Dünyayı değiştirmek için katıldığı mücadele onun hayatını değiştirdi.
İdeallerinden hiçbir zaman vaz geçmedi.
Silahı bıraktı, eline kalem aldı. Yazar oldu.
1968 kuşağının öğrenci hareketlerinde ve siyasi mücadelesinde iz bırakan devrimci, çalışkan, dürüst, vefalı bir insan, Türk edebiyatının gerçekçi, üretken, cesur bir yazarıdır. 1945 yılında Afyonkarahisar’da doğdu.
Atila Keskin’in hayatı ’68 kuşağı devrimci gençlerinin hayatlarından en tipik olanlarından biridir. Siyasi Mücadeleye birlikte katıldığı en yakın arkadaşları Deniz’leri, Hüseyin’leri, Yusuf’ları, Sinan’ları kaybetti. Delikanlı yılları, darağacı gölgesinde, dört duvar arasında geçti. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Denizlerle birlikte yargılandı. Deniz Gezmişlerin idam hükmünün okunduğu salonda, haklarında idam hükmü verilen on sekiz gençten biri de Atilla Keskin idi. “Keşke ben de onlarla birlikte ölseydim!” dediği anlar da oldu. Fakat yaptıklarından hiçbir zaman pişman olmadı.
Ölümden tesadüfen kurtuldu. Hayatın her halini yaşadı ve gördü. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin başarılı öğrencilerinden biriydi. Geleceği çok parlaktı. Dünyayı değiştirmek için mücadeleye katıldı, okulu bıraktı. Dünyayı değiştirmek için katıldığı mücadele onun hayatını değiştirdi. Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşadı. Çok sevdiği yurduna, Türkiye’ye, Afyon’a 20 yıl gidemedi. İdeallerinden hiçbir zaman vaz geçmedi. Silahı bıraktı, eline kalem aldı. Yazar oldu.
Atilla Keskin ile yaptığım söyleşiyi burada aynen yayınlıyorum.
ATİLLA KESKİN İLE SÖYLEŞİ
Kemal Yalçın: Militan devrimcilikten yazarlığa geçme serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladın?
Atilla: Ben ilkokul sıralarından itibaren okumaya çok meraklı bir insandım. Üniversiteli yıllarda bazı öyküler de yazdım. Siyasi çalışmalarımı yaptığım 1975-1985 yılları arasında örgütümüzün gazetesine yazılar yazdım. Ama bunlar imzasız yazılardı. 1985 yılından sonra da kendi adımla siyasi yazılar yazdım.
Ama diyebilirim ki, asıl yazma serüvenim. İki binli yılların başında oldu. Gerek Türkiye içinde gerek Avrupa’da çok fazla şey gördüm, çok fazla şey yaşadım. Bunları gelecek nesillere aktarmanın gerekli olduğuna inanarak yazmaya başladım.
İlk kitabım Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler‘de yitirdiğim yoldaşlarımı ve kendi oğlumu anı-roman şeklinde anlattım. Elbette yazım hayatına “ölüm”le başlamak çok zor oldu. Defalarca yazıp, yırttıktan sonra sonunda bitirip yayınevine gönderdim. Şu ana kadar kitabım sekiz baskı yaptı. Sanırım bu kitabı yazmasaydım, başka kitaplar yazamazdım.
Zorunlu Yalnızlık kitabının hazırlık ve yazma süreci kaç yıl sürdü?
Zorunlu Yalnızlık kitabım gerçekle, kurgunun sık sık iç içe geçtiği bir kitaptır. Ben bir kitap yazmaya karar verdikten sonra o konuda ciddi bir araştırma yaptıktan sonra yazmaya başlıyorum.
Zorunlu Yalnızlık romanını düşüncemde çok kaba olarak geliştirdikten sonra; mekân ve kahramanları oluşturma aşamasında çalışmaya başladım. Romanın başladığı Kuzguncuk’a defalarca gittim, sokaklarını, geçmişini inceledim. Orada oturan arkadaşlar edindim. Kahvelerinde oturup halkı izledim. Mahalledeki ilginç tipleri örneğin Avram’ı tanımaya çalıştım, Mimar Cengiz Bektaş Kuzguncuktaki evlerin restorasyonunda çok emeği geçmiş bir insandı. Onunla da uzun uzadıya sohbet edip Kuzguncuğun dünü bugünüyle ilgili bilgi aldım.
Romanın kahramanı Ergun ortopedist cerrahtır. Onun mesleğiyle ilgili okumalar yaptım. Ortopedist cerrah olan bir tanışımdan bilgiler topladım. Romandaki devrimci örgüt kurgu olmakla birlikte, bu tür örgütleri, polis sorgularını, mahkeme ve cezaevi süreçlerini yakından bildiğim için kurgulamakta fazla güçlük çekmedim.
Romanın Almanya bölümündeki kentleri, ilticacı yurtlarını, çalışma koşullarını çok yakından inceledim. Hatta kendim de benzer işlerde çalıştım.
Romanın ikinci kahramanı Zöhre kurgu olmakla birlikte. Almanya’da rastlayabileceğimiz insan tiplerinden biridir. Zöhre etini satarak yaşayan bir kadın olmakla birlikte, yiğitçe direnen bir kadındır. Aynı şekilde romanın kahramanlarından birisi olan yaşlı Alman da ikinci dünya savaşını görmüş çok acı çekmiş bir kadındır. Ön hazırlıklar bittikten, bazı notlar çıkardıktan sonra yazma süreci başladı. Önce el yazısıyla yazıp sonra bilgisayara geçtiğim için birçok bölümü derinleştirme imkânım oldu.
Ben romanımın ismini Zorunlu Yalnızlık koydum. Bu bilinçli bir seçimdi. Kanımca yalnızlık, insanoğlunun yaşamında onu çok fazla etkileyen bir duygudur. Hele de bu yalnızlık benim romanımda olduğu gibi ‘zorunlu’ bir yalnızlık olursa… Almanya’da ve birçok Avrupa ülkesinde Türkiye’den gelmiş, Türk, Kürt, Ermeni ve bunun gibi pek çok göçmen vardır. Bu göçmenlerin büyük bir kısmı bu ülkelere para kazanmak için gelmiştir; gönüllüdürler yani. Ama siyasi düşünceleri veya eylemleri nedeniyle Avrupa’ya gelmiş olan siyasi mültecilerin durumu, diğer göçmenlerden oldukça farklıdır. Bu tür ilticacılar hep büyük bir özlem ve yalnızlık içinde yaşarlar. Buralarda arkadaşlarının olması, derneklere gidip gelmeleri bu yalnızlığı azaltan etmenler değildir. Aslında en büyük yalnızlık kalabalıkların ortasındaki yalnızlıktır.
Siyasi ilticacı hep bir insanın yaşamına yön veren, deyim yerindeyse, ‘insanı insan yapan’ bir çok olgudan, duygudan kopuk olarak yaşamak zorundadır. Her şeyden önce diliyle yalnızdır. Kendi dilinde bir sinemaya, tiyatroya gitme zevkini tadamaz. Çoğu aydın olan bu tür ilticacılar büyük bir kitabevine gidip, istediği Türkçe kitapları seçmek arzularını hiçbir zaman yerine getiremezler. Bulunduğu ülkenin dilini öğrenseler bile kültürel yalnızlıkları yine de son bulmaz. Almanca bir tiyatroyu izlemeye gittiğinde, yalnızlık yine gelir yakasına yapışır. Oynanan oyunu anlasa da kültüre yabancı olduğu için, bir Alman gibi oyundaki esprilere veya acılara ortak olamaz. Meslek sahibi olan siyasi ilticacıların yalnızlığı daha da derindir. Birçoğu kendi mesleklerini yapma şansına sahip değildir. Meslektaşlarıyla oturup, meslekleriyle ilgili sorunları tartışamazlar. Salt kültürel, mesleki alanda değil, yedikleri yemeklerde, içtikleri içkilerde bile artık yalnızdırlar. Türkiye’deki tadı, lezzeti bulamaz ve en önemlisi, edebiyat, müzik, resim gibi sanat dallarında koyu bir sohbet kuramazlar.
Bazıları ilticacıların, bir eli yağda, bir eli balda çok rahat ve mutlu bir yaşantıya sahip olduğunu düşünür. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Ben romanımda Dr. Ergun’un şahsında ilticacıların bu yalnızlığını anlatmaya çalıştım.
12 Eylül 1980 döneminin senin hayatındaki yeri, etkisi nedir?
Ben Federal Almanya’ya 1978 sonunda siyasi çalışma yapmak için geldim ve beş sene kaçak yaşadım. Darbe günü örgüt toplantısı için Türkiye’deydim. Üç gün sonra yine Federal Almanya’ya geldim. Siyasi görevlerimi yerine getirip ülkeme dönmeyi düşünüyordum. Örgütümüzün büyük bir darbe almasından sonra iltica etmek zorunda kaldım. Darbe sonrası Türkiye’deki faşist yönetime karşı yurt dışında çok fazla eylem yaptık. Açıkçası bu eylemlilik içinde edebiyata, sanata ayıracak çok fazla vakit yoktu. Ancak iyi bir gözlemci olduğum için insanları ve gelişmeleri izlemekle yetindim.
12 Eylül 1980 döneminin edebiyata yansıması nasıl oldu?
12 Eylül darbesi Türkiye’de çok büyük acılar çekilmesine neden oldu. Bu acıları çeken insanlar ancak belli bir olgunluk aşamasından sonra bunları yazılara dökmeye başladı. Aslında dünyada da yaşanan bu tür dönemlerin edebiyata yansıması hep belli bir süre geçtikten sonra olmuştur. Buna en güzel örnek ikinci paylaşım savaşından seneler sonra yazılan eserlerdir.
Aradan yirmi-otuz sene geçtikten sonra 12 Eylül darbesinin izleri edebiyatta görülmeye başladı. Bu süreci yaşayan birçok insan ve dışardan gözlemleyen bazı yazarlar bu dönemle ilgili, anılar, romanlar, öyküler, şiirler yazdı, filmler çevrildi.
Bir konuya özel olarak dokunmak istiyorum. Örgütlü insanlar cezaevinde veya dışarda yaşadıklarına ilişkin edebi çalışmalar yaptı. Ama bir konu çok az işlendi: Çocuklarından kimi zaman çok daha büyük zorlukları, acıları büyükler, özellikle analar yaşadı. Bu konu çok az işlendi. Ben Zorunlu Yalnızlık romanımda belki de bu nedenle oğlu sürgün olan bir ananın trajedisini yazdım.
Yazmak senin sağlığını nasıl etkiledi?
Birçok yoldaşımı ve kendi oğlumu da yitirince, ruhi olarak çok kötü etkilenmiştim. Çektiğim acıları yüreğime gömseydim sonuçları çok kötü olabilirdi. Bu nedenle yazmak benim için aynı zamanda acılarımı dışa vurmanın bir aracı oldu ve diyebilirim ki, bir tür psikolojik tedavi yöntemi oldu. Kısacası yazmak ruh sağlığımı çok olumlu etkiledi.
Kendine örnek aldığın yazarlar kimlerdir?
Örnek aldığım demeyeyim ama bende birikim sağlayan yazarlardan bahsedeyim. Başta Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Cezmi Ersöz ve Vedat Türkali. Özellikle Cezmi ve Vedat ağabeyle yaptığım uzun sohbetler düşün dünyamın gelişmesine ciddi bir katkısı oldu. Jorge Amado, Marques gibi Latin Amerikalı yazarlar, Jack London gibi Amerikalı yazarlar ve elbette Rus ve Fransız klasikleri, etkilendiğim yazarlardır.
İyi bir romanın ölçüleri nelerdir?
Bu çok zor bir soru. İyi bir roman, göreceli ve kişiye göre değişen bir tanımlamadır. Ben nobel kazanmış bazı yazarları sevemedim örneğin. Ama benim için romanda ilk önemli şey estetiktir. Direnmenin, aşkın, hatta cinselliğin bile estetiği vardır kanımca. Okuyucuyu sarıp, sarmalayan, merak ettiren bir roman benim için çekicidir. Elbette romana sindirilmiş bilgileri veren romanları da çok severim. Bunun en iyi örneklerini ülkemizde kanımca Güven’de Vedat ağabey ve Üç Ada Hikayesi‘nde Yaşar Kemal vermişlerdir.
Çocuk kitapları da yazıyorsunuz. Çocuk kitapları yazmanın zorlukları nelerdir?
Ben büyük bir haz duyarak çocuk öyküleri hâlâ yazıyorum. Sık sık kendi çocukluğuma dönerek yazdım bazı kitaplarımı. Öte yandan benim çocuklarım Federal Almanya’da doğdu büyüdü. Onlarla çok fazla şeyi paylaştım. Birlikte oyunlar oynadım, onlara masallar okudum veya kendimin kurguladığı masalları anlattım sürekli. Çocukların duygu dünyasına girmek zordur çok iyi gözlemlemek gerekir. Ama girdikten sonra da çok zengin bir dünya olduğunu görür yazacak çok fazla öykü bulursunuz. Ben de bunu yapmaya çalıştım hep. Almanya’daki çocuklara ilişkin yazdığım öyküleri okuyan kimi arkadaşlar: “Hayret benim oğlum da aynen böyle davranmıştı, sanki kendim yaşamışım, gibi tepkiler aldım. “Özet olarak çocuk öyküleri yazmak zor ama çok da zevkli bir alandır kanımca.
Sevgili Atilla Keskin verdiğin cevaplar için çok teşekkür ederim.
Sevgili Kemal Dostum, ben de sana çok teşekkür ederim.
21 Ocak 2021, Köln-Bochum, Atilla Keskin-Kemal Yalçın