Seninle Güler Yüreğim adlı romanım, 2015 yılında, New York’ta Karine Koçaryan tarafından tiyatroya uyarlanmıştı. New Jersey ve New York’tan sonra Ermenistan’da Gümrü, Vanadzor ve Yerevan’da sahnelenecekti. Seninle Güler Yüreğim 14 Ekim 2015 günü Gümrü’de sahnelendi. Kapalı gişe oynadı. Gece oyundan sonra Adıyamanlı Sarkis Hatspnanian’ın arabasıyla Vanadzor’a geldik.
Seninle Güler Yüreğim 15 Ekim 2015 akşamı Vanadzor Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenecekti. Adıyamanlı Sebuh Sırpazan Vanadzor Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora öğrencileri ve öğretim üyeleri için Saat 12.00’de bir konferans düzenlemişti.
Sayın Sepouh Sırpazan’ı ilk kez Vanadzor Üniversitesi’nde tanıdım. Daha sonra dostluğumuz devam etti ve gelişti. Tanışmamızı ve söyleşimizi Tek Kanatlı Kartal adlı kitabıma koymak için izin rica ettim, kabul etti.
Midyatlı Albert Sevinç Hadodo’nun Gümrü şehrinde kurduğu Vortik Gülbenkyan Huzurevi’nin açılışını 18 Ağustos 2018 günü Sepouh Sırpazan yapmıştı. Ben de davetliydim. Uzun uzun konuştuk. “Tek Kanatlı Kartal” kitabına girecek olan kendi bölümünü okudu. “Güzel olmuş! Aynen yayınlayabilirsin!” diyerek yayın onayı verdi.
Aradan iki ay geçti. Herman Hintiryan’ın düzenlediği “Sasunluların Dansı Müzikali”nin gösterimine katılmak ve Bremen’de vefat eden İstanbullu Brenda Başar’ın küllerini Kuş Yuvası Yetimhanesi’nin bahçesine törenle dikilecek bir çam ağacının dibine serpmek için Gümrü’ye gelmiştim.
13 Ekim 2018 günü Vortik Gülbenkyan Huzurevi’ni ziyaret ettik. Vanadzor’dan Sepouh Sırpazan da gelmişti. Bizlere “Hoş gediniz!” dedi. Daima güleryüzlü ve alçak gönüllü idi. “Tek Kanatlı Kartal ne zaman çıkacak?” diye sordu.
“Yakında çıkacak!” dedim. Ne büyük acı bir tesadüf! “Tek Kanatlı Kartal” kitabının İstanbul’da matbaada basıldığı gün, 18 Kasım 2020 günü vefat etti. Artık Sepouh Sırpazan “Tek Kanatlı Kartal” kitabının içinde yaşayacak. Ruhu şad olsun! Dünya çok değerli, kültürlü, barışçı bir evladını kaybetti. Ermenistan’ın ve tüm dünya Ermenilerinin başı sağ olsun!
Tek Kanatlı Kartal adlı kitabımdaki Sırpazan Sepouh Chuljyan Bölümünü, onun anısına aynen yayınlıyorum.
Bochum, 20.11.2020, Kemal Yalçın
*************************************************
Vanadzor Üniversitesi’nde Konferans
Sarkis’in arabasıyla gece yolculuğuyla yaklaşık iki saatte Gümrü’den Vanadzor şehrine geldik. Vanadzor, “Van Ovası” anlamına geliyormuş. Sovyetler zamanındaki adı Kirovakan’mış. Ermenistan’ın üçüncü büyük şehriymiş. Son 25 yılda çok göç vermiş. Günümüzdeki nüfusu 90 000 kadarmış.
Gecemizi Kirovakan Oteli’nde geçirdik. Tiyatro grubu özel bir minibüsle sabaha karşı gelebilmişler.
Sabahleyin su sesiyle uyandım. Otelin balkonundan çevreye baktım. Her yer dağlar, tepeler yemyeşil. Otelin yakınındaki dereye büyük bir havuz yapmışlar. Duyduğum su sesi, bu havuzdan dereye akan suyun sesiymiş. Sabah kahvaltısını tiyatro ekibiyle birlikte yaptık. Karine Koçaryan günlük planı verdi.
Saat 10.00’da Karine, ben ve Sarkis üçümüz Vanadzor Televizyonu’nda yarım saatlik bir kültür programına katılacağız. Bu programdan sonra Sarkis’le birlikte tiyatro ekibinden ayrılacağız. Onlar Vanadzor Tiyatro Salonu’nda oyunu prova yapacaklar. Biz kendi programımıza göre hareket edeceğiz. Ayrıca Karine ile Arthur Karapetyan başka bir televizyon kanalında söyleşi yapacaklar.
Saat 12.00’de Sarkis ile birlikte Vanadzor Üniversitesi Edebiyat ve Tarih Bölümü master ve doktora öğrencileriyle öğretim üyelerinin hazır bulunacakları bir toplantıya katılacağız. Bu toplantıyı Sarkis’in ricası üzerine Gugarats Bölgesi Ermeni Kilisesi Ruhani Lideri Başepiskopos Sırpazan Sepouh Chuljyan hazırlamış.
Üniversitedeki toplantıdan sonra Sepouh Sırpazan’ı makamında ziyaret edeceğiz. Daha sonra şehrin kültürel ve tarihi yerlerini gezeceğiz. Tiyatro saat 19.00’da başlayacak. Tiyatro’dan sonra Sarkis arabasıyla Yerevan’a dönecek. Günümüz bu yoğun programla doluydu. Hiç boş zamanımız yoktu. Saat 10.00’daki televizyon programından sonra, Karine’den ayrıldık. Sepouh Sırpazan, resmi arabasıyla canlı yayına katıldığımız televizyonun önünde bizi karşıladı. Tanıştık. Birlikte Vanadzor Üniversitesi’ne gittik. Üniversitenin önünde polis kulübesi, polis denetimi, üst baş araması falan yoktu. Öğrenciler bir dersten ötekine gidip geliyordu. Koridorlar, orta bahçe öğrencilerle doluydu.
Saat 12.00’de salon yüz kadar öğrenci ve öğretim üyeleriyle doluverdi. İki ayrı televizyon kanalının muhabir ve kameramanları da gelmişti. Konuşma masasının üzerine Türkçe, Ermenice, İngilizce kitaplarımdan birer tane örnek koyduk. Salonda çoğunlukla kız öğrenciler vardı. Açış konuşmasını Sepouh Sırpazan, sunuş konuşmasını ise Sarkis Hatspanian yaptı. Emanet Çeyiz kitabımın konusunu özetledi. “Kemal Yalçın, dedesine 1920’de emanet edilen çeyizleri Yunanistan’a gidip, arayıp bulduğu Rum sahiplerine 76 yıl sonra geri verdi,” dedi. Öğrencilerin gözleri merakla bana, belki de ilk gördükleri bir Türk yazarına bakıyordu. Bana söz verdiler. Ermenice selamladım. Şaşırdılar ve alkışladılar.
Seninle Güler Yüreğim’in hazırlığını, yazma sürecini, yayınladıktan sonra başına gelenleri anlattım. Bize verilen bir saatlik süre dolmuştu, fakat kimse yerinden kıpırdamıyordu. “Devam ediniz!” dediler. Sorulara ve konuşmalara geçildi. Önce Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden bir bayan profesör söz aldı ve şunları söyledi.
“Bu toplantının yapılacağını iki gün önce öğrendim ve öğrencilerime duyurdum. Üç kız öğrencime Seninle Güler Yüreğim’in Ermenicesini bulup okumalarını, toplantıya hazırlıklı gelmelerini söyledim. Kitabınızın tek bir nüshasını Sırpazan Sepouh Chuljyan’dan ödünç alabildik. Öğrencilerim hiç uyumadan sabaha kadar okuyup bitirmişler. Çok etkilenmişler. Size çok teşekkür ediyorum. Şimdi sözü öğrencilerime veriyorum.”
Üç kız öğrenci kitabı duygulanarak, bazen de ağlayarak okuduklarını söyledikten sonra bana kitabımı nasıl yazdığımı, araştırmalarım sırasında korkup korkmadığımı sordular. Kitabımı bir gecede, merakla okudukları için kendilerine teşekkür ettim ve sorularını cevapladım. Başka öğrenciler ise şu soruları sordular:
“Türkiye ne zaman soykırımı kabul edecek?”
“Türkiye ile Ermenistan ne zaman barışacak ve sınırlar açılacak?”
“Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış ve kardeşliğin gelişmesi için ne yapmalı?”
“Türkiye’ye gidebiliyor musunuz?”
Öğrencilerin sorularına cevaplar verdim. Bir öğretim üyesi ise, “Neden hep ağlayan Ermenileri yazdınız, neden direnen Ermenileri yazmadınız?” diye sordu.
“Hatırladığım kadarıyla bu soruyu 2004 yılında sormuştunuz. Ben Ermenice bilmediğim için Sırpazan Karekin Bekdjian mektubunuzu bana çevirmişti. Sorunuza cevap olabilir düşüncesiyle Sarı Gelin/Sari Gyalin kitabımdan bir adet size göndermiştim. İlginize ve önerinize teşekkür ederim. Şimdi sorunuza cevap vermek istiyorum. Benim bulup konuştuğum canlı tarihler, yaşlı Ermeniler bana ne anlattılarsa aynen yazdım. Ermenilerin direniş destanlarını anlatsalardı aynen onları da yazardım. Antranik Paşa’nın, fedailerin direncini, mücadelesini unutmuş değilim, onların direnişini saygıyla anıyorum.”
Bir kız öğrenci parmak kaldırdı. “Bir sorum var,” dedi.
“Buyurun!”
“Türkiye’de Ermeni edebiyatından hangi kitaplar yayınlandı?
“Türkiye ile Ermenistan birbirine hem çok yakındır, hem de çok uzak. Edebiyat ve sanat alanında da durum aynıdır. Çağdaş Ermeni Edebiyatından kaç roman, kaç öykü, kaç şiir kitabının çevrildiğini bilmiyorum. Ama çok az olduğunu tahmin ediyorum. Benim kitaplarımdan Seninle Güler Yüreğim ve Sarı Gelin Almanya Ermeni Cemaati Ruhani Lideri Sırpazan Karekin Bekdjian tarafından gönüllü olarak, maddi karşılık almadan Ermeniceye çevrildi ve Ermenistan’da ve Kudüs’te yayınlandı. Bu akşam seyredeceğimiz Seninle Güler Yüreğim adlı oyun da Sırpazan’ın çevirisidir. Hayatta Kalanlar başlıklı kitabım da Halep’te savaş şartlarında Salpy Kasparyan tarafından Ermeniceye çevrildi. 2016 yılında Beyrut’ta yayınlanacak. Sırpazan Karekin Bekdjian’a, Salpy Kasparyan’a, kitaplarımı yayınlayanlara teşekkürlerimi sunuyorum. Peki siz bana Çağdaş Türk edebiyatından Ermeniceye kaç roman, öykü, şiir kitabı çevrildiğini söyleyebilir misiniz?”
“Ben de söyleyemem, ama çok az olduğunu tahmin ediyorum.”
“O halde hepimize birçok görevler düşüyor. Birbirimizden daha çok şiir, roman, öykü çevirmeliyiz. Ben sizleri tanımaktan çok memnun oldum. Dünyam daha da zenginleşti. Bu dünya sizlerle birlikte daha güzel! Bu ilk toplantımızı, Sırpazan Karekin Bekdjian’ın Meline Terpinyan-Pohlman ile birlikte Türkçeleştirdikleri Vahan Tekeyan’ın Haşvehartar şiiriyle bitirelim. Ben Türkçesini, sizlerden biriniz de Ermenicesini okusun lütfen! Önce Ermenicesi, sonra Türkçesi…”
Haşvehartar
İnç mınatz, gyanken indzi inç mınatz?
Ne Kaldı…?
Ne kaldı bana hayattan, ne kaldı?
Hayret! Başkasına verdiğim gizli şefkat,
Duyulmayan dualar,
Bazen kalp ağrısı,
Bazen de sessiz bir gözyaşı.
Başkasına giden ise
Döndü geldi bana geri
Daha kuvvetli, daha güzel
Ruhumda kalmak üzere ebediyen.
Sevginin benden götürdüğü
Kaybolmadı Allah indinde.
İşte yalnız bu oldu
Hayatımı zenginleştiren.
Ve simdi, ey yüce Tanrı,
Bütün acılarıma,
Kurumuş pınarına rağmen mutluluğumun,
Sarhoşluğunu yaşıyorum ben hâlâ o yıllanmış şarabın.
Ve sormuyorum artık, “Ne kaldı…?”
Ne kalır ki toprak altında, kırılgan filizlerden,
Görkemli meşe ağaçlarından?
Yalnız güneşi doya doya içmiş olmanın sonsuz tesellisi!
Sırpazan Sepouh Chuljyan Toplantıdan sonra, Sarkis’le beni yemeğe davet etti. Vanadzor Parkı’nın kenarındaki bir lokantaya oturduk. Yemekler geldi. Ararat’ın iki yakasının insanları da, suları da, yemekleri de, acıları da, neşeleri de birbirine çok benziyor. Ortak bir tarihin insanlarıyız. İki taraf tek bir dünyanın üstünde, aynı güneşin ışıklarıyla aydınlanıyor. Sırpazan Sepouh Chuljyan, kendini tanıtarak açıyor sohbetimizin önünü:
“Benim babam Adıyamanlı, ben 1959’da Malatya’da dünyaya gelmişim. Hayatımın ilk yılları Adıyaman’da geçti. Sarkis’le annesi tarafından hısım oluruz. Sonra ailecek Malatya’ya taşındık. Hrant Dink’le aynı mahallede yaşamıştık. On yaşıma kadar Malatya’da Salköprü Mahallesi’ndeki Çavuşoğlu Sokağı’nda kaldım. İlkokulu İstanbul’da Ermeni Nersisyan Varjaran’da okudum. Ben kendimi hem Adıyamanlı hem de Malatyalı, ama daha çok Malatyalı hissederim. Adıyaman ve Malatya benim var olduğum toprak, atalarımın mezarlarının bulunduğu memleketimdir.
On yaşımda ailemle birlikte buraya geldim. Burada okudum, burada büyüdüm, burada kendimi dinime adadım. Ermenistan benim devletimdir, yaşadığım ülkedir. Türkiye’yi, Adıyaman’ı, Malatya’yı, oradaki çocukluk arkadaşlarımı unutamam. Anadolu’yu var olduğum toprak, Ermenistan’ı yaşadığım toprak olarak severim. Türk edebiyatını, Türkiye’deki siyasi, dini, kültürel gelişmeleri yakından takip ederim. Kitaplarınızı daha önceden okumuş ve kitaplarınızdan sizi tanımıştım. Göz göze, yürek yüreğe tanışmam bugüne nasip oldu. Hoş geldin Ermenistan’a, hoş geldin Vanadzor şehrimize! Kadehlerimizi dostluk ve kardeşlik için kaldıralım!”
“Şerefinize Sayın Sırpazan! Dostluk ve kardeşliğimize!”
Yemek masasında, ortak tanıdığımız dostlardan, insanlardan söz ettik. Hrant Dink’i andık. Adıyaman ve Kâhta’daki “Bizimkiler”den söz ettik. Sırpazan Karekin Bekdjian’ın kulaklarını çınlattık. Sırpazan Sepouh Chuljyan, Sırpazan Karekin Bekdjian’ı Eçmiadzin’deki toplantılarda sık sık görüyormuş. Övgüyle ve hayranlıkla söz etti Sırpazan Bekdjian hakkında.
Yemekten sonra, Sırpazan Sepouh Chuljyan’ın resmi makamına gittik. Geçtiğimiz yollarda, kiliselerin duvarlarına, okulların kapılarına soykırımın 100. Yılı ile ilgili pankartlar, afişler asılmış. Unutma beni çiçeği ve “Hatırla ve talep et!” çağrısı sesleniyor herkese…
Sırpazan’ın makamı bir derenin kenarında, yeşillikler içinde. Su şırıltıları geliyor dereden. Sırpazan Sepouh Chuljyan odasında bizi kabul etti. Misafir kahvemizi içtik. Masasının üzeri, raflar her yer kitap, dergi, gazete doluydu. Yemekte başladığımız sohbete burada devam ediyoruz. Ortak konumuz; dostluk, dostça ilişkilerin geliştirilmesi, geçmişin acılarının kalıcı bir barış ve dostluğa dönüştürülebilmesiydi.
Kemal Yalçın
(Tek Kanatlı Kartal, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, Kasım 2020 1. Baskıdan alınmıştır.)