorsun? Evde mi, otelde mi?

Daha çok evde yazmakla birlikte, şiirdeki konular ya da ilk kıvılcım nerede ateşini yakarsa orada not edilir ve daha sonra onun üzerinde çalışma devam eder ve derinleştirilir. Makale ve araştırmalara gelince onlar daha çok evde yazılır. Bilimsel araştırmalarda belirli kaynaklara dayanmak gerektiğinden genel olarak evde yazmayı yeğlemek gerekiyor. Ancak son yıllarda dizüstü bilgisayarların ve internet olanaklarının çok hızlı gelişmesi nedeniyle otelde de, bir tren veya uçak yolculuğu sırasında da şiir veya kafanızda belirli bir noktaya kadar geliştirdiğiniz araştırmayı yazıp, daha sonra internet aracılığı ile ulaşamayacağınız kaynak yapıtlara evinizde ya da kütüphanelerde ulaşıp tamamlayabilirsiniz.

Türkiye’de kitap yayınladınız mı? Türkiye’de yazar olmak ile Avrupa’da yazar olmak farklı mı? Nasıl?

Üç şiir kitabım Türkiye’de yayımlandı. Almanya’da da Türkiye’de de yazar olmak farklı mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da ister burada ol, isterse orada büyük bir farkı yok. Almanya’da yaşayan bir Türkiye kökenli yazar ve şairin Türkiye’deki yayınevleri ve yazarları tarafından kabul görmesi genel olarak belirli bir zaman alıyor. Büyük yayınevlerini bir tarafa bırakırsak her yayınevi ya da dergi küçük bir grup veya birkaç kişinin egemen olduğu klikleri oluşturuyor.

Almanya’da da farklı değil bence. Yayınevleri haklı olarak yayınlayacakları kitabın kaç okuyucunun ilgisini çekeceğini ve ne kadar satabileceğini hesaplayarak bir kitabı yayınlamak istiyorlar. Çok tanınmış şairlerin şiir kitapları bile son yıllarda hem Türkiye’de hem de Almanya’da pek fazla okunmadığından şairlerin durumu her iki ülkede de çok zor. Örneğin basıma hazır Türkçe iki şiir kitap dosyam var. Bir de temmuza kadar bitirmeyi planladığım “Göçün başlangıcından 60. yılına değin Türkiye kökenli toplumun ve örgütlerinin gelişimi ve durumu” konulu oldukça kapsamlı araştırmam var. Bakalım yayın evi bulabilecek miyim?

Dr. Ertekin Özcan Berlin’ye öğrencilerle yaptığı bir okuma gününde.

 Almanya size ne verdi? Almanya’da yaşamaktan mutlu musunuz?

Almanya’ya gelinceye değin sosyalizasyonumu ve yüksek öğrenimimi Türkiye’de İstanbul’da geçirdim. Öğretmenlerim ve Hukuk Fakültesindeki profesörlerimizin çağdaş eğitim, öğretim ve kültürel değerleri o dönemdeki 68 kuşağının hamurunda yoğurduğu gibi beni de yoğurdu. Üniversitedeki öğretmenlerimizin büyük bölümü Nazi döneminde Almanya, İsviçre, İtalya ve Fransa’dan Büyük Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye göç ederek Çağdaş Üniversite ve fakülteleri kuran profesörlerin öğrencileriydi. O bakımdan FU Berlin’e bağlı Hukuk Fakültesi’nde doktora öğrenciliğine baş vurduğumda İstanbul Hukuk Fakültesi’nden aldığım diplomam Berlin’deki ile eşdeğerde kabul edildi.

Başka bir deyişle yüksek öğrenimimin gelişimi bakımından çok büyük değişiklik olmadı. Ama İstanbul’daki ve Berlin’deki kentleşme, toplumsallaşma, teknolojik gelişme ve insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde olan kültürel ve gelenek farklılıkları beni de etkiledi. Almanya’daki Toplumsal ve kültürel yaşamdaki olayları nesnel olarak değerlendirme, en yakıcı sosyal ve siyasal konuların bile sakın bir şekilde değerlendirilerek ve çözüm arayışları beni de büyük ölçüde etkiledi.

Çok gelişmiş bir sanayi ve teknoloji toplumunun değerleri ile geçiş dönemini yaşayan Türkiye toplumu arasındaki farklılıklar ve çelişkilerdi bunlar. Bunların arasında beğenerek mutlu olduğum konular da var, mutlu olarak değerlendiremeyeceğim konular da. Geldiğim ilk yıllarda yabancı düşmanlığı veya ırkçılık hemen hemen yok gibiydi. Bu her halde göçmen emekçilerin bir süre çalışıp, sonra ülkelerine geri gidecekleri görüşünden ve uygulamasından kaynaklanıyordu. Ama giderek Almanya’ya eş ve çocuklarla yerleşme eğilimlerinin artması ve bazı tutucu, gerici ve ırkçı politikacıların kışkırtmaları ile çok büyük oranda arttı.

Sonuç olarak Türkiye’de özellikle yüksek öğrenimim, yazınsal ve sanatsal etkinlikleri izlediğim süreçte kazanmış olduğum olayları objektif olarak değerlendirmek, soğuk kanlı olmak, önyargıyla hareket etmemek, hak elde etme ve uygulamasında örgütlü mücadelenin önemi, randevulara ve işe tam zamanında gitmek gibi … Türkiye’de edinmiş olduğum, özellikler, deneyim ve yetilerimin doğruluğunun burada onaylandığını görerek daha geliştirme olanağını buldum.

Sevgili Ertekin Özcan Almanya’da eşit hak ve uygulamalara toplumumuzun ulaşabilmesi için vermiş olduğunuz kararlı, turarlu savaşımın 48 yıllık, Türkiye’dekiyle 60 yıllık özetini sizden dinledim. Bu uzun, kapsamlı, tarihi söyleşi için sana çok teşekkür ederim.

Ben de sana bana bu bilgileri, mücadele sürecini anlatma olanağı verdiğin için çok teşekkür ederim Sevgili Kemal Yalçın.

Berlin-Bochum, 12.6.2021, Dr. Ertekin Özcan, Kemal Yalçın