EdebiyatŞiirler

Sürgün Yılları, Honaz Hasreti ve Honaz Şiirleri

 

Sürgün hayatım 1981 sonunda Almanya’da, Bonn şehrinde başladı. Memleket hasretinin, vatan hasretinin ne olduğunu yaşayan bilir!  Sürgün hayatımın en zor günlerinde şiirler yazdım. Derdimi şiirlere verdim. Şiirler ellerimden tuttu, derdime derman oldu!

Benim şiir ve roman dünyamda, sanat hayatımda yazdığım dağlar hep Honaz’ın dağlarıdır. Benim için Honaz demek kiraz demektir, Kiraz demek Honaz demektir.

Honaz’a gelemediğim uzun yıllarda bahçemizdeki kiraz ağaçlarını, kiraz ağaçlarının dibine annemin diktiği pofta güllerin, kafirelerin, fesleğenlerin kokusunu özlerdim. Ayşe Ablam, Honaz’a tatile gelen güvenilir işçilerle Almanya’ya bana cam kavanoz içinde gül, kafire, fesleğen gönderirdi. Ben de onları koklayarak hasret giderirdim.

Çok şükür sürgün yıllarını sağ salim atlatabildim!  Şimdi o yıllara gülümseyerek bakabiliyor ve anımsayabiliyorum. Benim son arzum, tek dileğim benim çektiklerimi, siyasi sürgünlerin çektiklerini artık başkalarının, başka insanların çekmemesidir.

Sürgün yaşayan son insan, sürgün şiirleri yazmak zorunda kalmış son şair ben olayım! Sürgünlük sadece sözlüklerde, müzelerde, kitaplarda kalsın! Unutulmasın! Çocuklarımız sürgünsüz, korkusuz yaşanabilen bir dünyada yaşayabilsinler.

           

Honaz’daki bahçemizi çok özlerdim.

İlk şiirim

İlk şiirim 6 Mayıs 1964 tarihli. Isparta Gönen Öğretmen Okulu’nun birinci sınıfında yazmışım. On bir yaşında ayrıldığım Honaz’a, anama hasrettir her dizesindeki.

Ah şu anamı bir görsem

Eğilip de kuru yüzünden öpsem

Ah! Bu gurbetten kurtulup da

Pınarbaşı’nda, kırlarda gezsem.

 

İkide bir ona bakıyorum

Aramızdaki uzaklık çok ki

Heybetli dağları göremiyorum

Ah! Bu yeisten ne zaman kurtulacağım?

 

1963-1968 yıllarında Isparta Gönen Öğretmen Okulu’nda okurken Denizli’deki köyümü, Honaz’ımı özlerdim. Gönen’i ve İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdim, felsefe öğretmeni oldum. Türkiye’nin neresine gidersem gideyim, en güzel dağlar çocukluğumun geçtiği, koşup oynadığım Honaz’ın dağlarıydı. Sonra 1981’de Almanya’da siyasi sürgün yılları başladı. Hasretlerin her çeşidini, özlemlerin her türlüsünü yaşadım.

Memleket hasretinin, vatan hasretinin ne olduğunu yaşayan bilir! Çakırdiken özlenir mi? Özlenir! Hayıt çiçeğinin kokusu da aranır mı? Aranır! Toprak her yerde toprak; yağmur her yerde yağmurdur. Ama bizim oraların yaz yağmurlarında tavlanan toprağın kokusu kokar burnunda burcu burcu!…

Dünyayı çok gezdim. Çeşit çeşit ovalar, dağlar, denizler, nehirler ve insanlar gördüm. Hepsi de kendi yerlerinde güzel. Ama benim için en güzel dağlar, en güzel çiçekler, en güzel baharlar Honaz’ımınkiler, Anadolu’munkilerdir!

Ülkeleri gördükçe ateşlendi hasretlerim. Yurduma, insanlarıma, halkıma, gelecek güzel günlere, kuracağımız yeni dünyalara hasretler, özlemler yüreğime sığmaz oldu…Sürgün hayatımın en zor günlerinde şiirler yazdım. Derdimi şiirlere verdim. Şiirler ellerimden tuttu, derdime derman oldu!

Sürgün Gülleri Ödül Töreni

Sürgün hayatımın şiirlerini “Sürgün Gülleri” adlı şiir kitabımda topladım. Şiir dosyam ile 1991 Petrol İş Şiir Yarışması’na katıldım, birinci oldum. Fakat ödül törenine katılamadım. Pasaportum yoktu!

Petrol İş Şiir Yarışması Ödül Töreni 14 Aralık 1991 günü Kırıkkale’de yapıldı. Ödülümü benim yerime,  Almanya’dan giden bir arkadaşım aldı ve tören sırasında mesajımı okudu. Benim yerime Türkiye’ye giden, mesajımı okuyan arkadaşıma saygı, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

Ödül Töreni Mesajıma Honaz’ı anlatarak başlamış ve şunları söylemiştim:

“Benim köyümün hemen arkasında çok büyük, çok dik, Honazlıların “Kocakale” dedikleri bir kaya vardır. Çocukluğumda koyun güderken ya da oynarken bu kayanın tepesine çıkar, dağlardan gelen bin bir türlü sesleri dinleyerek güneşin Menderes Ovası’nın enginliklerindeki dağların ardına, akşam kızıltılarının içine batışını seyrederdim. Güneşin batışına üzüldüğüm, çocuk aklımla güneşin batışını durdurmaya çalıştığım çok oldu.

Koyun gütmeye, oynamaya, güneşin batışını seyretmeye; uzakları, çok uzakları görmeye çıktığım bu dik ve sarp kayaların bağrında çam ve sakız ağaçları olurdu. Şaşarak bakardım kayaların bağrında kök salan bu ağaçlara…

Honaz’ın dağları ve ovası yemyeşildir. Sulaktır. Narenciye dışında her şey yetişir. Ben sulak ovadaki renk renk, boy boy, çeşit çeşit bitkiler ve ağaçlardan çok, kayaların bağrında kök salıp, kayalara meydan okuyan ağaçları sevdim.

Güneşin batışına üzülürken, kayaların bağrında boy veren, kocakayaları delip kendine hayat alanı yaratan çamlara, sakız ağaçlarına bakarak umutlandım.

Toprağıma, yurduma, halkıma ve Honazlılara güvenim tamdır.

Bence sanat, özellikle de şiir, her zaman, her şart altında sevgiyle, umutla, özgürlükle insanlığın toplumsal ilerlemesini, mutluluğunu ve özgürlüğünü engelleyen ve bastıran kayaların bağrında bile kök salmalı, hayatı yaratıp savunabilmelidir.

Şiirin boynu bükük olamaz. Şiirin başı dik olmalıdır.

Şiir, direnenlerin türküsü, aşkımızın ateşi olabilmelidir.

Şiir, kurşun geçmez karanlıklarda bile yolunu şaşırmamalıdır.

Böylesine şiirler yazmaya çalışıyorum ve çalışacağım.

Kalemim, şiirim, varlığım yurduma, toprağıma, halkıma feda olsun!”

 

HONAZ ŞİİRLERİ…

Bir insan dünyanın neresine giderse gitsin, var olduğu, mayalandığı, kişiliğinin temellerinin atıldığı yerin, toprağın, yurdun özelliklerini, sembollerini, seslerini, renklerini, kültürel zenginliğini götürür.

Benim şiir ve roman dünyamda, sanat hayatımda yazdığım dağlar hep Honaz’ın dağlarıdır. Kiraz benim hayatımın ayrılmaz parçasıdır. Kiraz deyince turfanda gözüme kirazının tadıyla ağzım sulanır. Benim için Honaz demek kiraz demektir, Kiraz demek Honaz demektir.

“Karşıdan görünen Honaz’ın dağı/ Önüne gerilmiş bahçeyle bağı” Evliya Çelebi

Honaz’a gelemediğim uzun yıllarda bahçemizdeki kiraz ağaçlarını, kiraz ağaçlarının dibine annemin diktiği pofta güllerin, kafirelerin, fesleğenlerin kokusunu, Pınarbaşı’nı; Göz’ün buz gibi sularını, Honaz Dağı’nın yaylalarını, Honaz’ın güneşini, gecesini, yıldızlarını özlerdim.

Ayşe Ablam, Honaz’a tatile gelen güvenilir işçilerle Almanya’ya bana cam kavanoz içinde gül, kafire, fesleğen gönderirdi. Ben de onları koklayarak hasret giderirdim. Ablalarıma, ağabeylerime, anama babama bana verdikleri destekler için çok teşekkür ederim. Anamın, babamın, Ali İhsan Ağabeyimin ruhları şad, mekanları cennet olsun! Honaz ile ilgili birçok şiirimi hayalimde Kocakale’nin tepesine oturarak yazdım. Bu şiirlerimi Honazlılar daha kolay anlayabilirler. Bu şiirlerden örnekler vererek Honazlıları, Denizlileri ve yurdumun insanlarını selamlamak istiyorum.

Sürgün yıllarımda şiirlerimi hayalimde Kocakale’nin tepesine oturur, uzakları düşleyerek yazardım.

GÜNEŞİN DOĞACAĞI DERİNLİKLERE UÇMAK

Kartal kayalı kayaların başına çıkmışım.

Bir adım ötemde,

Dibinde kar sularının

Çağlayarak aktığı

Çayboğazı’nın uçurumu.

 

Solumda Sarıkaya,

Önümde, kanatlarımın altında

Kiraz bahçeleri

Ve güneşin battığı dağlara uzanan

Bereketli Menderes ovası.

 

Sırtımı başları göklere ulaşan

Dağlara, kayalara, yaylalara yaslamışım.

Dağlardan kekik ve çam kokularıyla yüklü

Serin yeller esiyor,

Yanan bağrımı okşayarak.

 

Dağların, çamların, akçakavakların

Bin bir türlü canlının,

Bin bir türlü varlığın,

Çağlayan suların,

Tek tek insanların

Ve davarların boynundaki çıngırakların

Sesi geliyor dalga dalga.

 

Hey be heyyyy!

Neler, neler geçiyor,

İçimden, beynimden, gönlümden.

Derelerden sel akarak,

Tepelerden yel gibi eserek geçti zaman.

 

Kocakale’nin tepesinde

Yeryüzü ile gökyüzü arasında

Düne, bugüne ve yarınlara bakıyorum.

 

Gökyüzü güneşin doğduğu dağlardan

Battığı dağlara uzanıyor uçsuz bucaksız.

Dünya dönüyor, başım dönüyor,

 

Fırtınalardan kanatlar takarak kendime,

Tutunarak gökyüzü köprüsünün beline

Uçmak, ulaşmak istiyorum

Güneşin doğacağı derinliklere.

Bremen, 17.2.1989

 

DİYOJEN

 

Böyle miydi

Sokaklarına gençliğimi verdiğim

Bu şehrin rengi?

Sabahları karanfil açardı,

Güneş doğardı geceleri.

 

Çürük kokusu sarmış şimdi

Baştan ayağa her yanı

Korkusuz dolaşıyor karanlık

Dünkü aydınlık mahallemde.

 

Diyojen’in feneriyle arıyorun

Seni ve susmayan şehrimi.

Bochum, 1995

 

ANILARDA MEYVEYE DURMAZ ÇİÇEKLER

 

Hâlâ burnumu sızlatır

Koşarak gelip geçen

Yaz yağmurlarının

Toprak kokusu.

 

Kaç zemheri geçse de aradan

Yakamaz çıplak ayaklarımı

Temmuz sıcaklarında kavrulmuş toprak.

 

Güneş dayamış memelerini

Baharın ağzına

Gözlerin kamaşarak

Bakıyorsun doğaya.

 

Fotoğraflarını belki dün gördün,

Salıncak bile kurulabilir artık dallarına.

Halbuki tek bir yaprak bile eklenmedi daha

Kafanda dikili duran kiraz ağacına.

 

Çünkü,

Meyveye durmaz

Çiçek açmış hiçbir ağaç

Anılarda…

Bremen, 2.12.1989

 

Sürgün hayatımın ilk yılları Almanya’da Bonn’da geçti. Geçinebilmek için Bornheim ovasındaki çiçek tarlarında kaçak çalıştım. Elim çiçek toplar, kalbim Honaz’ı özlerdi.

GUGUK KUŞU

 

Tomurcuğun akışına uçar

Sürgün bir guguk kuşu.

Kanadında öğlen sıcağı

Yüreğinde mersin yeşili.

 

Akşamın mor yalnızlığında

Örterken kapıları

Kendi kendine söyler

Kendisi duyar şarkıları.

 

Sular uyur, bebeler susar

Uzak bir masal ülkesinde

Sabahı muştular sesi

Gu guk  guk! Gu guk guk!

 

Sürgün bir guguk kuşu

Tomurcuğun sevincine koşar,

Gagasında zeytin dalı,

Kanadında bir avuç toprak.

Bochum, Bremen 1989

 

 

İÇİMDEKİ

 

Uzaklık, zaman, mekân,

Yasemin kokusu değil

İçimdeki fırtınayı artıran.

 

Yoların bana kapalı,

Gökyüzünün yasak olması

Uçup dallarına konamamam

Diktiğim ağaçların,

Türküsünü söyleyip

Akışı olamamam ırmakların.

 

Yıldızlara baksak kuru ayazda

Çakır yıldızlı yaz gecesi kaplıyor içimi.

Aya baksam bacalar ormanında

Sini gibi ay doğuyor

Kafamdaki dağın ardından.

Kiraz görsem pazarda

Dalında gözüme kirazı istiyor canım.

 

Hangi yağmur,

Hangi nehir söndürebilir

Kabaran deniz bile

Körüklerken içimdeki yangını.

Bochum, 1993

 

 

Çiçeklere Bakamaz Oldum Baharda

 

Bahar rengarenk uzanıvermiş dallara

Yakıyor ellerimi kiraz çiçekleri

Dokunamıyorum.

 

Bakamıyorum badem çiçeklerine

Yüreğime vuruyor

Pembe serin gölgeler.

 

Çiçekler deli ediyor beni bu bahar!

Hasretlerdir

Çiçeklere bakarken

Gözlerimden akan.

 

Bir kiraz dalını eğiyor ellerim.

Hangi dal?

Hangi bahçe?

Hangi bahar?

 

Bir kiraz dalı,

Alacası yeni düşmüş

Güneş vuran yüzüne.

Erkenci cinsinden olacak

Turfanda kirazın tadı damağımda.

Dipdiri, taptaze, pespembe.

 

Çok uzak,

Çok uzaklarda bir bahçe!

Menekşe kokusu var havada.

Burnumu sızlatıyor,

Dayanılası değil.

1991, Bremen

 

DÖNÜŞ

Geçer gider,

Fırtınalarla, yağmurlarla, karlarla.

Geçer gider

Aşkla, sevdayla, umutla.

Geçer gider,

Geçmiyor dediğin günler, yalar, yıllar.

 

Diner acıları onulmaz sandığın yaraların.

Güller biter yarınların dikenli yollarında.

Biter hasretler,

Söner hasret ateşleri yüreğinde.

Özlem gözyaşları yeşertir, oyyy!

Bakamadığın bahar dallarını.

Canlanır, canlanıverir

Anılarda kalan hasret toprakları.

 

Dayanılmaz hasret türküleri

Bir gülümseme olur

Yüzünün derin çizgilerinde.

Uçup gider türküler,

Beyaz bulutların ellerinden tutarak gökyüzüne.

Uçup gider anılar denizinin enginliklerine.

Martıların, turnaların, göçmen kuşların kanatlarında.

 

On yıllık sürgünün dönüş yollarında

Yüreğindir şimdi avuçlarından durmadan atan.

Yüreğindir şimdi en büyük hazinen

Yüreğindir seni sırtlayıp yeni geleceklere götüren.

 

25 Temmuz 1991

Essen-Bremen Treni

 

50 yıl sonra, Honaz’da ilkokul sınıf arkadaşım Necla Yıldırım ile hasret giderirken.

VARIŞ

Önce sıcak ve berrak bir ağustos güneşi kucaklar

Uçağın kapısında.

Sonra karşıdaki dağlar tutar ellerinden.

Basarsın kendi toprağına,

Bir mutluluk,

Bir ferahlık,

Bir güven.

Uçup gidersin gökyüzünün maviliklerine.

 

Dün müydü,

“Elveda İstanbul!” dediğin

Beşiktaş İskelesi’nde?

Bu sabah mıydı

Kuşadası’nda badem çiçeklerini okşadığın?

 

Ne zamandı o,

Çiçeklere bakamadığın,

Türküleri dinleyemediğin sürgün yılları?

Ne kadar uzun,

Ne kadar hızlı,

Ne kadar ağır geçmiş zaman!

 

Türkçem, anadilim benim!

Yüreğimin, kalemimin, kulağımın hasreti!

Ne güzel seni her yerde duymak,

Her yerde okumak,

Her yere yazabilmek!

 

Güneşim!

Anadolu’mun, Ege’nin güneşi.

Ne kadar parlak,

Ne kadar yakınsın toprağa!

 

İnsanlarım!

Yanık yüzlü,

Güler yüzlü,

Asık yüzlü,

Bağırgan!

 

İnsanlarım!

Çoluk çocuk,

Kadın, erkek,

Genç, yaşlı,

Boy boy,

Renk renk,

Kıpır kıpır,

Capcanlı…

 

İnsanlarım!

Ne güzel,

Ne mutlu,

Ne tarifsiz

Solumak memleket havasını

Hep birlikte!

 

Ne güzel,

Ne mutlu,

Anılaşan sürgün yıllarına

Gönül ferahlığıyla gülebilmek

Ve sabah rüzgarlarıyla gülümseyen

Denizi, toprağı, zeytin ağaçlarını

Ve akşamdan sulanmış kiraz bahçelerini öpebilmek!

Ağustos, 1991

İzmir Havaalanı

Önemli olan sürgün yaşamak değil, ayakta dik durabilmektir. Beni 15 yıl Türkiye sokmadılar. Sonra devran bizden yana döndü beni 2019 yılında Denizli Kitap Fuarı’nda “Yurtdışında Denizli’yi en iyi temsil eden yazar” seçerek ödül verdiler. Teşekkür ederim.

SON ARZUM

Çok şükür sürgün yıllarını sağ salim atlatabildim!  Şimdi o yıllara gülümseyerek bakabiliyor ve anımsayabiliyorum. Benim son arzum, tek dileğim benim çektiklerimi, siyasi sürgünlerin çektiklerini artık başkalarının, başka insanların çekmemesidir. Sürgün yaşayan son insan, sürgün şiirleri yazmak zorunda kalmış son şair ben olayım! Sürgünlük sadece sözlüklerde, müzelerde, kitaplarda kalsın! Unutulmasın! Çocuklarımız sürgünsüz, kokusuz yaşanabilen bir dünyada yaşayabilsinler.

Bochum, 9 Ağustos 2020                         Kemal Yalçın